Perşembe, Mayıs 2, 2024

Ali Duran Gülçiçek: Hakikat Makamı, İnsan ve Doğa Sevgisi

Date:

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 285. sayısında yayınlanmıştır.

Şekilcilikten, dogmalardan ve katı kurallardan uzak; Tanrı-insan-doğa sevgisi, hoşgörü, gönül ve ruh temizliğine dayanan Alevilik (Bektaşilik, Kızılbaşlık), Dört Kapı’nın en üst aşaması olan hakikata giden bir yoldur.

Aklın yolu birdir ilmin temeli
Dine katmaz idim kini, kibiri
İnsan-ı kâmilin o kutsal yeri
Gönül kâbesidir bilmek isterdim.
Aziz

Kâmil insan, her şeyden önce kemal mertebesine ulaşmış; iyi sözler, iyi işler, iyi huylar, iyi bilgiler ve güzel hasletlerle donatılmış; kendi özünde bütün varlık âleminin dile geldiğini kavrayan; Tanrı, insan ve doğayla uyum içinde olan; hiçbir milleti ve insanı ayıplamayan, tüm insanlara aynı nazarla (aynı gözle) bakan insandır. Hacı Bektaş Veli’nin  “Hiçbir milleti ve insanı ayıplamayınız; dini, dili, ırkı, rengi, cinsiyeti ne olursa olsun, iyiler iyidir.” Ayrıca Yunus Emre’nin “Yetmiş iki millete bir nazarla bakmayan / Halka müderris olsa bile hakikatte asidir” sözleri, buna en güzel örnektir. Temel ilkeleri doğruluk, hakikat ve bilgelik olan Alevilikte her şey insanda aranır:

Hararet nârdadır, sacda değildir
Keramet baştadır, tacda değildir
Her ne arar isen kendinde ara
Kudüs’te, Mekke’de, Hac’da değildir.
Hacı Bektaş Veli

Yunanistan’daki Apollon (Delphoi) Tapınağı’nın girişindeki kitabede, Yunan düşünürleri ve heykeltraşları tarafından antik dönemlerde büyük harflerle yazılmış “kendini bil(Yun.: Gnóthi seautón) sözüyle karşılaşırız.

İnsanın kendisini bilmesi, bencilleşmesi, kendisini beğenmesi (egosantrizm) demek değil, tam tersine özgeci, “ben” yerine “biz” diyen  insan-ı kâmil (olgun, yetkin insan) olması demektir. Yunus Emre’nin de bir dörtlüğünde ifade ettiği gibi; “İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir / Sen kendini bilmezsen / Ya nice okumaktır.

Şekilcilikten, dogmalardan ve katı kurallardan uzak; Tanrı-insan-doğa sevgisi, hoşgörü, gönül ve ruh temizliğine dayanan Alevilik (Bektaşilik, Kızılbaşlık), Dört Kapının en üst aşaması olan hakikata giden bir yoldur. Dört Kapı-Kırk Makam İlkeleri, yüzaltmış menziliyle doğruluğu, temizliği, „nefsine, hiddetine, eline, beline, diline sahip olmayı“, daha açık bir deyişle, bilim ve irfan yoluyla eksiksiz ve noksansız kâmil insan olmayı emreder. Halk arasındaki bir ifadeyle marifet dalgıca, hakikat ise denizin dibindeki inciye benzetilir. Hakikat ehli odur ki, denizin dibindeki inciyi bulabilmesidir.  Diğer bir tanımla “Hakikat doğru rah-ı kadimdir (ulaşılan, ezelden beri sürüp gelen doğru bir yoldur) hem doğru binadır.”[ Hakikat kapısı, kibrin, kinin, senliğin ve benliğin yok edildiği vahdet, yani birlik makamıdır. Bu makamda atam gök, anam yerdir. Tüm nesneler canla dirilir, can ise marifetle dirilir. Hakikat makamında mürşid-i kâmil olmak; Hakk’ı kendi özünde görmek, kendi özünü Hakk’ta görmektir.

Kâmillerin ilmi, irfânı mâlum
Aklı, fikri, fazlı, irfânı mâlum
Sözü, özü doğru vicdânı mâlum
Her müşkülü halle kudreti vardır.

diyen Edip Harabi Vahdetname’sinde birlik meydanını şöyle tanımlar:

Vahdet âlemine girenler için
Hakk’ı hakk-el yakın görenler için
Bu sırra Harabi erenler için
Birlik meydanında cevlan eyledik.
Edib Harabi

Tasavvuftaki başka bir yorumla marifette vahdet-i vücud, varlığın birliği, özdeşliği; hakikatta ise vahdet-i mevcut, tüm mevcudatın birliği anlamına gelmektedir. Zâhiri (dışrak) âlemde insan, “Âlem-i Asgar”dır, yani küçük bir evrendir. Bâtın (içrek) âleminde, hakikatta insan, “Âlem-i Kebir”dir, Büyük âlemin kendisidir. “Sen kendini küçücük bir beden sanıyorsun; oysa ki koskoca bir evren sendedir. Derdin sende ama sen görmüyorsun; derman sende ama senin haberin yok.
Hz. Ali.

Evrensel ve çağdaş bir değere sahip olan Alevilik-Bektaşilikte, derin bir bilgelik, sevgi ve hoşgörü vardır. Şirazlı Hafız’ın dediği gibi, “Bilgi ve irfan sahibi ol. Çünkü erenler, aşk pazarında ancak bilginlerle ve irfan sahipleriyle alışveriş ederler.” İtalyan astronomu ve fizikçisi Galilei (1564-1642), “Zannederim ki bu dünyada, cahilin ilme karşı duyduğu kin ve nefretten daha zorlu bir kin ve nefret yoktur” diyor. Çağatay edebiyatının önemli temsilcilerinden Heratlı şair, devlet adamı Hüseyin Baykara’nın (Herat 1430-1505) yakın dostu Ali Şîr Nevâî (Herat 1441-1501) de, “Ya Rabb! Ya beni havas arasında has kıl / Ya renc-i avamdan halâs kıl (Ya Rab! Ya beni bilginler, ârifler arasında yetkin, olgun kıl; ya cahillerin verdiği eziyet ve sıkıntıdan kurtar)” diye dua etmektedir.  Alman şairi Goethe ise, “hiçbir şey eyleme geçen cehalet kadar korkutucu olamaz” der. “Başkalarını bilen kimse bilgili, kendini bilen kimse ise bilgedir” Laotze. “Akıl gibi mal, iyi huy gibi dost, edep gibi miras, bilgi gibi şeref olamaz” Hz. Ali. “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır. Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu” Hacı Bektaş Veli’nin bu dizeleriyle bu bölümü noktalıylayalım. Özetle de olsa, Hakikat makamında Alevi-Bektaşi öğretisinedeki evrenselliği, çağdaş düşünceyi ifade eden bilgiyi, bilgeliği, kâmil, olgun, yetkin insan olmayı, özetle de olsa, örnekler vererek açıklamaya çalıştık.

Konumuz insan sevgisi kadar, doğa sevgisi de olduğu için, biraz da bundan söz edelim: Bildiğiniz gibi, Dört Kapı, Kırk Makamın son aşaması olan Hakikat Kapısının simgesi dört temel unsurdan biri olan topraktır. Yunus Emre, bunu şöyle ifade eder: “Miskin Yunus erenlere tekebbür olma (ululuk satma), toprak ol/Topraktan biter küllisi, gülistan toprak bana.” Hz. Ali’ye bilge ve alçak gönüllü, mütevazi kişiliğinden verilen isimlerden

biri de Ebu Turab’tır, yani Toprağın Babasıdır. Hz. Ali’nin dediği gibi, “tevazu, yani alçakgönüllülük insanı yüceltir.” Sanatçımız Turan Engin’in, ozanımız Teslim Abdal’dan okuduğu bir deyişinden,“Gel ha gönül havalanma / Engin ol gönül engin ol / Dünya malına güvenme / Engin ol gönül engin ol; Şu dünyanın hali böyle, yalan yahşi geçer şöyle / Söyledikçe engin söyle / Engin ol gönül engin ol… Teslim Abdal özüm Hak’tır / Sözümün yalanı yoktur / Engin söyle büyüklüktür / Engin ol gönül engin ol.” Alevi-Bektaşilerin alçak gönüllülüğünü, mütevaziliğini dile getiren birçok deyiş ve deyimler vardır.

“Yârin yanağından gayri her şeyde, her yerde hep beraber” diyen bilginler bilgini Simavne Kadısıoğlu Şeyh Bedrettin (günümüzde Yunanistan sınırları içerisinde kalan Dimetoka’nın Simavne kasabası 1358/60-Serez 1416/20) bir gezi sırasında Konya’ya geldiğinde, Karamanoğlu Mehmed Bey II  (?-1423), O’nu sarayına çağırıp bir ziyafet verir ve orada kendisinden keramet göstermesini ister “Şeyh buna toprağı göstererek ne olduğunu sorar. Karamanoğlu, toprak olduğunu söyler. Bedreddin, yemiş ağaçlarının nereden bittiğini sorar. Karamanoğlu gülerek yerden bittiğini söyler. Bedreddin, akan suların ve pınarların nereden çıktıklarını da sorup, bunların da yerden çıktığı cevabını Karamanoğlu’ndan alır ve ardından Bedreddin: ‘Ey Padişah! Bizden sen keramet iste!.. Dünya kerametle dopdoludur. Bu yolda toprak olursan bütün yemişler senden biter. İçin, dışın kerametle dolar!…’ diye sözünü bağlar. Bunu duyan hükümdar kendisine gelir ve bu hale hayran kalıp Bedreddin’e biat eyler…”

Âşık Veysel’in “Benim sâdık yârim kara topraktır” türküsünde de anlaşıldığı gibi toprağa büyük önem verilmektedir. Toprağın dostlara ihtiyacı vardır. Günümüzde doğaya karşı öyle bir uyumsuzluk, öyle bir talan, öyle bir vurdumduymazlık vardır ki, mirasyedi gibi, onu har vurup harman savurup tüketmeye çalışıyoruz, aslında bize yaşam kaynağı yaratan doğayı tüketirken, kendimizi tükettiğimizin farkında değiliz. Sanki biz onun bir parçası değilmişiz gibi, sanki o bize atalarımızdan bir miras değil bir emanet olarak teslim edildiği ve gelecek kuşaklara daha zengin bir şekilde aktarmamız gerekmiyormuş gibi hareket ediyoruz. Doğanın bize ihtiyacı yoktur, bizim ve gelecek kuşakların doğaya ihtiyacı vardır. Çünkü bizim yaşamamız doğaya bağlıdır, biz onun bir parçasıyız. Havayı, suyu kirlettiğimiz gibi, ormanları, biyolojik çeşitliliği yok ettiğimiz gibi, toprağı da zehirli atıklarla, kullandığımız ilaçlara kirletip, kullanılamaz duruma getiriyoruz.

Biz doğaya büyük zararlar verirken, küresel ısınmayla, iklim değişikliğiyle birlikte doğada daha fazlasıyla kuraklığıyla, seliyle, taşkınlığıyla, değişik hava koşullarıyla, doğal afetleriyle, su ve gıda kıtlığıyla misliyle bize yanıt vermektedir. Güneş sistemi içerisinde 8 gezegen vardır (Güneşe yakınlık mesafelerine göre Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün). Bu gezegenlerden biri de yaşadığımız dünyadır, yani yer küredir. Şu anda yaşanabilir tek gezegen dünyamızdır. Lütfen onu koruyalım. Çünkü yaşamamız ona bağlıdır. Bildiğiniz gibi küresel ısınma, iklim değişikliği, özellikle endüstrileşmeyle birlikte başlayan fosil yakıtlarının fazlasıyla yakılmasından, ormansızlaşma, başta karbondioksit ve metan gibi sera gazlarının artmasıyla, daha açık bir deyimimle aşırı derecede toprağı, suları ve havayı kirletmeyle birlikte yükseliyor. Şu durumda küresel ısınma bilimsel verilere göre 1,2 derece oranındadır. Kutup buzulları gittikçe erimekte. 2015 Paris Antlaşması gereğince 2 derecenin altında, mevcut 1,2 derece sınırında tutmaları için başta sera gazların ve karbondioksit oranlarının azaltılması ve 2050 yılına kadar emisyonların sıfıra indirilmesi bekleniyor. Fosil kaynaklar, kömür ve doğal gaz yerine güneş, rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının çoğaltılması artık bir zorunluluktur. Bu alanda tüm devletlere, özellikle de endüstrinin yoğun olduğu büyük devletlere, ayrıca kurum ve kuruluşlara ve kişilere, yani bizlere de önemli görevler düşmektedir. Küresel ısınma 2 dereceye çıktıkta, su seviyesinede veya biraz üstünde olan kentler sular altında kalacağı gibi, ısınmayla birlikte yaratılan iklim değişikliğiyle doğal afetler daha da artacak, aşırı kuraklıkla birlikte su ve gıda ürünlerinde de kıtlık gibi büyük sorunlar yaşanacaktır. Biz doğayı yeşillendirmeye benzememiz gerekirke, doğananın bize sunduğu, ekosistem ve iklim üzerinde önemli etkileri olan, toprağı erozyondan koruyan,doğanın akciğeri olan ormanlarımızı da acımasızca çeşitli nedenlerle, bir kısmı ihmalsızlık yüzünde, büyük bir kısım tarla ve arsa alanı açmak için, bir kısmını da rant için yok ediyoruz. Daha açık bir deyişle bindiğimiz dalı kendimiz kesiyoruz. 1990-2020 yılları arasında Türkiye’nin beş katı civarında orman alanı yok edilmiştir. WWF (World Wide Fund For Nature)= Doğal Hayatı Koruma Vakfı verilerine göre her yıl 13 milyon hektar orman yok oluyor. Böylelikle yeşil alanların yerini çıplak bozkırlar, beton alanları ve çöl sahraları kaplıyor. Dünya genelinde günde neredeyse 86 milyon tondan fazla toprak erozyona uğruyor. Bu karanlık tablolarla sizleri fazla karamsarlığa itmek istemiyoruz. Teknolojinin hızla gelişmesiyle birlikte yaşadığımız bilişim, iletişim, dijital çağda, yapay zeka döneminde doğanın korunması yönünde de yeni gelişmeler yaşanacağına inanmak istiyoruz.

Biz doğayı korursak, doğa da bizi koruyacaktır.

Sağlıklı bir doğada, çevrede sağlıklı ve insan onuruna yaraşır bir şekilde yaşamak hepimizin en içten dileği ve isteği olsa gerektir.

Sağlıcakla, huzur ve mutlulukla kalınız.

Paylaş

spot_img

İlginizi çekebilir

Bunlara baktınız mı?
Benzer Başlıklar

Selma Orundaş: Eşikteki ile Döşektekinin Kudreti

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 285. sayısında yayınlanmıştır. “Yol cümleden...

Madımak Katliamı Hafıza Merkezi Belgesel Filmi

BİLGİLENDİRME Sevgili Canlar, Madımak Katliamı Hafıza Merkezi Belgesel Filmi 2 Temmuz'da...

Özge Göncü: İyi Olmamızın Mücadele İle Ne Alakası Var?

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 285. sayısında yayınlanmıştır. Çetin mücadele...

Zeliha Korkmaz: 2024 Perspektifi Kadınlar İçin Mümkün Mü?

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 285. sayısında yayınlanmıştır. Geride bıraktığımız...

Alevilerin Sesi dergisine abone olmak ister misiniz?