Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 287. sayısında yayınlanmıştır.
Adı üstünde; “Madımak Katliamı Hafıza Merkezi Projesi”… Dinlenilen onlarca tanık, toplanan yazılı, görsel, işitsel materyal ile Madımak Oteli’nin külleri içinde söndürülmeye çalışan hakikatler, uzun soluklu, meşakkatli bir çalışma sonunda kurtarılabildiği ölçüde kurtarıldı. Devletle, milliyetçi ve dinci anlayışlarla aramızdaki hafıza savaşında sadece sözümüz yok şimdi yazımız ve veri merkezimiz var.
Son 30 yılın siyasal ve toplumsal açıdan yaşadığı değişim/dönüşüm sürecini etkileyen olaylar sıralanacak olsa ilk başta anımsanacaklardan biri 2 Temmuz 1993 tarihi ve Madımak katliamıdır. Alevileri/Aleviliği, ret, inkar ve imha politikalarının sürekliliğinin son örneklerinden biri niteliğindeki katliam, Alevilerin görünürleşmesi, örgütlülüğünün kurumsallaşması, eşit yurttaşlık talebinin yükselmesi bakımından da tarihi bir kırılmadır.
Ne var ki, böylesine derin etkiler yaratan bir kırım, yargılama aşaması tamamlanmasına rağmen tam olarak aydınlatılmış değildir. Şehir merkezindeki saldırgan bir eyleme 8 saat boyunca neden müdahale edilmediği/edilemediği sorusu, kamu görevlilerinin açıklamaları bulunsa bile hala karanlıktadır. Aradan 31 yıl geçti ama hala tamamlanmayan boşluklar, cevabını bulamayan sorular, adalet karşısına çıkarılmamış sanıklar ve hiç bilinmeyen failler var. Doğrusunu ifade etmek gerekirse ne devlet ne de toplum bu katliamla yüzleşti. Tam tersine katliamın yaşandığı Madımak Oteli, “utanç müzesi” talepleri hiç dikkate alınmadan kamulaştırılarak adı değiştirilerek “Sivas İl Özel İdaresi Bilim ve Kültür Merkezi” oldu. Böylece katliam mahalli haritadan silinirken, devlet ile dinci ve milliyetçi çevreler güya “kardeşliğin tesisi” adına zaten kendilerinin unuttukları katliamı, unutturma adına da hafıza savaşlarına giriştiler. Madımak Oteli’nin bilim ve kültür merkezine dönüştürüldüğü dönemde valilik yapan Ali Kolat’ın ifadesi “haritadan ve hafızadan” silme anlayışının çok çarpıcı ifadesidir.
Katliamı anmak üzere otel önüne gelen Pir Sultan Abdal Kültür Derneği yöneticilerine şöyle demişti Vali Kolat: “Madımak Oteli yoktur. Orası kültür merkezi”
Esas itibariyle birbirine rakip ideolojik çevrelerin kendi zaviyesinden hareketle inşa ettiği birbirine zıt “Madımak gerçekliği”nden söz edilebilir. Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya’nın da ifade ettiği üzere Sivas katliamı ‘düzlemsel çokluğa” sahiptir. Dolayısıyla sınıf mücadelesi, sosyalist hareketler, Kürt sorunu, İslamcılık, Cumhuriyet ve laik duyarlılık, emperyalist güçlerin Türkiye’yi bölme hevesleri, kimlik mücadelesinde henüz başlamış Alevileri sindirme bağlamlarında tek bir Madımak yoktur, birden fazla Madımak vardır.
O halde, 2 Temmuz dehşetinin içinden çıkmış olan ya da devletin seyirci kaldığı, adeta izlediği katliam sürecine tanıklık edenlerin Madımak’ı nasıl bir Madımak’tır?
Bugüne kadar, tanıklıklara dayalı Madımak anlatılarıyla bu soruya cevap arayan çalışmalar gerçekleştirildi; kitaplar yazıldı, belgeseller çekildi, çok sayıda haber yapıldı ama her biri kapsamı itibariyle çok sınırlı kaldı.
Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu ise katliamın 30. yıldönümü vesilesiyle tarihi bir görevi yerine getirerek ve de meşakkatli bir işe girişerek Madımak Katliamı Hafıza Merkezi projesini başarıyla sonlandırdı. Katliamın unutturulmaması ve kaybettiğimiz canların anılarının yaşatılması, Madımak dehşetinin tam olarak anlaşılabilmesi hem de Madımak gerçeğinin sadece Türkiye’ye değil dünyaya anlatılması için yola çıkıldı ve “sanal müze”, “dijital kütüphane”, “WEB belgeseli”, “belgesel” ve “sözlü tarih” kayıtlarından oluşan 5 ayaklı proje geliştirildi. Dijital kütüphanede katliamla ilgili yazılı, görsel, işitsel, resmi veya özel ne varsa hepsi toparlanarak tematik bir kütüphane oluşturuldu. Fotoğraflar, mahkeme dosyaları, TBMM tutanakları, raporlamalar, ağıtlar, türküler, yazılan şiirler ve kitaplar, akademik tezler gibi aklınıza gelebilecek ne varsa arşivlenerek açık erişime sunuldu.
Bu kütüphane, 2 Temmuz’la ilgili herkesin başvurabileceği referans noktası oldu/olacaktır. Çorum ve Maraş katliamı hakkındaki bilgilerin gazete haberlerinin ötesine geçmeyen kısıtlılıkta kaldığı, dava dosyalarına ulaşılamadığı hatta Maraş’ta katledilenlerin nereye defnedildiklerinin dahi bilinmediği dikkate alınırsa devlet ve Aleviler arasındaki hafıza savaşında galebe çalındığı rahatlıkla söylenebilir. Bir yangının külleri içinde söndürülmeye çalışılan hakikatleri bundan böyle kimse kolay kolay karartamayacaktır. Zaten projenin adının Madımak Katliamı Hafıza Merkezi olarak belirlendiği dikkate alınırsa Madımak’la ilgili yaşayan tanıkların, Alevilerin hafızası yazıya geçirilmiştir ki, bu da bir tür Alevilerin yazıyla imtihanıdır. Çünkü yazılı kaynakları olsa bile öğretisi de tarihi de sözlü kültüre dayanan Aleviler, kendi tarihlerini yazmaya başlamışlardır.
Sözlü tarih kayıtları, Madımak yangınını bizzat yaşayanlardan kayıp yakınlarına, dernek yöneticilerinden dönemin politikacılarına ve bürokratlara, esnaf kesiminden sağlık görevlilerine, basın mensuplarından hukukçulara kadar çok geniş bir isim listesinin tanıklığının kayda geçirilmesi bakımından eşsiz bir çalışmaydı. Olabildiği kadar bütün tanıklara ulaşılmak istendi. Ulaşılamayanlar oldu, ulaşılıp da görüşmeyi kabul etmeyenler de… Hepsinden önemlisi Madımak yangınının içinden çıkmış, o dehşeti yaşadıktan sonra uzun süre görünmemiş, kendi köşesine çekilmiş pek çok ismin yıllar sonra ilk defa konuşmuş olmalarıdır. Onların, toplumsal hafızaya yeni bilgiler ekleyen her bir anlatısı ve hatırası çalışma adına çok kıymetlidir.
Her çalışmanın “keşke”leri vardır mutlaka. Madımak Katliamı Hafıza Merkezi de “keşke”lerden muaf değil tabi ki… Keşke koşullar daha uygun olsaydı da daha fazla insan, daha fazla kamu görevlisi dinlenilebilseydi. Keşke, 30 yıl sonra değil de Madımak katliamının 20 veya 10’ncu yılında tanıkların çoğu yaşıyorken bu çalışma yapılabilseydi. Çünkü, iki yılı aşkın süreyi bulan Madımak Katliamı Hafıza Merkezi projesi kapsamında tanıklığına başvurulan üç canımız Hakka yürüdü. Sivas’ta kızları Yasemin ve Asuman’ı kaybeden Yeter Sivri, Nurcan Şahin’in babası Mahmut Şahin ve Madımak’tan sağ çıkan İlhan Cem Erseven, belgeselin ilk gösterimi yapıldığında bedenen aramızda değildi. Yaşadıkları tarif edilemez acılarıyla yıllar önce bu dünyadan göçen pek çok kayıp yakını ve tanık ise zaten hiç dinlenilemedi.
Dolayısıyla Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun uzun soluklu, masraflı ve meşakkatli olan ama kalıcılığı çok yüksek bu çalışma, bir yangının içinde yok edilmek istenilen hakikatleri kurtarabildiği ölçüde kurtardığı için takdiri hak ediyor.