Cumartesi, Mayıs 4, 2024

Laik Eğitim Laik Yaşam Vazgeçilmezimizdir

Date:

İlhan Yiğit – Felsefe Öğretmeni

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 280. sayısında yayınlanmıştır.

21 yıllık AKP ve saray iktidarı siyasal İslamcı kodlarına uygun davranmayı Mayıs seçimlerinden sonra hızla artırmaya başladı. Eğitimin ve toplumsal yaşamın şeri kurallara göre biçimlendirilmesine yönelik uygulamalar, eğitimin bütün kademelerinde ve toplumsal yaşamın her alanında karşımıza çıkmaya başladı. Ülkemizde özellikle son yıllarda Anayasa’nın adeta askıya alındığını, yasa ve mevzuatın doğrudan siyasal iktidarın siyasal İslamcı ideolojisine göre talimatla hareket ettiği bir süreçten geçiyoruz

22 yıllık siyasal İslamcı iktidar ve yanaşığı olan ırkçı- faşist MHP Milli Eğitim Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı, dini vakıf ve dernekler arasında şimdiye kadar çok sayıda iş birliği protokolü imzalandı. Geçtiğimiz yıllar içinde okullarda hayata geçirilen ortak protokoller üzerinden eğitimi dincileştirme süreci hızlanırken, laik eğitimi ve laik yaşam tarzını doğrudan hedef alan uygulamaları adım adım hayata geçirdi.

Son yıllarda MEB ve vakıf-cemaatlerle imzalanan protokollerin birer birer iptal edilerek mahkemelerden geri dönmesi karşısında iktidar bu sefer MEB, DİB ve GSB ile merkezi bir protokol imzalayarak eğitimdeki dinci gerici süreci yeni bir evreye aktarma yoluna gitti. “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi” (ÇEDES) adındaki bu protokolle eğitimde laiklik karşıtı dinci  süreç örülmeye çalışılıyor.

Bu protokolde değerler ile kastedilen sevgi, barış, kardeşlik, yardımlaşma vb. gibi değerler değil dini esaslara bağlı değerlerdir. Çünkü protokolün taraflarından biri olan Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluş gerekçesi dinin kurallar ve değerlerin topluma kazandırılması ve davranışa dönüştürülmesidir. Eğer kastedilen toplumsal değerler yardımlaşma, dayanışma, sevgi, barış vb. ise 100 yıllık MEB’e bağlı okullarda tüm derslerde bu değerler zaten işlenmekteydi.

PROJE İLE NE YAPILMAK İSTENİYOR

  • Proje ile bilimsel alanda herhangi bir uzmanlığı bulunmayan kişiler okullara sokulmak istenmektedir.
  • Eğitim faaliyetleri, dinsel kimliği ön planda olan kişilere teslim edilerek eğitimin ders içi ve dışı faaliyetlerle tamamen dinselleştirilmesi amaçlanmaktadır.
  • Öğrencilere değerler eğitimi adı altında çeşitli adlar altındaki görevlilerce eğitim verdirilmesi, okullardaki diğer öğretmenlerin evrensel ve toplumsal değerlerden yoksun olduğunu düşündürmektedir ki bu durum 100 yıllık Cumhuriyet’in eğitim kurumlarını, okullarda bulunan öğretmenlerin varlığının sorgulanmasına, şimdiye kadarki her türlü aydınlanmacı, bilimsel, özgürlükçü düşünüş, düşünürlerin gereksizliği anlamına gelmektedir.
  • İmam, Kuran kursu öğreticisi gibi lise öğrencilerinden daha düşük bilgi seviyesine sahip veya din bilgisi dışında bir bilgiye sahip olmayanların okullara sokulmak istenmesi, eğitim niteliğinin çok daha fazla düşmesine ve kamusal eğitimden halkın nitelikli bir şekilde yararlanması imkânsız hale gelecektir.
  • Okullarda rehberlik ve psikolojik danışmanlık adı altında istihdam edilen alan uzmanı öğretmenlerin yerine manevi danışman görevlendirilmesi akla ve bilimsel esaslara dayalı olarak yapılması gereken eğitime aykırı bir durumdur. Protokol ile Diyanet İşleri Başkanlığına verilen öğrencilerin moral ve motivasyonlarını artırıcı manevi rehberlik hizmetlerinde bulunmak görevi ile Diyanet İşleri Başkanlığı personelinin hali hazırda okul rehberlik öğretmenleri ve sınıf rehber öğretmenleri olduğu halde okullara görevlendirilmesi eğitim niteliğinin dinselleştirilmesi ve öğretmenlik mesleğinin yerini din adamlarının alması anlamına gelmektedir.
  • Okullarda “değerler kulübü kurularak” (bu kulübün başında din görevlisi olacak) bu kulüpler aracılığıyla pek çok faaliyetin örgütlenmesi gerçekleştirilecek. Bu kulüp sadece sorumlu öğrencilerin faaliyet yürüttüğü yer değil din polisliği diyebileceğimiz nitelikte takipleri olacak değerleri zayıf öğrencileri ıslah edici işler de yapabilecek. Çocukların yaz okulu, kamp, Kuran kursu vb. adlar altında eğitim almalarının olanağı açılacaktır. Ayrıca her ay Diyanet’in görevlileri velilerle düzenli toplantılar yaparak veli işbirliğini sağlayacaktır. Böylelikle dini değerlerin ailede karşılık bulup bulmadığı da test edilmiş olacaktır.
  • Proje ile kamu eğitiminin dinselleştirilmesi ve niteliğinin düşürülmesi aynı zamanda kamu okullarından özel okullara öğrenci akışını sağlamaya yönelik sermaye sınıfının karlılığını artırmaya yönelik bir çabadır. Bu uygulama ile önümüzdeki dönemde özel okullara yönelimin artacağını söylemek ve bunun aynı zamanda eğitimde özelleştirmenin bir ayağı olarak görmek mümkün. Ancak içinden geçtiğimiz ekonomik krizi düşündüğümüzde bu çok sınırlı olacaktır. Esas olarak halkın büyük bölümünün açlık ve yoksul olduğu gerçeğinden hareketle bu uygulama ile yoksul ailelerin çocukları nitelikli, sorgulayıcı, özgürleştirici eğitimden mahrum bırakılacaktır. Kaderci, şükürcü, sorgulamayıp biat eden bir nesil yaratarak yoksullaştırıp yoksulluğu yöneterek kendi dinci (şeriatçı) sistemlerini kurmak istemektedir.

ÇEDES’E NEDEN KARŞIYIZ?

Laikliğe, Tevhidi Tedrisat Kanununa, MEB Temel Kanununa ve Yasalara Aykırı Olduğu İçin

Bu protokol, Anayasa’nın laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı, “Anayasanın Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğu ilkelerine, ‘din ve vicdan hürriyeti’ başlıklı maddesindeki “devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel düzeninin kısmen de olsa din kurallarına dayandırılamayacağı” Anayasa’nın değiştirilemez, değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen başlangıç ilkelerine aykırılık taşımaktadır.

Anayasaya, 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu, 7354 Öğretmen Meslek Kanunu, 222 sayılı Eğitim ve Öğretim Kanunu, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile 652 sayılı Millî Eğitim Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’ye aykırıdır.

Nitelikli Bilimsel Eğitim İçin

Ebeveynlerin ve çocukların eğitimden temel beklentisi nitelikli bilimsel eğitimdir. Bugün kamu okulları bu beklentileri karşılamamaktadır. Ancak bugün eğitim toplumsal ve sınıfsal bölünmeyi derinleştirmektedir. Yoksul ailelerin çocuklarına “başarı” şansı sunulmamakta, işçilik çeşitli biçimde okulda başlamaktadır. Okul öncesi eğitim, eğitimin tam zamanlı olmaması, kamu kreşleri olmaması pek çok aileyi çaresiz bırakmaktadır. Bu nedenle öncelikle MEB’e, okullara, öğretmenlere, laboratuvarlara, eğitimcilere kaynak ayrılmalı, eğitim tüm çocuklara nitelikli bilimsel şekilde verilmelidir. Okul öncesi eğitimden başlayarak eğitim hakkının gereğini yerine getirmeyen iktidar, bu işleyişi olağanlaştırmak üzere karşımıza ÇEDES gibi çocuklar üzerinde olumsuz etkiler bırakacak projelerle çıkmaktadır.

Çocukların Özgür ve Sağlıklı Bireyler Olarak Yetişmesi İçin

ÇEDES protokolü kapsamında ‘manevi danışman’ adı altında din görevlerinin eğitim öğrenim hayatına dâhil edildiği, ‘abi-abla’ gibi tarikat, cemaat ifadelerinin rol model olduğu, protokolün süre sınırlılığı olmaması üzerinde değişiklikler ve ilaveler yapılabilir olması ve hukuki belirlilik ilkesine aykırı oluşu ile protokolde bahsi geçen din görevlilerine yetki-sorumluluk birliği ilkesi gereği öğretmen görevi ve sorumluluğu verilemeyeceği hususları ile bilimsellik ilkesine aykırı bir durumu  oluşturmaktadır.

ÇEDES ile pedagojik eğitimi olmayan, çocuklara nasıl yaklaşacağını bilmeyen kişiler değerler eğitimi adı altında çocuklarla bir araya gelecek. Bu buluşmalar (çeşitli örnekleri olduğu üzere) okul dışında da gerçekleşecek. Çocukların güvenliği, okul içinde bulundukları süre, eğitimsiz kişilerce bir arada olmaları pedegojik açıdan uygun değildir.

Hiçbir toplum birbirinin aynı ve tamamen aynı düşünen, aynı inancı paylaşan, aynı manevi değerleri benimsemiş insanlardan oluşmamaktadır. Laiklik anlayışı gereği farklı inanç, düşünce ve değerler karşısında tarafsız olması gereken bir devletin sadece bir dinin ve mezhebin öğretilerini, sadece belli bir inancın benimsediği manevi değerleri tüm okullarda ‘tek doğru’ olarak öğretmeye çalışması doğru bir uygulama olmadığı gibi, farklı inançtan öğrencilere yönelik açık bir dayatma ve ayrımcılıktır. Çocukların bir arada özgürce yetiştiği bir ortamın güvencesi laik eğitimdir.

Ayrıca küçük yaşta din eğitimi üzerine yaklaşım bilimsel olarak din öğretiminin çocuklar için uygun olmadığıdır. Soyut- somut kavram farkının ayırt edilemediği küçük yaş grubunda çocuklar için din eğitimi psikolojik olarak doğru değildir. Çocuklar ve gençler üzerinde yapılan çeşitli araştırmalar, erken yaşta verilen dini eğitimin çocukların hayal güçlerini baskıladığını, bağımsız ve eleştirel düşünebilme becerilerini engelleyici nitelikte olduğunu ortaya koyuyor. Ayrıca 7 yaş altındaki çocuklara verilecek eğitimin soyut kavramlar üzerinden değil, somut uygulamalar ve interaktif yöntemlerle işlenmesi gerektiği belirtiliyor. Din görevlilerinin ise bunu sağlayabilecek bir pedagojik formasyonu bulunmuyor

Ülkemizde Farklı İnanç Gruplarını Yok Saydığı İçin

Ülkemizde birden farklı inanç grupları vardır. Farklı dinlere mensup insanlar olduğu gibi farklı mezheplere mensup insanlar da vardır. Bunların varlığı Anayasa’nın laiklik ilkesi ile garantiye alınmıştır. Oysa bu protokolle sadece Müslümanlık onun da Sünni mezhebinin Hanefi yorumu esas alınmıştır. Değerler olarak sadece Müslümanlık düşünülmüştür.

Türkiye’de Osmanlı’nın tek dine dayalı teokratik yağışı Cumhuriyet’le birlikte çok önemli değişim geçirdiği, laikliğin önemli bir  kazanım olarak toplumsal tarihsel sürecinde yer aldığı görülür. Diyaneti İşleri Başkanlığının kuruluşu Anadolu coğrafyasında çok inançlı toplumsal yapıyı tek inanç, tek mezhep anlayışına göre kurulması belli sorunları beraberinde getirmiştir. Diyanet ile birlikte devlet eliyle Sünnilik mezhebinin örgütlenmesi, diğer inançları, mezheplerin yok sayılması ile gelinen nokta itibarıyla Türkiye’de tarikat, cemaat aracılığı ile siyasal İslamın menbaı haline gelmiş, 12 Eylül darbesinin rejimin Türk İslam ideolojisini resmi ideoloji haline getirmesi ile siyasal İslam iktidarı ele alabilecek denli semirerek güçlenmiştir. Din derslerinin okullarda zorunlu olarak Anayasa’da yer alması zaten sorunlu olan laikliğin AKP’nin iktidara gelmesi ile yıllardır bizzat iktidar eliyle hayata geçirilen anti laik uygulamalar eğitim eliyle toplumu şeri esaslara göre düşünme ve yaşamaya yönlendirmeye çalışılmıştır.

Saray iktidarının seçimlerden hemen sonra kendi şeriatçı siyasal-ideolojik hedeflerine ulaşmak için hayata geçirmeye çalıştığı ÇEDES ve benzeri projeler yoluyla çocuklarımızın araçsallaştırılarak bir parçası haline getirilmesini asla kabul edilemez. Bunun için eğitimin tüm bileşenleri (öğrenci-veli-öğretmen) ve tüm demokratik kamuoyu ile birlikte bir mücadele süreci örülmelidir.

Tüm okulların dinci gerici içerikli faaliyet ve etkinliklerin yerine laik, bilimsel, demokratik, ana dilinde nitelikli kamusal eğitimin yerleri haline getirmek temel bir yaklaşım olarak benimsenmelidir.

Bu bağlamda laiklik faşizmin giderek kurumsallaştırılmaya çalışıldığı günümüzde demokrasinin, patron karşısında tüm haklarını kullanmak için mücadele eden emekçilerin ( sınıfın) tekçi (tek din, tek mezhep) faşist zihniyetin karşısında özgürlüğü ve elbetteki ayrımcı politikalar karşısında eşitliği savunabilmenin en temel zemini ve aracı olarak önümüzde durmaktadır. Laiklik eğitim, laik yaşam vazgeçilmezimizdir!  

Paylaş

spot_img

İlginizi çekebilir

Bunlara baktınız mı?
Benzer Başlıklar

Selma Orundaş: Eşikteki ile Döşektekinin Kudreti

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 285. sayısında yayınlanmıştır. “Yol cümleden...

Madımak Katliamı Hafıza Merkezi Belgesel Filmi

BİLGİLENDİRME Sevgili Canlar, Madımak Katliamı Hafıza Merkezi Belgesel Filmi 2 Temmuz'da...

Özge Göncü: İyi Olmamızın Mücadele İle Ne Alakası Var?

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 285. sayısında yayınlanmıştır. Çetin mücadele...

Zeliha Korkmaz: 2024 Perspektifi Kadınlar İçin Mümkün Mü?

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 285. sayısında yayınlanmıştır. Geride bıraktığımız...

Alevilerin Sesi dergisine abone olmak ister misiniz?