Pazartesi, Aralık 9, 2024

Kendisinin Ötekisi, Ötekinin Kendisi…

Date:

Son yıllarda Aleviliğin evrensel değerleri, mistik ve/ya düşünsel içeriği, her biri ayrı toplumsal, kültürel ve sosyal duruma, yaşantıya yanıt veren ritüelleri hem kendi içinde, hem de kendisi dışındaki toplumsal kesimlerce, özelde de sol, sosyalistlerle olan ilişkileri, ideolojik benzerlik ve farklılıkları ekseninde tartışılmaya devam ediyor.

Erdal YILDIRIM

Geçtiğimiz yıl gerçekleştirilen bir sempozyumda alt konu başlıklarından birisi olan  bu tanımı yazıma başlık yapma amacım, anlatmak istediğim içeriğe paralel bir düşünce sistematiğinin, yani Alevilerle sosyalistlerin ilişkisinin “Kendisinin Ötekisi, Ötekinin Kendisi” ifadesinin içeriğine denk düşmesi, bu tanımlamanın, günümüzde de halen geçerliliği olan, tartışılan ve araştırılması gereken bir olgu olduğunu düşünmem ve bu konuyla ilgili kişileri düşündürtmek istememdir.

Bu tartışmaların taraflarından biri, Aleviliği ‘salt bir din, bir ibadet şekli’ olarak gören ve bundan hareketle Alevilerin sorunlarına ve Alevilerle ilişkilerine de mesafe koyup uzaktan bakan ve Alevi toplumu sorunlarının da bireysel ve toplumsal olarak sahiplenilmesini, çözüme kavuşturulmasını, bir siyasal, sosyal ve toplumsal sorun gibi gör(e)meyenlerdir. Bu kesim(ler)in Aleviliğe mesafeli olması, halen bugün de geçerli olan “Din toplumun afyonudur(1) ifadesini doğru yorumlayamaması, ya da eksik değerlendirmesindendir. Ve bu sebepledir ki, birlikte yol yürüyeceği, demokrasi mücadelesini birlikte yükseltebileceği bu dost kesimle ilişkide, iletişimde çeşitli sorunlar yaşamakta, dolayısıyla eksik ve hatalı davranmaktadır.  

Taraflardan biri de, Aleviliği kimi zaman sosyalizmle özdeşleştiren, kimi zaman da laiklik, hümanizm, çevrecilik ve kadın – erkek eşitliği üzerinden açıklamaya çalışan, hatta kimi zaman ”Sosyalizm Aleviliktir”, “Sosyalizm Alevilikten doğmuştur” diyen, sosyalizme küçümseyeci bir bakış açısı ve düşünce diyalektiğiyle yaklaşanlardır. Bana göre bu tavır, bu tanım ve bu tutum da asla analitik, bilimsel ve doğru değildir. 

Bu iki görüşle ilgili tartışmaları, özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında Koçgiri İsyanı ve Katliamı ile Dersim Soykırımında yaşanan acılara karşı, dönemin önderlerince dile getirilen ve daha sonraki yıllarda da 68 Gençlik hareketiyle bütünleşen, bazen iç içe geçen, bazen de “Sosyalizmin de Alevilik olduğu” şeklindeki tanımlamalarda görüyoruz. Konu günümüzde de irdelenmeye, araştırılmaya muhtaç olup Koçgiri İsyanı süreci ve sonrasında Alişer Efendi’nin(2) özgürlük, bağımsızlığa ve Aleviliğe ilişkin yazdığı kimi şiirleri, Seyid Rıza’nın idam sehpasını tekmelerken olan haykırışı(3), Deniz ile Hüseyin’in sohbetinde(4) söylenen sözler son derece ilgi çekicidir.

Bu durumu biraz daha açıklığa kavuşturabilmek, anlaşılır kılmak için Aleviliğin temel ilke ve ritüllerine göz atmalıyız. Örneğin Aleviliğin en önemli ritüellerinden biri olan, Rıza Şehri tanımı ve felsefesi doğru algılanır, içselleştirilip anlaşılmaya çalışılırsa, Aleviliğin özünde, sömürüsüz, zengin ve fakirin olmadığı, canı cana, malı mala katan, mal mülke önem vermeden ve  “yarin yanağından gayrı her şeyin ortak olduğu”  paylaşımcılığı savunan bir yaşamı hedeflediğini ve savunduğunu görürüz ki, bu durumda benzetmelerin çok da zorlama olmadığını söyleyebiliriz.

Rıza şehrinde herkesin herkesten razılığını öngören, eşitler ve eşitlik ilkesinin uygulandığı, hırs ve bencilliğin, egonun, savaşın, kötülüklerin olmadığı, börtü böceğin, tüm canlıların yaşam hakkının korunmasının kutsallaştırıldığı barış içinde bir yaşam öngörülmektedir.  Rıza’nın, ya da Razılığın türlerinden birincisi, kişinin kendisiyle, ikincisi toplumla, üçüncüsü ise Yol ile olan rızalığıdır ki, bu felsefeye göre, toplumda razılığın sağlanması durumunda el ele, el hakka ilkesiyle Kamil topluma ulaşılacaktır.

Aleviliğin ‘Rıza Şehri Felsefesi,’ bir bakıma da özgürlüğü savunan Spartaküslerden Şeyh Bedreddin’e, kadını toplumsal yaşama katan Mazdekler’den komünal sistemi savunan Karmatiler’e olan düşünce sistematiğinde de görülür. Adı geçen kişi ve topluluklar, bireysel mülkiyet yerine toplumsal mülkiyeti ve kadın erkek eşitliğini de savunur ki, bu felsefe ve görüşler geliştirilmiş bir şekilde Marksizm biliminde de vardır.    

Bir diğer Alevi ritüeli olan, kimi kişi ve kanaat önderlerince ‘Aleviliğin ibadet şekli’ olarak anlatılan Cem’in, gerçek anlamda mistik bir tapınma ve ibadet değildir. Zaten Alevilikte asla Tanrı’nın emirlerini yerine getirmek için bir tapınma yoktur. Alevilikte ibadet olarak kabul edilebilecek bu durum olsa olsa “niyaz” etmek, yani bir şeyi istemektir. Cem, değişik biçim, işlev ve farklı özellikleri olan, “Görgü, Müsahiplik, Muhabbet, Abdal Musa, Newroz” isimleriyle yapılan törenlerdir. Bu törenlerde çeşitli bireysel, toplumsal, sosyal sorunlar konuşulur. Rızalık temelinde çözüme kavuşturulmasında ortak kararlar alınır ve belli bir disiplin içinde gerçekleştirilir.

Aleviliğin olmazsa olmaz ritüeli Müsahiplik ise kısaca Yol Kardeşliği’dir. Müsahiplikte dört kişiyi tek bedende birleştiren, yedi kuşağın birbiriyle evlilik yapamayacağı, zorda, darda, tasada bir olma, birbirilerine karşı sorumlu olma durumu vardır. Alevilikteki “biyolojik” kardeşlikten daha önemli, daha değerli olan “Müsahiplik” ile sosyalist düşünce sistematiği içindeki ‘Yoldaşlık’ söylem ve içeriklerinin “kardeşlik, dayanışma” ilkeleri açısından da büyük bir benzerlik gösterdiğini görürüz.

Müsahipliğin günümüzde yaşadığı tahribatlar ile siyasal mücadelede yoldaşlığın yaşadığı tahribatlar bu anlamda da benzerlik göstermekte olup,  son derece üzücü bir noktaya geldiği görülmektedir. Oysa yoldaşlık ve müsahiplik bir bedende, ortak duygu, düşünce, aynı sevinç ve tasayla yaşayabilmektir. Yoldaşlık Mahir’lerin Deniz, Hüseyin ve Yusuf’un idamlarını durdurmak için Kızıldere’de “Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik” deyip, yaşamlarını yitirmeleri, İbrahim Kaypakkaya’nın Sinan Cemgil ve yoldaşlarını ihbar eden  Kürecik Kahyalı Köyü muhtarını cezalandırması ve yoldaşlık, zindanlarda, insanlık onuru için açlık grevlerinde, ölüm oruçlarında kolkola olup kenetlenmek, faşizme karşı birlikte direnmektir.

Günümüzde Alevilerce uygulanmayan ‘müsahiplik’ ile sol sosyalist devrimcilerin önemli kısmında uygulanmayan yoldaşlık, giderek toplumsal ve siyasal mücadeleyi zayıflattığı gibi, egemenlerin toplum üzerindeki baskısını, şiddetini ve iktidar süresini uzatıyor.

Son yıllarda ne yazık ki, her iki kesimin de emperyalistlerin “böl, parçala, yönet” politikalarını haklı çıkarırcasına birbirlerinden uzak durması kitlelerin mücadele motivasyonuna da olumsuz etki yapmaktadır.

Sosyalistlerin Alevilerin “Eşit Yurttaşlık” ve çeşitli inançsal taleplerini yeterince sahiplenmiyor olması, Alevilerin de, aslında Alevilikte olmayan bir “Cemevi” örgütlenmesi etrafında kümeleşmeye başlaması ve kimi yerlerde sosyalistlere, devrimcilere karşı ‘müsahipçe’ olmayan bir tavır içine girmiş olmaları, devrimci sosyalistlerin cenazelerini Cemevlerine kabul etmemesi kabul ve anlaşılabilir değildir.  Her iki kesimdeki söz sahiplerinin bu yöndeki davranış ve tavırları, hem yapay gerginlik ve kırgınlıklara, hem de Alevilik ile Sosyalizm arasında kurulmaya çalışılan bağlantıya zarar vermektir. Bu tavır, devlet tarafından sistematik bir şekilde yerleştirilmeye çalışılan ırkçılık, Kürt ve göçmen düşmanlığı, cinsiyetçilik ve mezhepleşme politikalarına da yardımcı olduğu gibi, aynı zamanda Aleviliğin belirgin özellikleri olan “ezilenden, mazlumdan, insandan, güzelden, doğrudan ve iyiden yana olmak” gibi değerlerle de örtüşmüyor.  

Cemevi binası örneğinde görüldüğü gibi kentleşme ile birlikte bazı ritüellerini özgünce sürdürme olanaklarını yitiren Alevilik, kent koşullarında özellikle öne çıkan bireycilik, zengin olma, lüks içinde yaşama, daha üstün olma arzusu ve egoizm nedeniyle birçok konuda uygulanabilirliğini yitirmiştir.

Ancak Alevilerin en fazla yitirdikleri özellik, ne yazık ki  “Aidiyet” duygusudur. Bunu, bireyin bilinçaltında bir aileye, gruba, topluma, ulusa, tarihe, inanca veya bir düşünceye sahip olma duygusu olarak ifade edebiliriz. Bu duygudan yoksun, ya da ait olmadığı bir olgunun, daha güçlü, daha kuvvetli bir grubun, ya da düşüncenin arkasında koşturması, giderek rüzgârda bilinçsizce sağa sola savrulmayı da beraberinde getirir. Ve ne yazık ki, Alevilerin önemli bölümünde de, onlarca, yüzlerce yıldır karşılaşılan aşağılanma, karalanma, baskı, inkâr ve katliamlar, bir korunma, gizlenme, bir başka güce tapınma – yaranma duygusunu da öne çıkartmakta ve bu aidiyet duygusu eksikliği her geçen gün giderek daha fazla hissedilmektedir.

Bu bağlamda da Alevi Kızılbaşların tarihi, felsefesi, yüzlerce yıl boyunca bu topraklarda yaşadığı, aşağılama, karalama ve katliamların nedenleri, arka plandaki inkârcı tekçi anlayış mutlaka sosyalistlerce doğru tespit edilmelidir. Baba İshak, Baba İlyas isyanlarının Selçuklulara, Kalender Çelebi, Şah Kulu, Şeyh Bedreddin, Börklüce, Hubyar Sultan ve Pir Sultan Abdal’ın Osmanlıya karşı verdikleri mücadelenin salt bir inanç mücadelesi olmadığı, bunun doğrudan sistemin sömürücü, feodal, gerici sistemine karşı, bir özgürlük mücadelesi olduğu gözden ve akıldan ırak tutulmamalıdır

Günümüzde, sosyalizmin gerçekleşme olasılığını zayıf gören kimi Alevi kökenli yorgun solcular, aydınlar, işin kolayına kaçarcasına Aleviliği sosyalizmle eşitlemeye, böylece solculuğu Alevileştirmeye, Alevi hareketini salt sol bir hareketmiş gibi değerlendirmeye çalışıyor. Buna karşın, Aleviliği toplumsal bir olgu, büyük toplumsal bir güç gibi görmeyip, sorunlarını da görmezden gelen bir sol, sosyalist pratik yüzünden sosyalistlerin kitleselleşmede sorunlar yaşamasına yol açmaktadır.  

Aleviliği genel anlamda, yüzyıllarca yaşadıkları yasak, karalama ve zulümlerin de etkisiyle, özgürlükçü, eşitlikçi, paylaşımcı, sosyal, toplumsal, kültürel özelliklere sahip Alevi yolu ve inancını diğer Semavi dinlerden farklılığını görmeyip, buna karşın ya sosyalizm ile eşitlemek, ya da sosyalizmin Alevilikten beslendiği, Alevilikten çıktığı şeklindeki bir yanlış tanımdan kaçınılmalıdır.

Aleviliği ve Sosyalizmi kendi toplumsal, sosyal, siyasal, kültürel özellikleriyle değerlendirmeliyiz. Toplumsal tarih yazıcıları, sınıfları, etnisite ve inanç kimliklerini kendi özgül koşulları ve özellikleriyle değerlendirmeli, özgürlüğe ve kurtuluşa giden yolda, sınıf ve kimlik mücadelesi ile çeşitli toplumsal grupların mücadele güçlerini harmanlaması şarttır.   

Sonuç olarak, Aleviler, Kürtler, Sosyalistler ve bu topraklarda yaşayan başkaca tüm diğer etnik ve inançsal kimlikler, bu kadim topraklarda yaşayan halkların, etnik ve inanç gruplarının güzel yarınlara kavuşabilmeleri için temel ve esas ittifak güçleridir. Bu toplumsal gruplar arasındaki ilişkiyi, yani bana göre “Kendisinin Ötekisi, Ötekinin Kendisi” arasındaki ilişkiyi Alevice söylemek gerekirse “Müsahipçe” ve sosyalist jargona göre söylersek de “Yoldaşça” bir eksende ve anlayışla geleceğe taşımak her birimizin görevi ve  tarihi sorumluluğu olmalıdır..

Bu bilinçle eşitlik,  özgürlük, güzel yarınlar mücadelesi verenlere, yoldaşlığı, müsahipliği gerçek anlamıyla sahiplenenlere bin selam olsun…

Notlar:

1-) “Din toplumun afyonudur” Almanca ‘Religion ist das Opium des Volkes‘, Karl Marx’ın 1843 yılında kaleme aldığı Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı ( Zur Kritik der Hegelschen Rechtphilosophie) adlı yazısında yer almıştır.

2-) Alişer Efendi “Koçgiri Başladı Harba / Sesi Gitti Şarka Garba /  İki Ordu Asker Geldi/  Dayanamadı Bu Darba/  Ere Dılo Yemman Yemman/  Çiyan Gırtu Berfu Duman / Mera Bişin Şahı Merdan / Ew Dermane Hemu Derdan” dizeleriyle, hem Kürdistan’ın özgürlük mücadelesini, hem de yardım için Alevi inanç simgelerinden olan Şahı Merdan’a seslenir.

3-) Seyit Rıza, 15 Kasım 1937’de Elazığ Buğday Meydanında idam sehpasına çıkarken, yapılan zulmü dile getirmek için “Evladı Kervelayme, be gunayime, ayvo, zulumo, cinayeto” sözlerini haykırır.

4-) Deniz Gezmiş, Alevi bir ocakzade olan Hüseyin İnan’a, idam kararlarının açıklanmasından sonra: “Dede”, hakkımızda idam kararı verdiler korkuyor musun?” diye sorar. Hüseyin İnan: “Hayır, biz korkumuzu Kerbela’da bıraktık” diye yanıt verir. 

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Paylaş

spot_img

İlginizi çekebilir

Bunlara baktınız mı?
Benzer Başlıklar

Zini Gediği’nde katledilen Aleviler Erzincan’ın Kılıçkaya köyünde anıldı.

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 288. sayısında yayınlanmıştır. Zini Gediği’nde...

Ağa Akgüç: Zini Gediği

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 288. sayısında yayınlanmıştır. Zini ismini...

Cemal Taş: “Dersim’38 İkinci Kerbela”

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 288. sayısında yayınlanmıştır. 1935-1953 yıllarını...

Prof. Dr. Kemal İnal: Diyelim Almanya’da Bir Alevisiniz!

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 288. sayısında yayınlanmıştır. Almanya'da verilen...

Alevilerin Sesi dergisine abone olmak ister misiniz?