Madımak Katliamı Hafıza Merkezi

“Gökyüzüne Bir Web Anıt Dikmek”: Saha Çalışmasından Kişisel Notlar

/

Metin Öztürk

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 280. sayısında yayınlanmıştır.

Madımak Katliamı Hafıza Merkezi Sanal Müze’si açıldı. 33 Can’ımız için “gökyüzüne bir web anıt dikmek” fikriyle yola çıkmıştık. Kolektif bir çalışmanın, yaratıcılığın, yoğun özveri ve disiplinin neticesinde Madımak Katliamı’nda yitirdiğimiz her bir Can’ımızın “3D modellemeye uygun çekilen kişisel eşyalarının yer aldığı, yaşam öykülerinin hayat bulduğu, içinde 360˚ dolaşabileceğimiz 3D odaları” var artık.

Bu yazıda, Sanal Müze’nin fikirsel olarak olgunlaştığı; fakat fikrin yoğuracağı maddeden yoksun olduğu başlangıç döneminden söz ediyorum. Sanal Müze için Ankara, Sivas, İzmir, Tokat, Çorum ve Balıkesir şehirlerinde gerçekleştirdiğimiz, yaklaşık üç ay süren saha çalışmasından kişisel notlar ve tespitlerimi aktarıyorum.

Asim Bezircinin Daktilosu

Madımak Katliamı’nın 30. yılında Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK) öncülüğünde hayata geçirilen Madımak Katliamı Hafıza Merkezi projesine 2022 yılının Mayıs ayında araştırmacı olarak dâhil oldum. Projenin içeriğini ve çerçevesini ilk öğrendiğimde mutluluk, tedirginlik ve heyecan duygularını aynı anda hissettiğimi dün gibi anımsıyorum. Madımak Katliamı Hafıza Merkezi projesi, Dijital Kütüphane, Sanal Müze, Web-Belgesel, Sinema-Belgesel ve Sözlü Tarih Görüşmeleri’nden oluşan beş bileşeniyle web portalında sunulmak üzere tasarlanmıştı. Bu kapsamdaki bir projenin parçası olmak, böyle bir şansa erişmek, projeye emek veren her arkadaşımın hissettiği gibi mutluluk ve onur vericiydi. Tedirginlik hissi ise o gün için olağan bir duygu durumuydu; çünkü proje kapsamında hayata geçirilmesi öngörülen her bir bileşen kendi başına yoğun emek ve zaman isteyen çalışmalardı. Onları tek bir projenin bileşeni olarak ele almak ve dahası Madımak Katliamı’nın 30. yılına yetiştirmek ancak olağanüstü bir özverinin hayata geçirilmesiyle mümkün olabilirdi. Heyecan duymamak ise neredeyse olanaksızdı. Bilebildiğim kadarıyla Türkiye’de bu kapsamda bir çalışma daha önce yapılmamıştı. Türkiye’nin katliamlar tarihiyle yüzleşmeyi hedefleyecek her çalışma için Madımak Katliamı Hafıza Merkezi bir referans/örnek teşkil edecekti.

Haziran ayının başında Ankara’da Sözlü Tarih Görüşmeleri başladı. Dönemin kamu görevlileri ve dernek yöneticileri ilk görüşülen kişilerdi. Programa göre Madımak Oteli’nde hayatını kaybedenlerin aileleriyle kısa bir süre sonra görüşmeler başlayacaktı. Sanal Müze yönetmeni Eylem Şen’in inisiyatifi ve önerisiyle, Sözlü Tarih Görüşmeleri ile Sanal Müze çalışmasını entegre etmemiz gerekiyordu. Sanal Müze odalarının inşası için Madımak Katliamı’nda yitirdiğimiz Can’lar hakkında ailelerinden ve dostlarından bilgi almak ve onlara ait yazılı, görsel ve işitsel materyali toplamak üzere Haziran ayının ortasında Ankara’daydık.

Gulsun Karababanin Ailesine Teslim Edilen Saati

İlk olarak 33 Can’ın yaşam öyküleri üzerine çalışmaya başladık. Kitaplardan, dergilerden ve internet kaynaklarından biyografi taslakları yazdık. Bu taslaklardan sorular hazırladık. Sanal müze yönetmenimizle yaptığımız görüşmelerde sorularımızı olabildiğince spesifik hale getirmemiz gerektiği konusunda hem fikirdik. Örneğin “edebiyatımız karıncası” Asım Bezirci gündelik hayatını nasıl geçiriyordu? “Bağlama virtüözü” Hasret Gültekin, nasıl güler, ağlar ve severdi? Şair Behçet Aysan, nasıl bir eş ve babaydı? Ahmet Özyurt’un hayalleri neydi? Evlilik planları yapan Muammer Çiçek ve İnci Türk ne zaman ve nasıl tanışmıştı? Koray Kaya’nın sevdiği oyunlar nelerdi? …

Sözlü Tarih Görüşmeleri’nde hazırladığımız sorular yitirdiğimiz Can’ların ailelerine ve arkadaşlarına soruluyor, görüşme çıktıklarına göre bilgi metinlerimizi güncelliyorduk. Bazı görüşmelerde arzu ettiğimiz yanıtları alıyor; bazılarında ise sorularımız yanıtsız kalıyordu. Özellikle belleğe dönük sorularımız cevapsız kalıyordu. Hatırlamanın sürekli bir inşa faaliyeti olduğu doğruydu. Neyin, nasıl ve kim tarafından hatırlandığı ise önemli bir soru(n) olarak güncel tartışmaların odağında yer almayı sürdürüyor. Bu bağlamda görüşmeler boyunca dikkat çekici olan bir husus kadınların yakınları hakkında erkeklerden daha fazla ve daha detaylı bilgiler vermeleriydi. Bu farkın tek nedeni patriyarkaya dayalı toplumsal ilişkiler değildi; çünkü erkek görüşmeciler sadece kadın yakınlarıyla ilgili değil, erkek yakınlarıyla ilgili de spesifik olan çok az şey anımsıyordu. Kadın görüşmeciler ise erkek ya da kadın yakınları hakkında çok daha fazla anekdot ve detay anlatıyordu. Açık olan şuydu ki, kadınların katliama ve kayıplarına ilişkin bellekleri dikkat çekici ölçüde farklılık arz ediyordu. Bu bizim için önemli bir çıktıydı; çünkü öğrenmek istediğimiz sadece klasik bir biyografik malzeme değildi. Özellikle gündelik olana temas etmek gerçeklikle ilişkilenmek istiyorduk. Sorularımıza yitirdiğimiz Can’ların annelerinden, kız kardeşlerinden, ablalarından daha tatmin edici yanıtlar aldığımızı fark etmemiz uzun sürmedi. Mümkün olduğunca, sanal müze kapsamında onlara ulaşmaya çalışıyorduk.

Erdal Ayrancinin Ailesine Teslim Edilen Esyalari

Fotoğraf sanatçısı Özcan Yaman’la beraber Madımak Katliamı’nda yitirdiğimiz Can’ların ailelerinin ve dostlarının kapılarını da çalmaya başlamıştık. Güncellediğimiz bilgi metinleri yeni yeni sorular doğurmuştu. Yeni sorularımızı soracak, yitirdiğimiz Can’ların kişisel eşyalarını fotoğraflayacaktık. Her bir kapıyı çalmadan önce fotoğraf çekimi için izin istiyorduk. Genellikle aldığımız ilk yanıt, daha doğrusu ilk tepki şu oluyordu: “Otel müze yapıldığında biz eşyaları oraya vereceğiz…” Eşyaları yanımızda götürmeyeceğimizi, sadece eve gelip fotoğraflayacağımızı söylediğimizde ikna oluyorlardı.

“Otel müze yapıldığında biz eşyaları oraya vereceğiz” cümlesi hiçbir politik okumanın sarsmadığı ya da sarsamayacağı bir kararlılığı temsil ediyordu. Bilindiği üzere Madımak Oteli’nin utanç müzesine dönüştürülmesi için uzun yıllardır mücadele yürütülmektedir. Devlet ricali, bu mücadeleyi “görmezlikten gelmemiş”, siyasal bir tutum belgesi olarak 2010 yılında oteli kamulaştırarak “Bilim ve Kültür Merkezi”ne dönüştürmüş, iki katilin ismini de “anı köşesine” yerleştirmekte bir beis görmemişti. Kamuoyunda oluşan tepkiler ve katillerin isimlerinin kaldırılması için verilen hukuki mücadele neticesinde ancak geçen yıl katillerin isimleri “anı köşesi”nden kaldırılabildi. İşte “otel müze yapıldığında biz eşyaları oraya vereceğiz” cümlesi, yukarıda kaba hatlarıyla andığımız devlet politikasına rağmen, Madımak Oteli’nin yakın bir gelecekte utanç müzesine dönüştürüleceğine dair güçlü bir kararlığı temsil etmekteydi. Yoksa Şirin ve Hüseyin Çiçek, oğulları Muammer’in otopside parçalanmış, üzerine kan lekesi düşmüş giysilerini neden 30 yıldır saklasın, değil mi? Yeter ve Ahmet Sivri kızları Asuman ve Yasemin’in odalarına el değdirmeden aynı şekilde muhafaza etmeye çalışsın? Hüsne Kaya, oğlu Koray’ın bisikletini, kızı Menekşe’nin kıyafetlerini niçin saklasın? Kifayet ve Mehmet Gündüz ya da Perize Doğan evlerinin bir odasını çocukları için neden müzeye dönüştürsün?

Nurcan Sahinin Aksesuarlari

Bizim için en zorlu olan süreç başlamıştı artık. 33 Can’ın muhafaza edilen eşyalarını fotoğraflamaya başlamıştık. Okul kitapları, şiir defterleri, mektuplar, günlükler, oyuncaklar, kartpostallar, öğrenci belgeleri, tiyatro ve semah kıyafetleri, bağlamalar, fotoğraf albümleri… Çocuklarının, kardeşlerinin, babalarının, eşlerinin kişisel eşyalarını gözyaşları içinde dolaplardan ya da sandıklardan çıkarıp bizlere uzatıyorlardı. Onlara dokunuyor, okuyor, tasnif ediyor ve fotoğraflıyorduk. Bazen derin bir sessizlik oluyor; bazen de anılar dökülüyordu sözlere. En zoru, o sessizlik anında sorular sormak zorunda oluşumuzdu. Oğlunun eşyalarına dokunan yabancı ellere gözyaşları içinde bakan bir anneye, aile fotoğraf albümünden bulup çıkardığınız bir fotoğrafı gösterip “bu bebek Murat mı?” sorusunu yöneltmek zorunda oluşumuz en dayanılmaz olanıydı.

Gerçi, bu sürecin herkes için çok zor geçeceğine hazırlıklıydık. Edebiyatçılar Derneği tarafından yayımlanan “Sivas Kitabı: Bir TopluÖldürümün Öyküsü” (1994) adlı kitap ön çalışmalarımızda da yararlandığımız kıymetli bir referans kaynağıydı. Kitap bir çalışma grubu tarafından hazırlanmıştı. Madımak Katliamı’ndan çok kısa bir süre sonra hem ailelerle söyleşiler yapılmış hem de bazı kişisel nesneler fotoğraflanmıştı. Kitapta yer alan “Yitirdiklerimiz” bölümü her bir görüşmenin ne denli zor geçtiğine dair anlatılar içeriyordu. Aradan yaklaşık 30 yıl geçtikten sonra benzer bir amaçla aynı kapıları bizler de çalmıştık.

Her girdiğimiz eve yaklaşan Temmuz ayının ağırlığı ve yorgunluğu çökmeye başlamıştı. Takvim yaprakları yirmi dokuzuncu kez 2 Temmuz gününü gösterecekti. Fakat zaman mefhumu bu hanelerde akışını yitirmiş, 2 Temmuz 1993 günü donmuş gibiydi. 30 yıldır ne acı ne de öfke dinmişti. Çünkü adalet tesis edilmemişti. 3 Temmuz sabahı çocuklarının, eşlerinin, kardeşlerinin cansız bedenlerini almak için Sivas’a ulaştıklarında zaten adaletin tesis edilmeyeceğinin işaretlerini almışlardı. Devlet erkânı onları katliamın “mağdurları” değil “kışkırtıcıları” olarak karşılamıştı. Yargılama süreci sözlü ve fiziki saldırılarla, mahkemeler boyunca kurulan hükümlerle, firari sanıklar ve zamanaşımı kararlarıyla “Cumhuriyet’le inşa edilen siyasal bedenin” bir parçası olmadıklarına, olamayacaklarına kayıt düşmüştü. Dahası da vardı. Evladını kaybetmiş olan bir annenin “yas bile tutturmadılar” sözünde yatan gerçeklikti. Bir kaybınız için nasıl yas tutamazsınız? Buna engel olmak nasıl mümkün olabilir?

Madimak

Madımak Katliamı, bu topraklarda yaşanan diğer katliamlar gibi yas tutulmasına bile izin verilmeyen bir boyut içermektedir. Tıpkı Maraş’ta ölülerini toprağa veremeden şehri terke zorlanan yüzlerce insana yaşatıldığı gibi. Yıllar sonra o topraklara döndüklerinde kayıplarının nerede olduklarını bile öğrenemediler. “Yasın bir travmaya dönüşünün öyküsüdür” bu topraklarda yaşanan her bir katliam. Çoğunlukla görmezden geldiğimiz ya da çokça ayırdına varamadığımız; bu yüzden de üzerine fazlasıyla söz kuramadığımız bir boyut. Eğer gerçek anlamda bir yüzleşme yaşanmamış ve adalet sağlanamamışsa, yasınızı bile tutamazsınız. Çocuklarınızın otopside paramparça edilmiş, üzerine kan lekesi bulaşmış kıyafetlerini 30 yıl boyunca saklar, o kıyafetlerle aynı evin içinde nefes almak zorunda bırakılırsınız.

Ankara, Sivas, Tokat, Çorum, İzmir ve Balıkesir saha çalışmalarımızı yürüttüğümüz şehirlerdi. Her gittiğimiz evde sohbetlerimiz derinleşiyordu. 33 Can’la ilgili merak ettiğimiz her şeyi ailelerinden ve dostlarından öğreniyorduk. Onları artık daha iyi tanıyor gibiydik. Sanırım, Sait Metin’in ses kayıtlarına ulaşana kadar böyle düşünüyordum. Sait’in yurtdışında yaşayan musahibi İsmail Atak’la Ankara’da görüşmüştük. Sait’in bağlama çalıp türküler okuduğu ses kayıtlarının varlığından söz ettiğinde, kayıtları bizlere ulaştırmasını rica etmiştik. Günler sonra İsmail Bey’den bir mail aldık. Sait’in ses kayıtlarını göndermişti. Ses kaydını açtım. Önce Sait’in çaldığı bağlamanın sesi geldi. Sonra, sesi ve sözü duyuldu. “Beklerim Selamın Seher Zamanı” türküsünü okuyordu.

Sait Metin’in sesi onu zihnimde tamamlamıştı sanki. Hakkında uzun süredir araştırmalar yaptığımız, bilgi ve belge topladığımız Sait Metin, sesini duymamla birlikte adeta Can’ıyla var olmuş gibiydi. Tıpkı birçok mitolojik anlatıda, sözün, dolayısıyla sesin pür-i pak yokluğun içinde varlığı mümkün kılan yaratıcı kudretinden bahsedildiği gibi. Böyle hissetmiştim. Bu yüzden her bir Can’ımızın odasında kendi seslerinin mutlaka olması gerekiyordu. 33 Can’a ait yazılı, işitsel ve görsel malzemeyi saha çalışmasına çıktığımız günden beri toplamaya çalışıyorduk. Sait’in ses kaydı bu açıdan bir dönüm noktası olmamıştı; sadece işitsel ve görsel kayıtlar için daha fazla gayret göstermemiz gerektiği konusunda bizi bir hayli motive etmiş oldu.

Ozlem Sahinin Ailesine Teslim Edilen Cantasi

Eylül ayının başına kadar saha çalışmamız sürdü. Evlerde yaptığımız görüşmeler ve fotoğraf çekimleri dışında, bulunduğumuz her şehirde 33 Can’ın anısına inşa edilmiş anıtları tespit ediyor, çekim programımıza dâhil ediyorduk. Bu kapsamda özellikle Ankara, Sivas ve Tokat şehirlerinde mekân ve anıt çekimleri yaptık. Önemli ölçüde yazılı, görsel ve işitsel materyal toplamıştık. Yine de kayda değer eksiklerimiz vardı. Evlerde yürüttüğümüz kişisel nesne çekimi ve mekân fotoğraflama aşamasını kısmen bitirmiştik. Bu yüzden sonraki süreçte bireysel ve kurumsal arşiv toplama aşamasına yoğunlaştık. Projeye emek veren her arkadaşım şahıs ya da kurumlarla temaslar kuruyor, elde edilen materyallerle arşivimizi zenginleştiriyordu. Sanal müze odalarımızı saha çalışması süresince ve sonrasında elde edilen arşiv çalışmalarımızla inşa ettik.

Madımak Katliamı Hafıza Merkezi Dijital Kütüphane’si 10 Haziran günü açıldı. Dijital kütüphaneyi Madımak Katliamı’nın süregiden hukuki ve politik mücadelesine katkı sunacak bir bilgi üretim mekânı olarak tanımlamıştık. Sanal Müze ise “gökyüzüne dikilen bir web anıt olarak” Madımak Oteli’nin utanç müzesine dönüştürülme talebinin bir parçası olarak tasarlandı. Bu talebi “görünür kılmayı hedefliyor.” Bu yüzden yüzümüzü gökyüzüne değil, gökyüzünden yeryüzüne doğru daha güçlü ve kararlı bir şekilde çevirmemizi bizden istiyor.

Nurcan Sahinin Gunlugu

Unutturulmaya karşı hatırlama ve toplumsal dönüşüm umudu üzerine bir “Müze”

/

Günseli Baki

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 280. sayısında yayınlanmıştır.

“İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez.”  

(Yeşim Özkan’nın (20) bir kağıda Küçük Prens romanından yazdığı alıntı)

Toplumsal hafızanın simgesel mekanlar üzerinden yaşatılmasını sağlamak, iktidarların dayattıkları ve kontrol ettikleri bir geçmişe karşı direniş alanlarını üretir. Unutturulmak istenenlerin bu mekanlar üzerinden yeniden inşası, belleğin bugünden geçmişe bakan değil, geçmişten bugüne doğru gelen bir akışı içerir. Belleğe ilişkin bu gerçek, hatıraları dışlayan, geçmişi belli bir zaman dilimine hapseden resmi tarihe karşı, sürekli kendini canlı tutan, hatırlanan ve bugüne kadar yaşananları da kapsayan bir toplumsal hafızayı içinde taşır. Toplumsal hafızanın kaybı ise aynı zamanda toplum bilincinin kaybına işaret eder çünkü hafıza çoğunlukla mekansaldır ve adalet ve hakikat arayışında da çok önemli bir rol oynar.

Sanal Muze Oda Tanitimlari Muammer Cicek

Madımak Katliamı Hafıza Merkezi, kendi geçmişiyle yüzleşmek istemeyen devletin unutturma politikalarının karşısında durarak kapsamlı ve dinamik bir alan açıyor. Unutturmaya yönelik girişimlerle artık tüm izleri silinmiş bir bellek mekanın dijital temsilini yeniden inşa etmek toplumsal dönüşüm için de bir umut taşıyor. Madımak Hafıza Merkezi’nin Sanal Müze’si katliamda kaybettiğimiz 33 kişi için tasarlanan otel odalarıyla unutturulmanın karşısına hatırlamayı; kayıplarının karşısına yaşamlarını koyuyor. Onların düşleriyle buluşmak için bizi kendi yaşamlarına yaklaştırıyor. Müze, yazılı ve görsel içeriği, sözlü tarih kayıtları, görsel anlatılarının yanı sıra ailelerin ve yakınlarının katkısıyla dünden bugüne yaşananları biriktiriyor, kişisel tarih üzerinden hafızayı katılımcı bir yaklaşımla yeniden inşa ediyor.

Sait Metin’in (23) çantasından çıkan bir deste aile ve yakınlarının fotoğrafı, sadece bir arşiv malzemesi olmaktan çıkıyor, cebinde sevdiklerinin suretlerini taşıyan güzel yürekli bir insanı keşfetmemizin başka bir yolu olarak karşımızda duruyor. Edibe Sulari’nin (40) bir fotoğrafındaki kırmızı standlı mikrofon, onun albüm kaydı sırasında türkü söylerken duyduğu mutluluğun bir temsili olarak odasında yer alıyor. Asaf Koçak’ın (36) hiç yanından ayırmadığı deri çantasının içi çizilmeyi bekleyen beyaz kağıtlarla dolu. Sehergül Ateş’in (30) daktilosunun yanında duran kurdele çiçeği kendini gerçekleştirmeye çalışan becerikli bir kadının temsili. Eczacılık Fakültesi’nden yakın arkadaşı İnci Türk (22) ile birlikte yeni mezun olan Huriye Özkan’ın (22) ve kardeşi Yeşim Özkan’ın (22) odalarında papatyalar var, en sevdikleri çiçeklerden. Muammer Çiçek (26) ve İnci Türk’ün odaları ise tiyatro sevdalısı diğer gençler gibi kırmızı perdeli. Özlem Şahin (17) ile birlikte şenliklere katılmaktan büyük heyecan duyan Nurcan Şahin (18) üniversite sınavında Hacettepe Matematik Bölümü’nü kazandığını öğrenemedi. Sınav sonucu masasında, onun gelecek düşlerinin bir temsili olarak duruyor. Hacettepe felsefe öğrencisi Yasemin Sivri’nin (19) bez bebeği Tutku, kitaplarından sonra en sevdiği eşyalardan biri. Müze odalarındaki nesneler, fotoğraflar ve temsiller kendi anlamlarının dışında bizlerin zihninde yankılandıkça hayat bulmaya devam ediyor.

Sanal Muze Tanitim Ugu Kaybar

Asuman Sivri (16) gencecik bir semah hocası, gökyüzünde süzülen her kuş size onu hatırlatsın. Hasret Gültekin (22), Nesimi Çimen (62), Muhlis Akarsu’yu (46) hatırlayın her türküde.  Elma yerken Ahmet Özyurt’u (21). “Hasretinle Yandı Gönlüm” şarkısını dinlerken Belkıs Çakır’ı (18), Mathilde Santing dinlerken Carina Thuijs’i (23) hatırlayın. Metin Altıok’un (53) , Behçet Aysan’ın (44) , Uğur Kaynar’ın  (37) bir şiirini; Asım Bezirci’nin (66) bir kitabını okuyun arada. Onları okurken 1 Temmuz günü Divriği Kültür Dergisi için bu şair ve yazarlarla röportajlar yapan Gülsün Karababa’nın (21), Handan Metin’in (22), Gülender Akça’nın (25) duydukları heyecanı hissedin. Kardeşinize Murat Gündüz (22) gibi sarılın, pul defterinizin köşesine onun adını ekleyin. Çiçeklerinizi sularken Muhibe Akarsu (35) gelsin aklınıza. Benjamin çiçeğiniz varsa Erdal Ayrancı’yı (35), akvaryumunuz varsa Serkan Doğan’ı (19), bisiklete binen çocukları gördüğünüzde ise Menekşe (14) ve Koray Kaya’yı (12) hatırlayın. Sevgilinize bir mektup yazarken, Serpil Canik’in (19) şiir defterine yazdığı gibi “canım” diye başlayın “sevgilim” diye bitirin. Kardan adam yaptığınızda Mehmet Atay’ı (25) hatırlayın, bir fotoğraf çekin.

Bir hatırlama ve anmanın mekanı olan sanal müze; ağlamadan anlatılamayanların, yasın, hatıraların, sözün, şiirin, sanatın, kültürün; gençlerin, çocukların, şairlerin, yazarların, halk ozanlarının odalarından oluşuyor. Bu odalar sadece isimden ibaret olmayanların, keşfedilmeyi bekleyen hayatları olarak karşımızda duruyor.

Odalarının kapılarını açık bıraktık, yüreğinizle bakın.

Sanal Muze Oda Tanitimlari Erdal Ayranci

“Ölürsem
Açık bırakın balkonu
Çocuk portakal yer
(Balkonumdan görürüm onu)
Orakçı ekin biçer.
(Balkonumdan duyarım onu)

Ölürsem

Açık bırakın balkonu.”

(İnci Türk’ün (21) bir kağıda yazdığı Federico Garcia Lorcanın Hoşçakalın” şiiri)

Sanal Müze

/

Eylem Şen

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 280. sayısında yayınlanmıştır.

1 Temmuz 1993 akşamı Halk Gecesi’nde semah döndükten sonra, gece kalacağı eve gittiğinde mutlulukla annesini aradı Asuman. “Anne!” diye seslendi heyecanla. “Sanki bu sefer semah dönmedim de gökyüzünde uçtum. Hepimiz kusursuz semah döndük. Kamber Amca hepimizin alnından öptü kusursuz döndük diye.”
“Mutlu musun?” diye sordu annesi. “Mutluyum” dedi Asuman.

Saçlarında ilkbahar, yüzünde badem çiçekleri…

Aşk ile semah duranları… Gençleri, çocukları, aydınları, sanatçıları, 33 canımızı 2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli’nde katlettiler.

Zaman ilaç derler… Hüsne Ana’nın dediği gibi, zaman bir gün bile ilaç olmadı. O gün bugündür her yeni doğan gün karanlık, puslu, üzerimize küller yağan 3 Temmuz 1993 oldu.

Aileler, yıllar boyunca Madımak Oteli’nin “utanç müzesi” olması için mücadele etti fakat izin vermediler.

Madımak Katliamı Hafıza Merkezi Sanal Müzesi, Madımak Oteli’nin bir “utanç müzesi” yapılmasını tüm dünyaya göstermek ve orada hayatını kaybeden 33 canımızın anılarını, düşlerini, umutlarını sonsuzluğa taşımak için, dünyanın neresinde olursa olsun gökyüzüne bakan herkesin görebileceği bir web anıt olarak inşa edildi.

Sanal Müze, dijital ortamda, 3600 etkileşim kurulabilir bir şekilde 3D olarak tasarlandı. Sanal Müze’yi hazırlarken en temel kalkış noktamız “kendine ait bir oda” fikriydi. Bu odaları tasarlarken iki şeye dikkat ettik. İlki, yapacağımız oda tasarımı bizi o kişinin dünyasına götürmeli, o kişinin karakter özellikleriyle ve içtenliğiyle buluşturmalıydı. İkincisi de her ziyaretçi, odanın dokusuyla, dizaynıyla, atmosferiyle onların katledildiği yerin Madımak Oteli olduğunu hissetmeliydi. Çünkü Madımak Oteli’nde hayatını kaybeden 33 kişinin ahı, yası, hesabı o otelde kalmıştı.

Sanal Müze’de her bir canımızın öyküsünü, tutkularını, umutlarını, iç dünyasını anlattık. Çünkü onlar 2 Temmuz’dan 2 Temmuz’a anılan, hatırası geçmişte kalmış birer kayıp değil; sevenlerinin bir gün bile unutmadığı, anılarını yaşatmak için odalarını, oyuncaklarını, elbiselerini sakladığı; onlarla, bizlerle yaşamaya devam eden birer can. Bizim canımız. Sevdasıyla, sevinciyle, coşkusuyla tüm insanlığa kök salmış birer ağaç, göğsümüze oturmuş bir büyük taş, yası hiç bitmeyen bir hesap. Madımak Oteli’nde kaybettiğimiz her bir kişiyi herkes tanısın, bilsin, unutmasın istedik. Gülender’in yıldızlara, Yasemin’in kitaplara, Serkan’ın güvercinlere, Huriye’nin insanlığa, Mehmet’in çocuklara, Sait’in Yeşim’e tutkusu; Erdal’ın gözü karalığı, Asaf’ın neşeli direnişi, Menekşe’nin kırılganlığı, Koray’ın çocuk ruhunun cesareti bilinsin istedik. Gülsün ve Handan’ın dostluğu, Asuman’ın candan muzipliği, Metin’in kızına seslenişi, Nurcan ve Özlem’in hayata koşan merakları, İnci ve Muammer’in aşkı, Murat’ın dünyaya sevgiyle bakışı, Ahmet’in iç dünyasının iyiliği, güzelliği bilinsin; direnen, direten Behçet’le, kederi de muzipliği de bir şiir gibi yaşayan Uğur’la, Grup Güne Umut’un güzel sesli solisti Belkıs’la, yabancı iken herkese can olan Carina’yla, evinde tek bir çiçeğin solmasına razı gelmeyen Muhibe’yle, gökyüzünü kucaklayan Serpil’le, çiçeklerle konuşan Sehergül’le tanış olunsun istedik. İstedik ki Muhlis’in, Nesimi’nin, Edibe’nin ve Hasret’in sesi, sazı kulaktan kulağa, kuşaktan kuşağa anlatılsın. Ömrü mücadeleyle geçmiş muhlis bir devrimci ve sosyalizmi rehber edinmiş bir fikir işçisi olan Asım Bezirci’nin neşeli ve güleç yüzü, direnişin en genç ruhlarından biri olarak elinde süpürge sapıyla duruşu hiç unutulmasın istedik.

Bu amaçlarla önce açık kaynaklardan elde ettiğimiz bilgi notları oluşturduk. Bu bilgi notlarına dayanarak 33 canımızın ailelerine sorulacak spesifik sorular hazırladık. Sözlü Tarih görüşmeleri kapsamında her bir aileyle yapılan röportajlarda önceden hazırladığımız bu sorulara yanıtlar aradık. Her bir canımızın karakterleri, mizaçları, duygusal yönleri, hayat hikâyeleri, ilgileri, tutkuları hakkında bilgi topladık. 33 canımızın odalarında sergilemek için onlara ait özel eşyaların bilgilerini edindik, 3D modellemeye uygun fotoğraflarını çektik.

Ankara, İstanbul, İzmir, Balıkesir, Sivas Merkez, Sivas Banaz, Sivas Höyük köyü, Sivas Kavak köyü, Sivas Beyyurdu köyü, Sivas Ortaköy, Sivas Saraç köyü ve Tokat Yalınyazı’da röportajlar yapıldı, fotoğraflar çekildi, 33 canımıza dair bilgi ve belgeler toplandı. Behçet’in piposu, Gülsün’ün saati, Metin’in daktilosu, Nurcan’ın oyuncak bebeği, Sait’in kabak kemanesi, Asuman ve Yasemin’in odası… ve daha onlarca hatıra fotoğraflanarak Sanal Müze’ye taşındı.

33 canımızın odaları bu hatırlarla, anlatılarla harmanlandı, yeniden yorumlandı, tasarlandı ve Sanal Müze olarak inşa edildi. Sanal Müze odalarının metinleri ve tasarımları ailelerle paylaşıldı ve hatalar varsa düzeltildi; unutulan fotoğraflar, eksik kalan belgeler, bilgiler odalara eklendi. Görüntüler, sesler, metinler, müzikler birbirine kenetlenerek, harmanlanarak, bazen bir odadan diğerine bağlanarak kimi zaman ah edilen bir gözyaşı olup aktı, kimi zaman insanın içini ısıtan bir tebessümle iç çekişe dönüştü.

33 can, göğe yükselen turna kuşları misali uçtular ama bizden tek bir gün bile uzaklaşmadılar. Sanal Müze’yle de açılan her pencereden sesleri, öyküleri, gülüşleri, özlemleri ve yarım kalan hayalleri odamıza, dünyamıza dolsun…

Hafızanın Çığlığı

/

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 280. sayısında yayınlanmıştır.

Madımak Katliamı Hafıza Merkezi 10 Haziran’da açtığı Dijital Kütüphane’nin ardından, 29 Eylül’de de çalışmanın ikinci ayağı olan Sanal Müze’yi hayata geçirdi.

Bu, sekiz aylık bir çalışmanın sonucu olarak oluşmuş bir müzedir. Daha doğrusu otuz yıl sekiz ay. Her bir cana ait renkler, sesler ve soluklar var bu müzede. Fotoğraflar, nesneler, giysiler, sözler, anılar… Ama yine de burası yalnızca bir müze değildir. 33 cana ait odaların her birinden toplumsal belleğe doğru yolculuk kapıları açılır. O kapılar sizi yalnızca 30 yıl önceye götürmez. Binlerce yıl önceden beri süregelen katliamları hatırlatır her biri. Pir Sultan Abdal da vardır o odaların her birinde, Baba İshak da, Hacı Bektaş da. Derisi yüzülmüş Nesimi de vardır, melamet hırkasını kuşanmış olan Nesimi. Onlar varsa Maraş da vardır elbet, Çorum da vardır, Ortaca da vardır. Zaten onlar olduğu için Sivas vardır, Madımak vardır, katliam vardır ve bu müze vardır.

Madımak.org’a girin. Otelin lobisinde dolaşın bir süre. O lobide, otel yakılmadan önce saatlerce yardım bekleyen insanların hisleriyle karşılaşacaksınız. Sonra duvarda asılı olan Sanal Müze’yi tıklayın ve o katliamdan kurtulamayan 33 canın fotoğraflarına bakın bir süre. Sonra girin odalara, hepsiyle hemhal olun, haldaş olun. Gönlünüzde bir sıkıntı oluşmuyor, içinize bir yumru oturmuyorsa hisleriniz örselenmiş, belleğiniz yok edilmiş demektir. İşte Madımak Katliamı Hafıza Merkezi ve Sanal Müze bu yüzden var.

Yok eğer içinize bir yumru oturuyor ve gönlünüze bir sıkıntı musallat oluyorsa oradaki çığlığı duymuşsunuz demektir. O zaman duyduğunuzu duyurun, çığlığı yayın ve 33 canın sesini her yere taşıyın. O sıkıntının nedenini herkese göstermek içinizdeki o yumru gereğidir.

Alevilerin Sesi Dergisi