Yıllardır özellikle de Alevi toplumunun son 30 yıllık örgütlemesinin başladığı tarihten buyana Alevilerin aydınları, kanaat önderleri, yöneticileri en çok, Alevi(ler)liğin inkârı, toplumun eşit yurttaşlık hakları, asimilasyona ve Alevilerin inançlarını özgürce yerine getirebilmesi konularına ilişkin uğraş veriyorlar.
Bu uğraşıda, kadim ve binlerce yıllık bir tarihi olduğunu bildiğimiz Alevi yolu ve öğretisinin, Alevi birey ve toplumunun en temel sorunu, yüzlerce yıldır Mezopatamya ve Anadolu coğrafyasında egemen tekçi zihniyet tarafından sürdürülen asimilasyon, baskı ve karalama politikalarıyla özünden koparılması, ritüellerin bir kısmının unutulması, bir kısmının değiştirilmesi, bir kısmının 1400 yıllık çağdışı İslama ve Müslümanlığa (bazısının da Sünniliğe ve İran Şiiliğine), yani kısacası üç Semavi dinin de doğup büyüdüğü Arap çöllerine yamanmaya çalışılması, buna karşı güçlü, örgütlü bir duruş gösteril(e)memesidir. Oysa Arkeolog, Antropolog, tarihçi, yazar ve araştırmacıların çalışmaları gösteriyor ki, Aleviliğin tarihi yaklaşık olarak 14 bin yıl öncesine dayanmaktadır.
Ayrıca Ateş, Su, Toprak, Hava dört temel elementini baz alan doğa ve insan eksenli, varlığın birliği, birliğin varlığına ve En-el Hakk inancıyla Tanrıyı – insanı merkezine alan, Semah, Müsahip, Cem ritüelleriyle, eşitlikçi, canlıyı ve bitkiyi bile kutsayan, toprağın, bereketin sembolü Ana kültüyle kadını öne çıkartan, ekolojik dengeye saygılı, bir sevgi ve doğa inancı olan, bu özellikleriyle Semavi dinlerden farklı, ayrı ve bağımsız, kendine özgü bir inanç, yol, kültür ve felsefe olan Aleviliği savunmak çok değerlidir. Bu bir o kadar da kolaydır.
Bu durum kimi zaman sadece makam ve koltuk tatminiyle umursamazlık ve vurdumduymazlık gösteren, kimi zaman da gelecekle ilgili politik, ekonomik ve toplumsal hayaller, bireysel çıkarlar peşinde koşan kimi yönetici, aydın, yazar kanaat önderi de olan ”Dede, Ana, Baba, Pir ve Reyber”lerin bilerek veya bilmeyerek asimilasyona hizmet etmesiyle kendini gösteriyor.
Alevi toplumunun diğer en temel ve yaşamsal sorunu da, ülkede devam eden etnik, inançsal, kültürel, sosyal ve ekonomik sorunlara karşı gerekli bir örgütlenme, dayanışma ve diğer toplumsal dinamikler ve egemenlerce ötekileştirilen kesimler, gruplar ve yapılarla birlikte mücadele etme noktasındaki zaaf, ürkeklik ve eksikliğidir. Bu konuda Alevi toplumu ve örgütleri üzerinde hem merkezi yönetimin, hem de yerel yönetimlerin (neredeyse tüm parti ve siyasal yapıların) ortaklaşa sürdürdükleri bir oyuna karşı uyanık olun(a)maması ve Pir Sultan Abdal’ın dediği “bozuk düzende sağlam çark olmaz” gerçeğini içselleştirememesi, adeta unutmalarıdır.
Doğal olarak Alevi kurumlarının sorunlarını değerlendirirken öncelikle meseleye “yurtiçi ve yurtdışı örgütlenmesi açısından bakmalıyız. Yurtiçinde kurulan dernekler ki, çoğu kısa sürede salt ‘sözde’ Alevi inanç ve ibadet ritüellerinin yürütüldüğü iddiasında Cemevine dönüşmüş durumdadır. Bu dernekler özellikle de son yıllarda, Alevi yolu, kültürü, felsefesi ile ilgili hiçbir çalışmanın yapılmadığı, eğitim merkezi, kültür merkezi olmaktan uzak, buna karşın sadece cenaze işlerinin (ne yazık ki bunun da nerdeyse tamamı İslama – Sünni ritüellere uygun bir şekilde) yürütüldüğü birer “minaresiz cami” binasına dönüştürülmüş durumdadır.
Alevilik ya kısmen terk edilen, ya Sünniliğe ve Şiiliğe benzetilmeye çalışılan, ya da Sünnilik ve Şiiliğin de kötü birer kopyası şeklinde ritüeller uygulayan, Alevi yolu, kültürü, inancı dışında başka bir şeye benzetilen, adeta başkalaştırılan bir Aleviliğe dönüşmüş durumdadır.
Rıza şehrinden, komünal yaşamı çağrıştıran, yoldaşlık ve müsahipliği öne çıkaran öğretilerden uzaklaştırılmış bu örgütlenme modeli için, ne yazık ki, yurtiçi örgütlemesi tamamen, ya kimi yerlerde merkezi hükümete bağlı, kimi yerde de muhalefet partilerine bağımlı, güdümlü ve ekonomik, sosyal, siyasal rant peşinde koşan, kimi partilerin arka bahçesi olmuş bir durumdadır. Bu durum kimi kent ve kasabalarda, Alevi düşmanlığı tescil edilmiş, Alevi düşmanlarının hizmetindeki gerici, selefist merkezi yönetim kurumlarıyla işbirliğine varan ve utanç duyulacak bir noktaya kadar ulaşmış durumdadır.
Alevi toplumunu temsil etme iddiasındaki yurtiçi Alevi örgütlemesinin Federasyon yöneticilerinden en küçük yerleşim yerindeki dernek yöneticilerine kadar merkezi ve yerel yönetim kıskacında ve mevcut çarkın içinde olduklarını görmek büyük üzüntü vericidir. Yöneticilerin büyük bölümü, ekonomik, sosyal, siyasal ve toplumsal rantları, gelecekle ilgili hayalleri için, yol ve öğretiden uzaklaşıp yolun gereklerini önemsemeyen, öğrenmeyen, kitleleri demokrasi için örgütlemeye çalışmayan birer işadamı, birer ticaret adamı, birer işbirlikçi durumundadır..
Yurtdışı örgütlemesi genel olarak ekonomik, sosyal ve toplumsal meselelerde o ülkelerdeki şartlar nedeniyle görece rahat bir mücadele ve örgütleme çalışmaları sürdürmektedir. Yurtdışındaki yöneticiler yaşadıkları ülkelerdeki hükümetler ile Aleviliğin tanınması, Alevi toplumunun çeşitli hak ve talepleri için daha örgütlü, daha güçlü, ilkeli bir ilişki sürdürmektedir. Aynı zamanda bilinç düzeyi yüksek Pir ve Anaları, çeşitli konularda araştırma yapan aydın, yazar, tarihçileri de üyelerle buluşturarak, üyelerin bilinçlenmesine önemli katkı sunmaktadır.
Tabi ki, yurtdışında da asimilasyon çabalarına karşı gerekli duruşu sergilemeyen, gençliği ve kadın canları derneklere, Alevi Kültür Merkezlerine (AKM) çekemeyen, gençliğin ve yine kadınların yönetim kademelerinde görev almasının önünde açıktan olmasa bile, bir direnç gösteren yöneticiler de mevcut. Aynı zamanda ülkedeki partilerle dirsek teması içinde olan, AKM’leri birer parti lokâli olarak kullandırmak isteyen kimi yöneticileri de görmezden gelemeyiz. Bunların sayısı azdır, ancak yine de Alevi Kültür merkezlerini ve dernekleri siyasi düşüncesine, aldığı eğitim/sizliğe uygun şekilde yönetmeye çalışan, yol ve öğretinin farkındalığını bilmeyen, öğrenmeyenler olduğunu da belirtmek durumundayım..
Alevi toplumunun da, örgütlemesinin de en başat sorunlarından biri de, sorunun tam olarak farkına varılamamasıdır. Yüzyıllardır bu topraklarda çeşitli etnik ve inanç kimliklerine karşı sürdürülen aşağılama, karalama, yok sayma, katletme, soykırıma uğratma politikaları artık günümüzde de çok daha planlı, programlı, sistemli bir şekilde sürdürülmektedir. Ülke her geçen gün ortaçağ karanlığına doğru çekilmektedir. Ülkedeki halklar, toplumlar, inanç grupları, her zamankinden daha fazla ‘ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, inançsal’ baskı cenderesi altında nefes alamaz durumdadır. Toplumdaki bu sorunlar her geçen gün milyonları daha büyük travmalara, çaresizliğe ve yetmezliğe sürüklemektedir. Bu nedenle salt Aleviler değil, en başta Aleviler, Kürtler, sosyalistler ve diğer toplumsal muhalif dinamikler kendilerini, örgütlemelerini ve birlikte iş yapma becerilerini gözden geçirmeli ve birlikte bu bozuk düzene karşı mücadele bayrağını yükseltmelidir.