ÇEDES

Laiklik Kadınlar İçin Neden Önemli?

/

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 280. sayısında yayınlanmıştır.

Av. Hulya Gulbahar

Hülya Gülbahar (Avukat-Eşik Gönüllüsü)

İktidar sürekli olarak Medeni Yasa ve Anayasada değişiklik yapılmasından hatta bunların sil baştan yeniden yazılmasından söz ediyor. Muhalefet partilerimizde ise inanılması zor bir sessizlik ve kayıtsızlık var. Oysa laiklik, herkes için ve tabii ki kadınlar için öncelikle hayat hakkı demek. Çünkü muhaliflere, farklı inançtakilere, kadınlara, LGBTİ+lara yönelik nefret söylemlerinin ardında laiklik karşıtlığı, kendi dini inancını, faşizan dünya görüşünü herkese dayatma; karşı çıkanları da yok etme, imha etme politikası var. Laiklik karşıtları genellikle bilime de karşı oldukları için eğitim müfredatı ana okullardan üniversitelere bilim yerine hurafelerle doldurulduğu için bilimden kopuk mühendisin yaptığı binada, sülüklerle kafayı bozmuş bir doktorun elinde ölebilirsiniz ya da bindiğiniz uçağın pilotu kokpitte namaz kılmak istediği için hayatınızı kaybedebilirsiniz. Laiklik hayat hakkıdır. Hayatta kalmayı başardığınız anda da eşit ve özgür insanlar olarak yaşama hakkı… Bu nedenle onurumuz,vazgeçilmezimiz. 

Zeliha Altinbas

Zeliha Altuntaş (DaF/ DaZ Dozent-Eşik Gönüllüsü-Alevilerin Sesi Dergisi Genel Koordinatörü)

Ekonomik kriz, iklim krizleri, savaşlar gibi otoriterleşmeyi tetikleyen çoklu krizlerin, gelir eşitsizliklerini ve derin yoksulluğu artırdığı, farklı kültürel, etnik, inanca dayalı ve cinsel kimlikler arasındaki çatışmayı da büyüten sosyal istikrarsızlığın baş gösterdiği bu süreçte, çürümeye yüz tutmuş iktidarın “ötekileştirici”, “kutuplaştırıcı” ve “düşmanlaştırıcı” politikaları ve nefret söylemlerini giderek artırdığı ve “laikliğin ortadan kaldırılması” ve “siyasal İslamcı otoriterleşme” gibi tehlikelere yol açan düzenlemeler için anayasa değişikliği teklifini reddediyoruz. Zira anti demokratik ve hukuk dışı ortamda demokratik anayasa yapılmayacağını biz de biliyoruz. Demokrasi için, anti-militarist, anti-kapitalist, anti- emperyalist bir hareketin bu ülkeye barışı getireceğinin inancıyla…

Av. Dr. Ozlem Altiok Sosyolog

Dr. Özlem Altıok (Sosyolog, Eşitiz ve Eşik Gönüllüsü)

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en cinsiyetçi ve gerici Meclisi’nin hedefinde “aile hukuku” yani Medeni Yasa var.  Hedefte Anayasayı değiştirmek var.

Eşitlik için Kadın Platformu – EŞiK’in vurgulaya geldiği gibi: Siz önce mevcut yasaları uygulayın. Kadına karşı şiddeti, cins kırımını önleyin. Anayasayı uygulamayanlar, uygulamak bir yana her fırsatta çiğneyenler, anayasa yapamaz. 2022’nin Aralık ayında, iktidar 24. ve 41. maddelerde değişiklik önermişti, hatırlayalım. Feministler olarak, kadın hareketi olarak bizler bu konuda çok tutarlı ve kararlı davrandık, davranmaya devam ediyoruz. “Anayasa değişikliğine tartışmasız hayır” diyoruz. 700 kadar sivil toplum örgütünün desteklediği bir imza kampanyası yürüttük EŞiK olarak. “Yasalara dokunma, uygula!” diyoruz.

Toplumsal muhalefetin direğiyiz, bu açık. Peki ya siyasi muhalefet? “Düzenlemeler önümüze gelsin, bakalım” gibi demeçler değil esaslı bir muhalefet bekliyoruz. Siyasi muhalefetin silkelenmesi, iş işten geçmeden kendine gelmesi gerekiyor. Tarihi bir eşikteyiz çünkü.

Av. Selin Nakipoglu

Selin Nakıpoğlu (Avukat-Eşik Gönüllüsü)

Ağır bir süreçten geçiyoruz. Ülkemiz 2023 Mayıs seçimlerinin ardından AKP bloğunun ve tarikatların gerici kuşatması altında. Hepimizin üzerinde hayati sorumluluk var. Laik düzene hız kesmeyen saldırılar var oysa laiklik tüm dünya insanlarının kazanımı. Aklın dinsel düşünce karşısında özgürleşmesi çok büyük bir kazanım. Hele kadınlar için daha da önemli. Zira siyasal İslam politikalarının ana gündemi kadınlar. Kadınlarla ilgili düzenlemeler İslamcı politikaların her zaman göbeğinde yer alıyor.

Kadınların eğitim hakkından çalışma hakkına, sanat yapmasından spor yapmasına kadar tüm haklarımıza sistematik saldırıların olduğu bir süreçte Eşik’li kadınlar olarak meclisin açılış gününde mecliste olarak, kadınların dayanışmasının yine yeniden altını çizdik. Zira biz kadınlar hayatlarımıza sahip çıkıyoruz ve haklarımızdan vaz geçmiyoruz. 

Kadınların ekonomik, sosyal ve kültürel bağımsızlığını engelleyecek nitelikteki anayasa değişikliğine engel olmanın öneminin altını çizeceğiz, bu değişikliğinin kabulü halinde LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılığa ve nefret söylemine zemin yaratılacaktır ve Anayasa’nın 10. maddesi ile çelişki ortaya çıkacaktır. Anayasanın 24. ve 41. maddelerde dillendirilen söz konusu değişiklikle özel ve toplumsal yaşamı Taliban çizgisinde yeniden yapılandırmayı hedefleyenlerin önü açılacaktır. Buna muhalefet partileri net bir karşı duruş sergilemelidir.

Biz kadınlar hayatlarına sahip çıkıyoruz ve haklarımızdan vaz geçmiyoruz. Bu sözümüzü tüm Türkiye’ye ve dünyaya bir kez daha hatırlatacağız. 

Birlikte güçlüyüz! 

Serap Dalkilic

Serap Dalkılıç (EŞİK Gönüllüsü)

Laiklik kadınlar için nefes almaktır. Özgür yaşam güvencesidir. Kadınlar özgür birey olarak toplumda var olma çabası verirken, ancak laik ve eşitlikçi  bir düzende kendilerinin güvenli alanda olduğunu hissedebilirler. Bu düzeni kurabilmek için yıllardır sürdürdükleri mücadeleyi hız kesmeden sürdürecekler. Ve istediğimiz, hayal ettiğimiz bu düzen yine kadınlar sayesinde olacak.

Serpil Akpinar Sol Feminist Hareketi

Serpil Akpınar (Sol Feminist Hareket-Eşik Gönüllüsü)

Coğrafya değişiyor, dinler farklılaşıyor ama kadınlara ve LGBTI+lara yönelik düşmanlık, ayrımcılık değişmiyor; kendine özgü tahakküm biçimleri geliştirse de birçok ülkede ortak özellikler sergiliyor. İstanbul Sözleşmesinin feshedilmesi, karma eğitimin tartışmaya açılması ve Anayasada yapılmak istenen değişiklikler dinci gericiliğin dindar toplum yaratma doğrultusunda toplumsal cinsiyet ilişkilerini yeniden düzenlemeye, mücadele ile kazandığımız haklarımızı ortadan kaldırmaya, Cumhuriyet değerlerine en önemlisi laikliğe karşı karanlık bir gündemdir.

Anayasada yapılması düşünülen değişiklik medeni haklarımıza, özgürlük ve eşitlik mücadelemize yönelik olmakla birlikte bu değişiklikle kadınların toplumsal yeniden üretim rollerini itirazsız yerine getirmeleri ve gasp edilen karşılıksız emekleri ile neo-liberal kapitalist sisteme su taşıma, sistemi güçlendirerek devam ettirme amaçlanıyor.

Dolayısıyla anayasa değişikliğine karşı yürüttüğümüz mücadele hem dinci gericiliğe karşı eşitlik, özgürlük ve laiklik mücadelesidir hem de sermayeye teslim olmama mücadelesidir.

Leyla Solmaz

Leyla Solmaz (Avrupa Alevi Kadınlar Birliği Genel Başkanı)

Devletin dini olmaz! Laiklik, farklı inançların ve demokrasinin nefes kanalıdır. Laiklik olmadan demokrasi olmaz.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında laiklik ilkesi olmasına rağmen ülke maalesef Sünni inancına göre yönetilir oldu. Laiklik sadece Anayasada yazılı bir metne dönüştü. Keza Cumhuriyet aynı akıbeti yaşıyor.

Anayasanın değiştirilmesi dahi teklif edilemez denilen maddeleri 

göz göre bir bir yok ediliyor. Laik, demokratik, sosyal hukuk devleti anlayışından tamamıyla uzaklaşılmıştır. 20 milyon insanın açlık çektiği

bir rejim sosyal devlet olarak adlandırılamaz.

Sivas, Madımak katillerinin  affedilmesi ve Alevi kurum başkanlarına operasyon yapmak ve dünyanın en barışçıl gösterisi olan Gezi eylemlerini gerekçe göstererek 

suçsuz insanları tutuklamak,

seçilmiş milletvekili Can Atalay’ı, Selahattin Demirtaş’ı ve belediye başkanlarını rehin tutmak, hukuk devleti ile bağdaşmıyor.

Bizler, bu ülkeye demokrasi, laiklik, barış, eşit yurttaşlık hakkı gelinceye kadar mücadelemizi sürdüreceğiz.

Ozlem Kara 2

 Özlem Kara (Almanya Alevi Kadınlar Birliği Genel Başkanı)

Değerli Canlar,

Özellikle biz kadınlar için çok değerli olan eşit, laik ve demokratik bir ülkede yaşamak çok önemli. Eşit haklara sahip olmak ve demokratik bir toplumda yaşayabilmek için bizler de elimizden geldiğince haklarımızı savunmalı ve korumalıyız. Kendi ülkemizde olması gereken ve yaşadığımız ülkelerde de kadın iradesini, özgürlüğümüzü savunmalıyız. O yüzden bizler Almanya Alevi Kadınlar Birliği olarak “eşit temsiliyet”in  Almanya‘ya getirilmesinde ilk adımızı attık. Kadın yapabilir mi, zaman ayırabilecek mi, bizleri temsil edecek mi düşüncelerine;  evet kadınlar da bu görevi yapabilecek ve yapmak istiyoruz diye haykırıyoruz. Eşit temsiliyetin yaşadığımız ülkede de kabul edilmesini temenni ediyoruz.

Aşk ile…

Gulay Kurtyigit4

Gülay Kurtyiğit (AABK Genel Sekreteri-Avukat)

Türkiye’de tüm insanlar için yaşam alanları her geçen gün daha da daralıyor. Anayasal ve uluslararası anlaşmalarla güvence altına alınmış olan temel insan hakları ve özgürlükler kullanılamıyor. Birçok insanın temel insan hakları ve özgürlükleri yok sayılıyor. Güç kuvvetleri kaldırılarak, tek adam rejimiyle yönetilen anti demokratik bir ülkeye dönüşen Türkiye’de yıllardır azınlıklar, muhalifler, kadınlar ve LGBTQ+lar başta olmak üzere toplumun büyük bir kesimi en ağır hak ihlallerine maruz kalıyor.  Toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine temellenen İstanbul Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmeden çekilerek kadın hakları ihlalleri ve kadın cinayetlerinin artmasına dayanak oluşturulmuştur.

Eşit ve özgür bir yaşamın koşulu olan anayasa ancak hukuk kurallarını tanıyan ve uygulayan bir anlayışla tartışılabilir, bu nedenledir ki, bu hükümetle anayasa yapılamaz!!!! Anayasa değişikliğine güçlü bir şekilde hep birlikte hayır demeliyiz.

Dilek Incedal Britanya ABF Esit Baskani

Dilek İncedal (Britanya Alevi Birlikleri Federasyonu Eşit Başkanı)

TC Anayasasına göre laik devlet ilkesini benimsemiş ve buna göre de din ve vicdan özgürlüğünü yasal güvence altına almış görünse de Diyanet İşleri Başkanlığının varlığı ve konumlandığı yer olarak laiklik kavramınının da içi boşaltılmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde paralel bir devlet yapılanması ile sağlıktan, eğitime tüm alanlarda dinselleştirilmiş uygulamalar görülmektedir.

Bugün AKP-MHP ittifakı  göstermelik laikliği tümüyle tasfiye ederek siyasal İslamcı bir rejim kurmak için  anayasa değişikliğini gündeme getirerek devleti Türk İslam sentezinin ideolojik-politik hedefine göre dizayn etmeye çalışıyor. Çedes protokolü ile laik eğitim hakları ellerinden alınıyor. Parasız, bilimsel, demokratik eğitim, anadilde eğitim her çocuğun hakkı olmalı. Devlet kimliklerden, inançlardan elini çekmelidir.

“Biz kararlıyız eşit, özgür ve güzel ülkemizi kuracağız.”

Songul Tuncdemir

Songül Tunçdemir (Eğitimci)

Ülkemizde laiklik, TC Anayasanın değişmez maddeleri arasında yer alan ama diğer değişmez-çelişkili maddeler ile önü kesilen ve hiçbir dönem hayata geçirilemeyen bir kavram. Bu çelişkiler nedeniyle Türkiye deki siyasal sisteme hakim olma ve devlet kaynaklarına el koyma aracı haline getirilmiştir. Farklı din ve inançların kendilerini ifade etme olanağının olmadığı, hatta farklı olanların fiziki, psikolojik ve ekonomik şiddete maruz kaldığı ülkemizde iç huzurun sağlanması için çoğunluk değil çoğulculuk ilkesini esas alan demokrasi ile güçlendirilmiş yani özgürlükçü laiklik ve uluslararası sözleşmelere uygun bir anayasa düzenlemesine ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Devlet, bütün din ve inançlar konusunda nötr olmalı, ayrımcılık yapmaktan uzak durmalıdır. Özgürlükçü laiklik, ülkemizde yaşayan tüm inançlar için hayati önem taşımaktadır. 

Nilgun Mete Gazeteci2

Nilgün Mete (Gazeteci)

Laikliğe ekmek, su, hava kadar ihtiyaç duyduğumuz günlerden geçiyoruz. 

‘Devletin dini İslamdır’ ibaresi 1928 yılında Anayasadan çıkarılmıştı ancak pratikte öyle olmadı. Diyanet’in de varlığıyla Türkiye devletinin dini hep İslam oldu. Bu yüzden de farklı inançlara eşit davranmadı devlet kurumları. Aleviler bu yüzden eşit yurttaşlık talebini dillendiriyor. Laik sistemde din; devlet, siyaset, hukuk, eğitim işlerine karışamayacak. Böylece yurttaşlar kendilerini güvende hissedeceklerdir. Laiklik olmazsa, siyasal İslamcılar dışında tüm kesimler için hayat çekilmez olur.

Laik Eğitim Laik Yaşam Vazgeçilmezimizdir

/

İlhan Yiğit – Felsefe Öğretmeni

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 280. sayısında yayınlanmıştır.

21 yıllık AKP ve saray iktidarı siyasal İslamcı kodlarına uygun davranmayı Mayıs seçimlerinden sonra hızla artırmaya başladı. Eğitimin ve toplumsal yaşamın şeri kurallara göre biçimlendirilmesine yönelik uygulamalar, eğitimin bütün kademelerinde ve toplumsal yaşamın her alanında karşımıza çıkmaya başladı. Ülkemizde özellikle son yıllarda Anayasa’nın adeta askıya alındığını, yasa ve mevzuatın doğrudan siyasal iktidarın siyasal İslamcı ideolojisine göre talimatla hareket ettiği bir süreçten geçiyoruz

22 yıllık siyasal İslamcı iktidar ve yanaşığı olan ırkçı- faşist MHP Milli Eğitim Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı, dini vakıf ve dernekler arasında şimdiye kadar çok sayıda iş birliği protokolü imzalandı. Geçtiğimiz yıllar içinde okullarda hayata geçirilen ortak protokoller üzerinden eğitimi dincileştirme süreci hızlanırken, laik eğitimi ve laik yaşam tarzını doğrudan hedef alan uygulamaları adım adım hayata geçirdi.

Son yıllarda MEB ve vakıf-cemaatlerle imzalanan protokollerin birer birer iptal edilerek mahkemelerden geri dönmesi karşısında iktidar bu sefer MEB, DİB ve GSB ile merkezi bir protokol imzalayarak eğitimdeki dinci gerici süreci yeni bir evreye aktarma yoluna gitti. “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi” (ÇEDES) adındaki bu protokolle eğitimde laiklik karşıtı dinci  süreç örülmeye çalışılıyor.

Bu protokolde değerler ile kastedilen sevgi, barış, kardeşlik, yardımlaşma vb. gibi değerler değil dini esaslara bağlı değerlerdir. Çünkü protokolün taraflarından biri olan Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluş gerekçesi dinin kurallar ve değerlerin topluma kazandırılması ve davranışa dönüştürülmesidir. Eğer kastedilen toplumsal değerler yardımlaşma, dayanışma, sevgi, barış vb. ise 100 yıllık MEB’e bağlı okullarda tüm derslerde bu değerler zaten işlenmekteydi.

PROJE İLE NE YAPILMAK İSTENİYOR

  • Proje ile bilimsel alanda herhangi bir uzmanlığı bulunmayan kişiler okullara sokulmak istenmektedir.
  • Eğitim faaliyetleri, dinsel kimliği ön planda olan kişilere teslim edilerek eğitimin ders içi ve dışı faaliyetlerle tamamen dinselleştirilmesi amaçlanmaktadır.
  • Öğrencilere değerler eğitimi adı altında çeşitli adlar altındaki görevlilerce eğitim verdirilmesi, okullardaki diğer öğretmenlerin evrensel ve toplumsal değerlerden yoksun olduğunu düşündürmektedir ki bu durum 100 yıllık Cumhuriyet’in eğitim kurumlarını, okullarda bulunan öğretmenlerin varlığının sorgulanmasına, şimdiye kadarki her türlü aydınlanmacı, bilimsel, özgürlükçü düşünüş, düşünürlerin gereksizliği anlamına gelmektedir.
  • İmam, Kuran kursu öğreticisi gibi lise öğrencilerinden daha düşük bilgi seviyesine sahip veya din bilgisi dışında bir bilgiye sahip olmayanların okullara sokulmak istenmesi, eğitim niteliğinin çok daha fazla düşmesine ve kamusal eğitimden halkın nitelikli bir şekilde yararlanması imkânsız hale gelecektir.
  • Okullarda rehberlik ve psikolojik danışmanlık adı altında istihdam edilen alan uzmanı öğretmenlerin yerine manevi danışman görevlendirilmesi akla ve bilimsel esaslara dayalı olarak yapılması gereken eğitime aykırı bir durumdur. Protokol ile Diyanet İşleri Başkanlığına verilen öğrencilerin moral ve motivasyonlarını artırıcı manevi rehberlik hizmetlerinde bulunmak görevi ile Diyanet İşleri Başkanlığı personelinin hali hazırda okul rehberlik öğretmenleri ve sınıf rehber öğretmenleri olduğu halde okullara görevlendirilmesi eğitim niteliğinin dinselleştirilmesi ve öğretmenlik mesleğinin yerini din adamlarının alması anlamına gelmektedir.
  • Okullarda “değerler kulübü kurularak” (bu kulübün başında din görevlisi olacak) bu kulüpler aracılığıyla pek çok faaliyetin örgütlenmesi gerçekleştirilecek. Bu kulüp sadece sorumlu öğrencilerin faaliyet yürüttüğü yer değil din polisliği diyebileceğimiz nitelikte takipleri olacak değerleri zayıf öğrencileri ıslah edici işler de yapabilecek. Çocukların yaz okulu, kamp, Kuran kursu vb. adlar altında eğitim almalarının olanağı açılacaktır. Ayrıca her ay Diyanet’in görevlileri velilerle düzenli toplantılar yaparak veli işbirliğini sağlayacaktır. Böylelikle dini değerlerin ailede karşılık bulup bulmadığı da test edilmiş olacaktır.
  • Proje ile kamu eğitiminin dinselleştirilmesi ve niteliğinin düşürülmesi aynı zamanda kamu okullarından özel okullara öğrenci akışını sağlamaya yönelik sermaye sınıfının karlılığını artırmaya yönelik bir çabadır. Bu uygulama ile önümüzdeki dönemde özel okullara yönelimin artacağını söylemek ve bunun aynı zamanda eğitimde özelleştirmenin bir ayağı olarak görmek mümkün. Ancak içinden geçtiğimiz ekonomik krizi düşündüğümüzde bu çok sınırlı olacaktır. Esas olarak halkın büyük bölümünün açlık ve yoksul olduğu gerçeğinden hareketle bu uygulama ile yoksul ailelerin çocukları nitelikli, sorgulayıcı, özgürleştirici eğitimden mahrum bırakılacaktır. Kaderci, şükürcü, sorgulamayıp biat eden bir nesil yaratarak yoksullaştırıp yoksulluğu yöneterek kendi dinci (şeriatçı) sistemlerini kurmak istemektedir.

ÇEDES’E NEDEN KARŞIYIZ?

Laikliğe, Tevhidi Tedrisat Kanununa, MEB Temel Kanununa ve Yasalara Aykırı Olduğu İçin

Bu protokol, Anayasa’nın laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı, “Anayasanın Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğu ilkelerine, ‘din ve vicdan hürriyeti’ başlıklı maddesindeki “devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel düzeninin kısmen de olsa din kurallarına dayandırılamayacağı” Anayasa’nın değiştirilemez, değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen başlangıç ilkelerine aykırılık taşımaktadır.

Anayasaya, 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu, 7354 Öğretmen Meslek Kanunu, 222 sayılı Eğitim ve Öğretim Kanunu, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile 652 sayılı Millî Eğitim Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’ye aykırıdır.

Nitelikli Bilimsel Eğitim İçin

Ebeveynlerin ve çocukların eğitimden temel beklentisi nitelikli bilimsel eğitimdir. Bugün kamu okulları bu beklentileri karşılamamaktadır. Ancak bugün eğitim toplumsal ve sınıfsal bölünmeyi derinleştirmektedir. Yoksul ailelerin çocuklarına “başarı” şansı sunulmamakta, işçilik çeşitli biçimde okulda başlamaktadır. Okul öncesi eğitim, eğitimin tam zamanlı olmaması, kamu kreşleri olmaması pek çok aileyi çaresiz bırakmaktadır. Bu nedenle öncelikle MEB’e, okullara, öğretmenlere, laboratuvarlara, eğitimcilere kaynak ayrılmalı, eğitim tüm çocuklara nitelikli bilimsel şekilde verilmelidir. Okul öncesi eğitimden başlayarak eğitim hakkının gereğini yerine getirmeyen iktidar, bu işleyişi olağanlaştırmak üzere karşımıza ÇEDES gibi çocuklar üzerinde olumsuz etkiler bırakacak projelerle çıkmaktadır.

Çocukların Özgür ve Sağlıklı Bireyler Olarak Yetişmesi İçin

ÇEDES protokolü kapsamında ‘manevi danışman’ adı altında din görevlerinin eğitim öğrenim hayatına dâhil edildiği, ‘abi-abla’ gibi tarikat, cemaat ifadelerinin rol model olduğu, protokolün süre sınırlılığı olmaması üzerinde değişiklikler ve ilaveler yapılabilir olması ve hukuki belirlilik ilkesine aykırı oluşu ile protokolde bahsi geçen din görevlilerine yetki-sorumluluk birliği ilkesi gereği öğretmen görevi ve sorumluluğu verilemeyeceği hususları ile bilimsellik ilkesine aykırı bir durumu  oluşturmaktadır.

ÇEDES ile pedagojik eğitimi olmayan, çocuklara nasıl yaklaşacağını bilmeyen kişiler değerler eğitimi adı altında çocuklarla bir araya gelecek. Bu buluşmalar (çeşitli örnekleri olduğu üzere) okul dışında da gerçekleşecek. Çocukların güvenliği, okul içinde bulundukları süre, eğitimsiz kişilerce bir arada olmaları pedegojik açıdan uygun değildir.

Hiçbir toplum birbirinin aynı ve tamamen aynı düşünen, aynı inancı paylaşan, aynı manevi değerleri benimsemiş insanlardan oluşmamaktadır. Laiklik anlayışı gereği farklı inanç, düşünce ve değerler karşısında tarafsız olması gereken bir devletin sadece bir dinin ve mezhebin öğretilerini, sadece belli bir inancın benimsediği manevi değerleri tüm okullarda ‘tek doğru’ olarak öğretmeye çalışması doğru bir uygulama olmadığı gibi, farklı inançtan öğrencilere yönelik açık bir dayatma ve ayrımcılıktır. Çocukların bir arada özgürce yetiştiği bir ortamın güvencesi laik eğitimdir.

Ayrıca küçük yaşta din eğitimi üzerine yaklaşım bilimsel olarak din öğretiminin çocuklar için uygun olmadığıdır. Soyut- somut kavram farkının ayırt edilemediği küçük yaş grubunda çocuklar için din eğitimi psikolojik olarak doğru değildir. Çocuklar ve gençler üzerinde yapılan çeşitli araştırmalar, erken yaşta verilen dini eğitimin çocukların hayal güçlerini baskıladığını, bağımsız ve eleştirel düşünebilme becerilerini engelleyici nitelikte olduğunu ortaya koyuyor. Ayrıca 7 yaş altındaki çocuklara verilecek eğitimin soyut kavramlar üzerinden değil, somut uygulamalar ve interaktif yöntemlerle işlenmesi gerektiği belirtiliyor. Din görevlilerinin ise bunu sağlayabilecek bir pedagojik formasyonu bulunmuyor

Ülkemizde Farklı İnanç Gruplarını Yok Saydığı İçin

Ülkemizde birden farklı inanç grupları vardır. Farklı dinlere mensup insanlar olduğu gibi farklı mezheplere mensup insanlar da vardır. Bunların varlığı Anayasa’nın laiklik ilkesi ile garantiye alınmıştır. Oysa bu protokolle sadece Müslümanlık onun da Sünni mezhebinin Hanefi yorumu esas alınmıştır. Değerler olarak sadece Müslümanlık düşünülmüştür.

Türkiye’de Osmanlı’nın tek dine dayalı teokratik yağışı Cumhuriyet’le birlikte çok önemli değişim geçirdiği, laikliğin önemli bir  kazanım olarak toplumsal tarihsel sürecinde yer aldığı görülür. Diyaneti İşleri Başkanlığının kuruluşu Anadolu coğrafyasında çok inançlı toplumsal yapıyı tek inanç, tek mezhep anlayışına göre kurulması belli sorunları beraberinde getirmiştir. Diyanet ile birlikte devlet eliyle Sünnilik mezhebinin örgütlenmesi, diğer inançları, mezheplerin yok sayılması ile gelinen nokta itibarıyla Türkiye’de tarikat, cemaat aracılığı ile siyasal İslamın menbaı haline gelmiş, 12 Eylül darbesinin rejimin Türk İslam ideolojisini resmi ideoloji haline getirmesi ile siyasal İslam iktidarı ele alabilecek denli semirerek güçlenmiştir. Din derslerinin okullarda zorunlu olarak Anayasa’da yer alması zaten sorunlu olan laikliğin AKP’nin iktidara gelmesi ile yıllardır bizzat iktidar eliyle hayata geçirilen anti laik uygulamalar eğitim eliyle toplumu şeri esaslara göre düşünme ve yaşamaya yönlendirmeye çalışılmıştır.

Saray iktidarının seçimlerden hemen sonra kendi şeriatçı siyasal-ideolojik hedeflerine ulaşmak için hayata geçirmeye çalıştığı ÇEDES ve benzeri projeler yoluyla çocuklarımızın araçsallaştırılarak bir parçası haline getirilmesini asla kabul edilemez. Bunun için eğitimin tüm bileşenleri (öğrenci-veli-öğretmen) ve tüm demokratik kamuoyu ile birlikte bir mücadele süreci örülmelidir.

Tüm okulların dinci gerici içerikli faaliyet ve etkinliklerin yerine laik, bilimsel, demokratik, ana dilinde nitelikli kamusal eğitimin yerleri haline getirmek temel bir yaklaşım olarak benimsenmelidir.

Bu bağlamda laiklik faşizmin giderek kurumsallaştırılmaya çalışıldığı günümüzde demokrasinin, patron karşısında tüm haklarını kullanmak için mücadele eden emekçilerin ( sınıfın) tekçi (tek din, tek mezhep) faşist zihniyetin karşısında özgürlüğü ve elbetteki ayrımcı politikalar karşısında eşitliği savunabilmenin en temel zemini ve aracı olarak önümüzde durmaktadır. Laiklik eğitim, laik yaşam vazgeçilmezimizdir!  

Şeriat Düzenini Koruyacak Kullar İstiyorlar

/

Nevin Kamilağaoğlu – AABK Eşit Başkanı

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 280. sayısında yayınlanmıştır.

“Çevreme Duyarlıyım Değerlerime Sahip Çıkıyorum” diyor hazırladıkları anti-laik eğitim programıyla Diyanet, Milli Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı.

Diyanet ve bu Bakanlıklar kadınlar kırıma uğrarken, gücendirdikleri tarikat ve cemaatlerde çocuklar cinsel tacize uğrarken, 6 yaşında küçücük kız çocuklarının evliliğine rızalık verirken, yaz boz tahtasına çevirdikleri eğitim sistemiyle kız çocuklarını okullardan uzaklaştırılırken hangi değerlerden bahsediyorlar?

Kaç tane eğitim bakanı değişti komedi gibi?

Adaletin, hukukun, düşünce ve ifade özgürlüğünün olmadığı bir yerde hangi değerlerden bahsedeceğiz?

Yaşadığımız Avrupa ülkelerinde devletler insan hakkı olan insanların ana dilinde ve inancında kendilerini güvende hissetsinler, kültürlerini özgün yaşasınlar diye yardımcı oluyor.

Ama bizim ülkemizde farklı kimlik ve inançlara saygı hiç duyulmadı.

Onları yok sayan tekçiliğin dayatması aslında insan hakları ihlalidir.

Bizim çocuklarımız başka bir inancın teolojisini öğrenmek zorunda değil.

Ama atılan adımlar başta zorunlu din dersleri ve bu zorunlu uygulamalar çocuklarımız için bir işkence sarmalına döndü.

Geçmişte, yatılı okullarda okuyan bizler bu zorunlu din dersinin halen üzerimizdeki travmalarını yaşıyoruz.

Binlerce camisi, fakülteleri, okulları, akademisi, Kuran kursları, tarikatları, cemaatleri, vakıfları ve sayısız kurumları olduğu halde hükümet gözünü okullara dikti.

Önce seçmeli dersleri kaldırdı. Sekiz saat yetmezmiş gibi dini içerikli dersleri on altı saate çıkardı. O da yetmezmiş gibi şimdi okullara 2021’de sessizce başlattıkları program çerçevesinde imam atamaya başladı.

Seçtiği bölgeler tesadüfi değil; seküler yaşam sürdüren İzmir, Eskişehir ve Tekirdağ…

Eğitim çok önemli. Yarattıkları, yollarını döşedikleri bu gerici şeriat düzenini koruyacak kullar istiyorlar. Bu da eğitimle mümkün.

Bu şeriat düzenini asla kabul etmeyeceğiz.

İzmir’de 16 Eylül’de gösterilen karşı bir tepki ile başlayan “Laik ve Bilimsel Eğitim, Laik Yaşam, Eşit Yurttaşlık” mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz.

ÇEDES = Şükür Pedagojisi İle Biat Üretmektir

///

Turan Eser

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 280. sayısında yayınlanmıştır.

AKP ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda olduğu gibi, eğitim alanını da, kendi ideolojisine ve siyasal İslamcılığa göre şekillendiriyor.

İktidarın yanlış ekonomik politikalarıyla, halka zulmü reva gören ekonomik krizle artan zam furyası, alım gücünün giderek yok olması, toplumsallaşan yoksulluk ve fakirleşme her kesimi kuşatıyor.

Halkın cebine, emeğine ve ekonomik haklarına göz diken iktidar, onun vicdanına da hükmetmeyi ihmal etmiyor. Toplumun itiraz etmemesi ve hak talebinden bulunmaması, şükür ve biat etmesini aşılamak için siyaseti ve eğitimi dinselleştiriyorlar. Gericiliğin toplumsallaşmasını örgütlüyorlar. Bunu da çocuklardan başlatıyorlar.

Özellikle eğitim alanında devreye sokulmuş dinselleştirme ve gericileştirme projelerinin hızı ve sayısı tam da bu nedenle her gün daha da artıyor. “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” başlığı altında dayatılan ÇEDES projesi de böyledir. Mezhepçi dinselleştirme faaliyetleri ‘Değerler Eğitimi’ kisvesi altında sunuluyor ve okul öncesinden başlayarak 12. sınıfları kapsıyor.

ÇEDES Laikliğe ve Evrensel Değerlere Aykırı

Çok kültürlü, çok inançlı ve çok dilli öğrencilere, okulda ve okul dışı mekanlarda tekçi ve mezhepçi değerler dayatılıyor. Biat ve şükür pedagojisi ile dindar ve kindar nesil istiyorlar. Bunu da bir yandan “evrensel değerlere” diğer yandan “çocuk haklarına” ve “laikliğe” karşı durarak sürdürüyorlar.

Siyasal İslamcı bir proje olarak ÇEDES, farklılıkların asimilasyonu, dinselleştirilmesi, tektipleştirilmesi ve kendi dinci nesillerini yetiştirmekten başkaca “değer” taşımıyor.  İmamları camiden okula taşımak, müfredatları uhrevileştirmek ve okulları camileştirmekle uğraşıyorlar. Eleştirel akla, laikliğe ve bilimsel eğitime dinci barikat örüyorlar.

Din üzerinden iktidarlarına ve yanlış politikalarına karşı şükürcü toplum ve biat üretmek istiyorlar. Tam da bu nedenle AKP hükümeti, yıllardır adım adım kamu eğitimi sistemini kökten dinci bir anlayışla yeniden şekillendiriyor.

Evrensel değerlere dayanan laik, demokratik ve bilimsel bir eğitim sistemi yerine, İslamcı nesiller yetiştirmek amacıyla dinci/mezhepçi bir hegemonya kurmaktan geri adım atmıyorlar.

ÇEDES Projesi sadece farklı kimliklere ve farklı olan herkese değil, farklılık kavramının kendisine de meydan okuyor. Mezhepçi saikle imamlara, vaizlere ve tarikatlara yüklenen uhrevi misyonla evrensel değerlerin yerine mezhepçi değerler ikame ediliyor. Hukuk devletinin kuruluş amacına ve laikliğe kökten karşı bir meydan okumaya da devam ediyor.  

Herhangi bir pedagojik formasyonu da bulunmayan bu dincilik misyonerleri, henüz öğrenme çağındaki çocuklara, Sünni mezhebinin kurallarını dikte edecekler. Çocuklara zerrece katkısı değil, telafisi güç zararı dokunacak. Hedeflenen şey nettir; mezhepçiliğin örgütlenmesi!

İşte bu nedenle devletin elindeki dincilik ve aktörleri ele ele veriyor. Kutsal ve ideolojik hedefleri doğrultusunda, Diyanet İşleri Başkanlığı eğitimde belirleyici rol üstleniyor. Milli Eğitim Bakanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı ile eğitimde işbirliği protokolü imzalayarak, ÇEDES projesinin Türkiye çapında yaygınlaştırılmasına öncülük yapıyor. Sadece bununla da kalmıyor; İslamcı cemaat ve tarikat mensuplarının eğitimde “eğitici” olarak yer almasına imkan yaratılıyor.  Henüz şimdiden İzmir’deki 842 okula Sünni imam, müezzin, vaiz, din hizmetleri uzmanı ve kuran kursu öğreticisi atandı.

ÇEDES protokolüne göre; imamlar ve vaizler öğrencilere “Dini Değerler Eğitimi” verecek      

· Diyanet İşleri Başkanlığı ve İslamcı cemaatler, öğrenciler için okul içinde ve dışında ise camilerde etkinlikler düzenleyerek dini telkinlerde bulunacak.

· Okullarda ‘Değerler Kulübü’ adı altında mezhepçi yapılar kurulacak ve bu yapılar, Diyanet Gençlik Merkezleri’nde yerini alacak.

· ‘ÇEDES Uygulama Mekânları’ adı altında İslamcı mekanlar ve camiler kullanılacak.

· Diyanet Gençlik Merkezlerinde ‘gönüllü’ görev alacak öğrenciler, il ve ilçe müftülüklerince belirlenecek.

·  Müftülüklerce atanan öğrenciler, ÇEDES projesi aracılığıyla diğer öğrencilere tarikatlar örneğinde olduğu gibi “abi-abla” olarak rol modelliği yapacak.

ÇEDES yeni bir proje değil, esasen 2021 yılında imzalandı. Başlangıcında salt ortaokullar ve İmam Hatip Okulları için kurgulanan bu proje, 2023 yılında imzalanan ek protokolle, ilkokul öğrencilerini de kapsayacak şekilde genişletildi.

ÇEDES= Farklı Olana Meydan Okumaktır

ÇEDES projesi kapsamında pedagojik formasyonu dahi bulunmayan ve sadece bir dinin bir mezhebinin bilgisine vakıf olup, bu bilgiyi de ancak AKP hükümetinin çıkarları doğrultusunda yorumlamakla görevli imamların, vaizlerin ve Kuran Kursu öğreticilerinin, muhakeme yeteneği henüz gelişmekte olan çocuk zihinlere ‘eğitim’ vermesi kabul edilemez. Bu durumun vahametinin farkına varılması aciliyet arz etmektedir.

Evrensel değerler yerine mezhepçi kurallar, öğretmenler yerine imamlar, okullar yerine medreseler, Milli Eğitim Bakanlığı’nın alanına da Diyanet İşleri Başkanlığı kurgulanarak, yetki, görev ve sorumlulukların devri sağlanıyor.

ÇEDES temel insan haklarına dayalı evrensel ilkeler üzerine kurgulanmış bir değerler eğitimi değildir. Bu nedenle insan hakları ve evrensel değerler üzerinden, laiklik ilkesine göre yeniden yapılandırılmalıdır.

Çünkü laikliği anayasal olarak “güvence altına alan” ülkelerde toplumu bir arada tutan değerler- kutsal kimlikler değil, hukukun evrensel ilkeleridir. Vatandaşlık bağı ile bağlı olanlar, ancak evrensel değerler zeminden ortaklaşabilir. Bunun dışında etnik ya da dinsel kimlik ortak bir değer olarak dayatılamaz. Farklı kültürlerin bir arada olduğu toplumsal çeşitlilik içinde bulunan vatandaşların, belli bir dinin ve mezhebin değerleriyle zorunlu olarak yetiştirilmesi amacını taşıyan ÇESED projesi bir hak ihlali olduğu içinde derhal durdurulmalıdır.

Laik Eğitim, Laik Yaşam ve Eşit Yurttaşlık İçin Evrensel Değerlerde Buluşalım

Değerleri Eğitimi evrenseldir ve toplumsal barışa hizmet eder. Çok dilli, çok dinli, çok kültürlü toplumlarda herkesin farklılıklarıyla, eşit koşullarda, eşit haklarla bir arada yaşama kültürüne hizmet eder.

Veliler dilekçe ve imza kampanyalarıyla, çocuklarının okul ve okul dışında mekanlarda gericiliğin tuzağına sokacak dinselleştirme aktivitelerine katılmamasını talep etmelidir.

Çünkü evrensel değerler eğitimi, laiklik, demokrasi, eşitlik, özgürlük, barış, sevgi, saygı, dayanışma, insan hakları ve dünyanın doğal kaynaklarının dikkatli ve özenle korunmasını teşvik etmek ve öğretmek için verilen bir eğitimdir. Çünkü çocuklar ancak evrensel değerlerle gerçeğe ve farklılıklara saygı duyarak farklı olanın gerçeğine ulaşabilir.

Laiklik elbette din karşıtlığı değil, gerçek din, vicdan, inanç ve düşünce özgürlüğünün teminatıdır. Her inancın kendi değerlerini kendi inanç dünyasında, kendi inanç toplumu içinde ve özel alanda vermesi özgürlüğünü savunur. Fakat bu özgürlük hakkı, devletin zorlayıcı imkanları kullanılarak, okul gibi kamusal alanlarda çok farklı kültürlerden gelen vatandaşları sadece belli bir dinin ve mezhebin temsilcileri kullanılarak tek bir değer altında birleştirme gayesiyle suistimal edilemez.

Devlet eliyle mezhepçi değerler eğitimi verilmesi eşitliğe, din, vicdan, inanç ve düşünce özgürlüğüne aykırıdır ve bu konu tartışmaya kapalıdır. Eğitimi dinselleştirmek için siyasal İslamcı Ulemaya teslim etme gayesini artık saklama gereği dahi duymayan AKP hükümeti, Türkiye’yi evrensel değerlerden koparmaktadır.

İşte bu nedenle Alevi kurumları, Eğitim Sendikaları ve Veli Der gibi bir çok kurum “laik yaşam, laik düzen ve laik eğitim” için, evrensel değerler eğitimine EVET, mezhepçi dini değerler dayatmasına HAYIR demek için, laik okullarda namaz kılmanın değil, demokrasi, insan hakları, adalet ve toplumsal barışın öğretilmesi için, laik, bilimsel, demokratik, kamucu, ücretsiz eğitim hakkı için, 16 Eylül 2023 tarihinde İzmir’de “Laik eğitim, laik yaşam ve eşit yurttaşlık” mitingi gerçekleştiriyor.

Laiklikten yana ve toplumsal  kutuplaştırmaya karşı olan herkesin bu mitinge katılması ve destek vermesi elzemdir.  

ÇEDES Neye Hizmet Ediyor?

//

Prof. Dr Nejla Kurul
Prof. Dr.; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) Genel Başkanı

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 280. sayısında yayınlanmıştır.

Siyasal iktidar, bir yandan yoksulluğu, işsizliği, yolsuzluğu, yasakları, insan hakkı ihlallerini unutturmak ve bir yandan da bu sorunlara karşın yaklaşan yerel seçimlerde belediyeleri kazanarak iktidarını meşrulaştırmak, güven bunalımını aşmak ve güçlenmek amacıyla toplumu ayrıştırmaya ve kutuplaştırmaya devam etmektedir. Ekonomik, sosyal ve politik pek çok sorun karşısında toplumu laiklik ekseninden bölerek ayrıştırmak istediği, son seçimlerden sonraki özellikle eğitim politikalarından görülmektedir. Bu nedenle bir yandan laikliği savunmak bir yandan ise iktidarın perdelemeye çalıştığı sorunları ortaya koymak için laik yaşamı ve laiklik kavramını açmak çok önemlidir.

Bugünün neo-liberal ve muhafazakâr egemenleri attıkları her adımda, uyguladıkları her politikada var olan eşitsizliklerin daha da derinleşmesine neden olmaktadırlar. Kendi sömürü düzenlerini koruyabilmek ve kendi ayrıcalıklı konumlarına halkın geniş kesimlerini ikna edebilmek için piyasacı politikalar karşısında muhafazakâr politikalara daha fazla ihtiyaç duymaktalar. Dolayısıyla laiklik kavrayışımızı, sınıfsal eşitsizliklere odaklanan ve eşit yurttaşlık ilkesini temel alan bir perspektifle oluşturmamız, yarınlarımızı bugünden kurabilme kapısını aralamamıza yardımcı olacaktır. Böylelikle laikliği savunmak, otoriterleşme karşısında demokrasiyi, tek tipleştirme karşısında özgürlüğü ve nihayet eşitsizlikçi politikalar karşısında eşitliği savunabilmenin zemini ve aracı olacaktır.

Kamuoyuna gösterilen yüzüyle “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum!” adında bir protokol eğitim yaşamına girdi. Üstelik Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine ek olarak seçmeli ders grubundan bir dinsel telkin dersinin daha zorunlu olarak seçilmesinin istendiği ve hatta tüm eğitim programlarının kapsamına daha çok dini içeriğin dahil edildiği laik eğitime yönelik yeni saldırılarla birlikte ÇEDES okulların ön kapısından girdi. Yine Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in karma eğitimi hedef aldığı günlerde, Samsun’da bir özel okulun sadece kız öğrencilere sarıklı erkek görevlilerce eğitim sunduğu günlerde ÇEDES’i konuşuyoruz.  ÇEDES’i konuştuğumuz günlerde öğretmenleri tek tip kıyafetin içine sokacak, özellikle kadın öğretmenleri örtecek önlük uygulamasının sağ, otoriter popülist iktidarın aynılaştırıcı politikalarının bir örneği olarak bizzat yaşamaktayız.

ÇEDES Protokolü 2021’de Millî Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı arasında imzalanmıştır. Milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından İzmir’de 842 okulda uygulamanın yaygın başlangıcı yapılmıştır. ÇEDES Protokolü ile sağlık alanında olduğu gibi, İzmir’de 842 okulda eğitim alanında da ‘manevi danışman’ ve çeşitli din görevlileri için dini telkin ve dinsel etkinlik alanı oluşturulmuştur. Siyasal iktidar, bugüne kadar yaptığı gibi, din ve inanç alanı gibi son derece hassas bir konuda “tek din, tek inanç” yaklaşımıyla hareket ederek okullarda öğrencilere dini ve manevi değerleri aktarmayı kendisine görev edinmiştir. ÇEDES, iktidarın eğitim sistemini siyasal-ideolojik çizgisi ve dini-kültürel ihtiyaçları doğrultusunda biçimlendirme hedefinin son örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. İktidar eğitimi dinselleştirerek rıza, şükür, tevekkülü ve toplumsal cinsiyet kalıplarının ve rollerinin daha keskin biçimde okullarda aktarılmasını sağlayarak piyasanın bireyinin karşısına “aile” gibi bir mikro yapıyı koyarak yoksulluğu, işsizliği, güvencesizliği ve insan hakları ihlallerini örtmeye çalışmaktadır.

ÇEDES Protokolü ile öğrenciler okulun içinde yeni din görevlileri ile karşılaşacaklardır. Manevi danışmanlarla öğrencilerin okul dışında Diyanet İşleri Başkanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı kamplarında buluşmaları, okullardaki koordinatör öğretmen ve Gülen cemaatinin “abla ve ağabeyleri” gibi koordinatör öğrencilerle dini telkinler yapan “değerleri eğitimi” çalışmalarına katılmaları sağlanacaktır. ÇEDES projesi ile Milli Eğitim Bakanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığına, dinci tarikat ve cemaatlere öğrencileri devşiren bir işlev görmüş olacaktır.

ÇEDES’in amacı sadece öğrencilerin ele geçirilmesi değildir. Bu protokol ile vaiz, imam hatip ve Kur’an kursu öğreticilerinin, İlahiyat Fakültesi mezunlarının eğitim kurumu olan okullarda ‘manevi danışman’ olarak görev yapmalarının önü açılmaktadır. ÇEDES, böylece siyasal iktidarın ruhban sınıfının kadrolaşmasıdır.

AKP Hükümetinin eğitimden sağlığa, hukuktan toplumsal yaşama kadar izlediği siyasal İslamcı politikalar son derece tehlikeli bir aşamaya gelmiştir. Evrensel hukuk ve insan hakları açısından oldukça önemli bir ilke olan laikliği savunanlar, Diyanet İşleri Başkanı tarafından ‘laik yobazlar’ tarzı hakaretlere maruz kalmaktadırlar.

Emek ve demokrasi güçleri ve yurttaşlar olarak IŞİD ve Taliban zihniyetinin yarattığı tehlikenin farkında olmalıyız.  Bu tehlikenin karşısında laiklik ilkesi ve laik eğitim, çoğul bir toplumda farklı inanç, farklı kimlik, farklı cinsiyet ve cinsel kimlikler, hem inananlar hem de inanmayanların bir arada barış içinde yaşayabilmeleri için son derece önemlidir. Ancak Türkiye’de ciddi bir mücadele alanı olarak laiklik siyasal alanda unutturulmaya ve görünmez kılınmaya çalışılmaktadır.

Tüm bu saldırılar karşısında kadınlar, gençler, çocuklar, Aleviler, farklı din ve inanca sahip olanlar, inanmayanlar laik eğitimi ve laik yaşamı savunmalıdır. Laiklikten, demokrasiden, özgürlüklerden ve eşit yurttaşlıktan yana olan tüm kurumları, Laik Eğitim, Laik Yaşam, Eşit Yurttaşlık talepleriyle Laiklik Buluşmalarına güçlü bir biçimde katılmaya davet ediyoruz. Yaşadıklarımız bizlere öğretti: Laiklik yaşamsaldır, laiklik savunulmalıdır.

ÇEDES – Utanç Verici Sessizlik ve Eylemsizlik

//

Erdal Kılıçkaya

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 279. sayısında yayınlanmıştır.

Ağustos ayı sıcağına paralel olarak, ülke gündemi kaynayan kazan misaliydi. 2 Temmuz’da Madımak önünde yapılan 30. yıl anması, 60. Ulusal 34. Uluslararası Hünkar BektaşVeli Anma Törenleri, 21. Munzur Kültür ve Doğa Festivali, Zini Gediği Anması, 17. Cogi Baba Kültür Festivali, AABK’nın deprem bölgelerine yaptığı yardımlar… Dolu dolu geçen Temmuz ve Ağustos ayları…

Bizlerin bu yoğun iki çalışma ayına karşın, muktedirler de Alevilerin asimilasyonuna yönelik bitmez tükenmez bir iştah ile çalıştılar. Çakma dede ve analarla Alevi kurumlarına alternatif bir Hacı BektaşVeli Anma Töreni düzenlediler. Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle cemevlerini bir gecede Kültürve Turizm Bakanlığı’na bağladılar. Cemevlerine para yardımı yapıp, elektrik, su faturalarını ödeyip, dedelere maaş vermeye başladılar. Bizzat MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından, Hacıbektaş’ta Türkiye’nin en büyük Alevi Kültür ve Cemevi Külliyesi inşaa etmeye kadar götürdüler işi.

Bunlarla da yetinmeyerek, laik ve bilimsel eğitim anlayışına ve pedagoji bilimine yüzde yüz aykırı olan «Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum» (ÇEDES) projesini devreye sokarak, eğitim sistemini iktidarın siyasal-ideolojik çizgisi ve dini-kültürel ihtiyaçları doğrultusunda biçimlendirmeye başladılar. Okulları dini içerikli faaliyet ve etkinliklerin merkezi haline getirmek için düğmeye bastılar.  Farklı kimlik, inanç ve dünya görüşleri arasındaki ayrımın, adaletsizliğin iyice ayyuka çıkması ve günlük yaşamın her alanında, okulda, iş yerinde, üniversitede, sokakta kendilerinin dünya görüşünün görünür kılınmasına, ötekilerin hakim kültürün kıyımına uğratılmasına zemin hazırlanmaya başladılar. Çocuklarımızın resmen imam hatip, Kuran kursu, ilahiyat fakültesi mezunlarına teslim edilmesinin önü açıldı. Milli Eğitim Bakanlığına tarikat ve cemaatlere öğrenci devşirme görevi verildi.

Bütün bunları yazma gerekçem çok basit; ilk paragrafta son iki ayda bizim yaptıklarımızla, ikinci ve üçüncü paragrafta muktedirin yaptığı şeyleri karşılaştırdım. Aleviliği asimile etme ve bitirme ile ilgili ne kadar kararlı ve sistematik çalıştıklarını göstermek istedim.

Yukarıda gördüğümüz şey; dogmaya karşı aklın, dinsel tutuculuğa karşı laikliğin, köleliğe karşı eşitliğin, insan haklarının, hayvan haklarının, çocuk haklarının, erkek-kadın eşitliğinin, doğa korumacılığın, çevreciliğin, toplumsalcılığın, kişisel özgürlükçülüğün, eşit yurttaşlığın mücadele ve kavgasının fotografı adeta.

Tabi ki insan haklarından, hümanizmden, eşitlikten, özgürlüklerden yana olduğumuzun bilinmesi yetmiyor. Bunlar uğruna en az muktedirler kadar kararlı ve bilimsel çalışıp, bedel de ödemeye hazır olmamız gerekiyor.

Acilen kendi kabukları içine pısırıklık ve korkaklıkla çekilmiş ruh halinden kurtulmalıyız. Siyasal örgütler, kurumlar, partiler, sendikalar ülke içi haksızlıklara karşı ses ve eylem yükseltme becerisini gösterebilen tüm kesimlerle birlikte tarihi sorumluluğumuzu üstlenme becerisini göstermeliyiz.

Bunu beceremezsek, yaşanmakta olan insanlık dışılıklara karşı utanç verici bir sessizlik ve eylemsizlik içerisinde, 4-6 yaş çocuklarının Kuran kursu adı altında beyinlerinin yıkanmasına seyirci kalırız ve asimilasyonun tarihi sürecine tanıklık ederiz.

Toplumun bir inancın kültürüne kaydırılmasına seyirci kalamayız.

Erdal Kılıçkaya
Alevilerin Sesi Dergisi
Genel Yayın Yönetmeni