Muharrem Matemi; yüzyıllardır Alevi dünyasında canlı bir şekilde yaşanmaktadır. Kuşkusuz 10 Ekim 680’de Yezit orduları tarafından alçakca ve acımasız bir şekilde öldürülen Hüseyin ve yakınların dramıyla birlikte, zülme biat etmeyerek direnen Hüseyin’in duruşu, mazlumlara, direnenlere cesaret vermiş, yol göstermiştir. Bu gerçeklikle beraber, gözden kaçırdığımız, ya da görmek istemediğimiz, bu tarihsel anlatı içerisinde Aleviliğin yavaş yavaş eriyor olmasıdır. Çünkü; bu tarihsel anlatı, Alevi teolojisiyle harmanlanıp, karmaşık bir duruma sokularak, Aleviliğin daha da anlaşılmaz bir duruma düşürülmesine imkan sunuyor. Zira; bilimsel doğrular ekseninde konu ele alınmıyor, Şii ya da Sunni (Muaviye ve Yezit’in yanlış yaptığını düşünen Sunni ) Ülemanın bu vahşetle ilgili tarihsel anlatılarının yanında, Sunni ve Şii inançsal değerleri de el altında, muharrem sohbetlerinde insanlara şırınga ediliyor. Peki gerçek ne? Aleviler olarak biz bunu nasıl okumalıyız?
Yazar: Metin Mat
Bir kere çok acılı bir tarihsel dönemeç, büyük katliam ve vahşet. Kaldı ki insanlık böylesi vahşet ve katliamları hep yaşadı, yaşamaya da devam ediyor. İslam dünyasında oluk oluk kan akmış, akmayada devam ediyor. Peki Kerbela’yı unutulmaz kılan, Hüseyin’in duruşunu yücelten ne? İslam’da bölünme Hz. Muhammed’in ölümüyle başlar, bazıların üfürdüğü gibi Sıffın savaşıyla değil. Hz. Ali; müslüman olan herkesin, adaletten, haktan, ganimetlerden eşit yararlanmasını, Ebubekir, Ömer, Osman, Muaviye geleneği ise, Arabin emrinde, halifeye, iktidara bağlılık esasina göre bir paylaşımı esas aldıkları noktasında ki ayrımdır ve bu bir iktidar mücadelesidir. Yani inanç ve itikatla ilgili bir ayrışma, bir çatışma yoktur. Ali taraftarlarının çoğunlukla yoksullardan, arap olmayan müslamanlardan oluşması tesadüfü değildir. Bu geleneği en iyi şekilde, korkusuzca ve ölümüne direnerek savunanların başında da Hz. Hüseyin gelir. Hz. Hüseyin’in önemi, bu geleneği sürdürmesi ve zülme biat etmemesidir. “Yezite biat edip onursuz yaşayacağıma, şerefimle ölmeyi tercih ederim.” sözü bütün ezilenlerin, yoksulların, isyan edenlerin esin kaynağı olmuş ve günümüzde Hüseyni duruş olarak ifadesini bulmuştur. Bu mücadele kararlılığı, cesareti,önemlidir, sahiplenilmelidir. Ancak, bunun iktidar amaçlı mücadele olduğu, teolojik bir mücadele ya da itiraz olmadığıda bilinmelidir.
Aslında bu tarihsel anlatımlarda, işin içine çokca hikayeler ilave edilmiş, ve özellikle şiiler tarafından propaganda amaçlı kullanılmak amacıyla duygusallık çokca öne çıkarılmıştır. İslam tarihinden azade ele alınmış, İslam çoğrafyasında adeta akan kan Muaviye, Yezit üzerinden görmezden gelinmiş ya da gözden kaçırılmıştır. İnsanlar kılıç zoruyla müslümünlaştırılmış, devlet olduktan sonrada iktidar için oluk oluk kan akmış. Öyle ki; “Asr-i Saadet dönemi” diye adlandırdıkları 4 Halife döneminde ki dört Halifeden üçü suikast sonucu öldürülmüştür. Hz. Ali’nin Halife olmasına itiraz eden Hz. Muhammed’in eşi Ayşe ve yanında (Hz. Ali’nin eski dostları) Zübeyr, Talha savaş ilan etmiş, oluk oluk kan akmış, Sıffın savaşında (Hz . Ali, Muaviye arasındaki savaş) yine oluk oluk kan akmış, bu savaşta (Hz. Ali’nin Muaviye anlaşmasına– Hakem olayına itiraz eden) Haricilerin büyük bölümünün daha sonra Hz. Ali tarafından öldürüldüğü biliniyor. Muaviye ve Yezit’in döktüğü kan, yaptığı zülüm kuşkusuz derin izler bırakmıştır, Ha keza iktidarı Emevilerden alan Abbasilerde aynı şekilde acımasızca kan dökmeye devam etmişlerdir. Öyle ki; Muaviye ve Yezit başta olmak üzere, Emevilerin ileri gelenlerin mezarları açılmış çıkartılan kemikler sokaklarda köpeklere atılmıştır. Çağımızda, 35 yıl önce İran-Irak savaşına bakın, bir milyondan fazla müslüman öldü. Taliban’a, El-Kaide’ye, El-Nusra’ya, Boko Haram’a, Işıd’e bakın. Madımak’a bakın, Ankara’nın göbeğinde patlayan bombaya bakın. Son 10 yılda savaşlarda ölen müslüman sayısı 11 Milyon. Bunun 1 Milyonu müslüman olmayanlar tarafından öldürülmüş, diğer 10 Milyonu bizzat kendisine Müslümanım diğen kardeşleri! Tarafından öldürülmüştür. Bu İslam tarihidir ve bu kılıç Anadoluda, Mezopotamyada Alevilerin, Kızılbaşların başınada rafizi, zındık, kafir diyerek inmiş nice Kerbelalar yaşanmıştır. Peki gereçek bu iken, bunu Alevi tarihi diye anlatmak, Alevilik diye yutturmak Aleviliği inkar değildi nedir?
Kerbela’yı, Muharrem sohbetlerinde bu tarihsel sığlıkla ele almanın sonuçları üzerinde durulmuyor. Bu anlatım; Aleviliği; gözyaşıyla, ağlamakla, çaresiz, umutsuz, yezite lanet okuyarak kaderine razi hale getirdi, getiriyor. Bunun sonucu ise teslimiyettir. Bu teslimiyet bayrağını çekenlerin, “Yaşadığımız toplum sunni, biz bunların içinde kendimize yer açmazsak bizi yok ederler.” diyerek, benzeme gayretlerini görüyoruz. Bu benzeşme Kerbela’ya dökülen gözyaşımız, acımız, kederimiz aynı propagandandasıyla kurnazca yapılmakta. Burda Yol’a sahip çıkma yok, direnme yok, itiraz yok. Elbette ki bu teslimiyettir, ihanettir.
Bu anlatım; sadece karşısındakinden nefret eden, ondan kaçan, ama aynı zamanda kendi gerçekliğinden de kaçan sinik, korkak bir kişilik yaratır.
En önemliside, bu anlatım Aleviliğin anlaşılmasını, gelişmesini tökezledi. Aleviler; fikirsel dünyasında kuraklık dönemine girdiler. Felsefik tartışmalardan uzak, teolojisinden bi haber, yaşadığı dünyaya, toplumuna yabancılaşan bir durum ortaya çıktı. Günümüzde; “ Niye bir Hace Bektaş, Pir Sultan, Nesimi yok.” diye söylenende anlatılmak istenen de bu aslında. Dergahlarda, Pir Evlerinde, Yol’u derinliğine anlama-anlatma, fikirsel zenginliği yaratma, felsefik bir duruş ortaya koymak yerine, yukarda bahsettiğim tarihsel anlatıyla, Aleviliğin öğrenileceği ve yaşanılacağı düşünülüyor. Bu büyük yanılgı. Ama gözden kaçan, ya da kaçırılan, Alevi inancında ki; Tanrı, insan,Peygamberlik, Kur’an, Cennet, Cehennem, Ahiret, Cihat, İbadet vs. anlamı yerine, İslami (Sunni-Şii) yorumu kurnazca Alevilere kabul ettirme tehlikesi. Kimi misyonerlerin bunu bilinçli yaptığını biliyoruz. Ama buna bilinçsizce alet olanların bunu görmesi gerekir.
Hünkar; “İlimden gidilmiyen yolun sonu karanlıktır.” der. Geçmişte, köy koşullarında bu ve benzeri şeyler anlatılmış olabilir. Okuyan-yazanın çok az olduğu, konuyla ilgili kaynaklara sahip olmanın adeta imkansız olduğu düşünüldüğünde bu normal görülebilinir. Ama günümüzde herkes istediğinde istediği bilgiye ulaşabilir. Gerek tarihsel, gerekse inançsal bu anlatılarda ki çelişkiler, yanlışlar,hurafeler bilince çıkarılmazsa, Kurumlarımız, İnancımız, mücadelemiz büyük zarar görür. Demem o ki, gidişat iyi değil. Gerçekci olalım, kafamızı kuma gömmekten vaz geçelim. Dört bir taraftan çevrilen, adeta nefessiz bırakılan Alevilere dayatılan asimilasyona biz içimizde, içerde bilerek ya da bilmeyerek hizmet ediyoruz biline.