Kemalete ermiş olan can okunması gereken en büyük kitaptır, kitaplar insan için vardır. Âdem sıfatında zuhur edenler olmasaydı ne bir kitap yazılırdı, nede okunurdu.
Müslim Kaya – AABF İnanç Kurulu Başkanı
Bilgi sahibi olmakla kendilerini bilge sayanlar günümüzde hiçte küçümsenmeyecek bir kuru kalabalığı oluşturmaktadırlar, bir konu veya birçok konular hakkında bilgi sahibi olmakla bilge olmayı biribirinden ayırmak gerek. Araştırarak, inceleyerek, gezip görerek bilgi sahibi olabiliriz. Bu bakımdan bilgi kişinin sahip olduklarını harmanlayarak sonuca dönüştürdüğü ve günün koşullarına göre aksi ispatlanıncaya kadar gerçeğe en yakın olandır. Ancak gerçeğin kendisi değildir. Zamanı geldiğinde ayni konuda daha gerçekçi bir bilgi elde edilirse o güne kadar olan ve doğru olarak bilinen veriler de yeni olanın yanında kendılığinden yiter. Yani bu günün doğrusu yarının yanlışı olabilir.
Bilgelik ise bilginin yanında Hikmet sahibi olan kişidedir. Şah-ı Merdan Ali ‘’sen kendini küçük bir beden sanıyorsun, oysaki iki âlem dürülmüş içinde senin ’’ veya’’okunacak en büyük kitap insandır’’ sözlerinden anlaşıldığı gibi Bilge insan, kendi kitabını okuyup iki âleminde sırrına erendir, nedeni ve sonucu idrak edendir… Neden ve sonuç bilindiğinden dolayı sorgulama yoktur, sonucu bilmeyenler her zaman sorgulayıcı ve yargılayıcıdırlar, parçayı bütünden ayrı ele alanlar karar vermede oldum olası aceleci davranmışlardır tarih boyunca şeriatın verdiği kararların hepsi nedeni ve sonucu idrak etmeyen şerrin içine kendilerini haps etmiş olanların açmazlarından başka birşey değildir.
Evren Hakkın değişik sıfatlarla zuhura geldiği yerdir, nasılki Hakkın ilmi sonsuzdur diyorsak Evren’de sonsuzdur, İnsanoğlu ancak kendi gerçeği kadar kavrayabilir, ötesi hala bilinmeyendir. Sonsuz olan ilmin sahibi Hakkın kendisidir bu sıra ermek hiçbir beşerin menzilinde değildir.
Hakk’ı dışarıda görenler Anlatımlarında hem Hakkın insanı kendi elleriyle yarattığını hem insana kendi özünden Ruh (can) verdiğini bolca anlatmalarına rağmen, çıkarlarına ters düştüğünde verilen ruh’un bedenle olan irtibatını (Bedenin ruh ile Hakka olan bağlantısını)kesmek için ellerinden geleni ardına koymamışlardır. Oysakı “Hakk” bütün Evreni kuşatmıştır, görünen, bilinen ne varsa Onun isimlerinin teccellisinden başka değildir, sadece Onun bilinmesi için herşey vardır…
Âdem O nun halifesidir, meleklerin bile sahip olmadıkları bilgiler, isimler Ademde mevcuttur. Âdem ‘’sır’’ küpüdür, kendi gerçeğinin ne kadar farkıda ise o derecede sırların sahibidir.
Bu anlamda diyoruzki; Hak gizli bir noktadır. Bu nokta insanın kalbindedir bu gizli noktanın sırrına erenler deryada marifet dalgıcı olup hakikat incisini bulanlardır.. Derya insanın kendisidir, inci insanın kendi kalbinde bulunan gizli noktadır, iki cihanın bütün sırları bu noktanın içinde saklıdır. Bilge insan bu noktayı bulup kapısını açandır buna vakıf olanlar hakikat kapısının gerisindeki sırlarında sahibidirler. Bu sırra erenlerin dilleri ve gönülleri aynıyı söyler. Gözleri Bir’i görür, Kulakları ilahi sedayı işitir
Gelmiş geçmiş bütün erenler evliyalar dört kapının ardındaki bu gizli noktanın sırrını keşfedip aradaki perdeyi kaldırmışlardır, Bunun birçok örneğini inançsal söylemlerimizde buluruz. Şah-ı Merdan Ali’nin, H.B.Velinin, Mansurun, Nesiminin Hızır aleyhiselam’ın sahip oldukları, bu ilahi noktanın içindeki sırlardan başkası değildir… Bu sırlara sahip olan bir Hak yakını hem hikmet sahibi hemde hüküm sahibidir. Başlangıcın ve sonucun nasıl olacağını bilir. O her an bir coşkunun, her an bir değişimin ve hareketliliğin içindedir. Hz Ali “Ben Ba’nın altındaki noktayım” derken bunu kastediyordu. Yani ben o noktanın içindeki sırların bütünüyüm. İmam Ali iki cihan sırlarının bir bütünüdür Bu nedenledirki Hz Muhammed (s.a) İlim şehrine girmek isteyenlere İmam Ali’yi işaret etmiştir.. Bu şehre girmek için İmam Ali’nin eteğinden tutup ondan öğrenmek lazımdır. Ali’nin makamı aşk makamıdır, Hak makamıdır, zahir ile batının olmadığı cümle varlığın Hak gözü ile görülüp bilindiği bir makamdır. Hakikate ermek için yapılan yolculukta Evvelin ve ahirin bir arada olduğu yüce bir makamdır.
Bu makama erişmek yanlızca zahiri olarak elde edilen bilgilerle olmaz, öncelikle İmam Ali gibi bir ilim deryasından kana kana içmek gerekir. İnancımıza göre Ali evveldir, Ali ahirdir yani Ali yaratılışta nurdur, nur saftır, tertemizdir ne içinde nede üzerinde bir gölge bir karanlık yoktur. Nur karanlığın gizemini aydınlatandır, karanlığı bilince çıkarandır, Nur’un bir cismi yoktur, onun ne enini ne boyunu nede hacmini ölçe bilirsin ancak onu görürsün ve onun sayesinde tanıyıp bilrsin
İmam Ali’nin Beşer alemdeki varlığı, Nur’un insan suretindeki tecelliyatıdır. Beşer alemde Nur’un Nur olarak konuşması, insanlara öncülük etmesi onlara doğruyu yanlışı öğretmesi, günlük yaşamda onlarla dolaşıp sorunlarını haletmesi insan aklının sınırları dışındadır bütün bunlardan ötürüdür ki insanliğa doğruyu öğreten Nebi’ler, Veli’ler görünüş alemine insan suretinde tecelli etmişlerdir..Görevleri insana insan olmanın, Hak yolnun gereklerini bir beşer sıfatında göstermektir. Nur zuhura geldiği bedenin ihtiyaçlarını ayni bir beşer gibi yerine getirmek zorundadır. Dolayısıyla bir insanın yaşam için gereksinmeleri ne ise İnsan sıfatına bürünmüş olan nur’un da gereksinmeleri aynidir, o da bir insan gibi doğar, yer içer, giyinir, evlenir, hayatta başına her insan gibi çeşitli olaylar gelir ve zamanı geldiğinde Hakka yürür. İnancımızda Nur’un yeryüzündeki tecelliyatları olarak bildiğimiz Evliyalar Hakka yürüdüklerinde sır olmuşlardır, kendi bedenini kendileri yunmuş ve sandukalarını kendileri çekmişlerdir burdaki amlamıyla ölen yanlızca bedendir Nur bedeni terk ettiğinde tekrardan geldiği yere dönmektedir. Buna örnek olarak İmam Ali ve H.B. Veli’yi verebiliriz.
Bu aleme beşer sıfatında zuhura gelmiş Hak makamının sahipleri her zaman yaşadıkları her dönemde mal’ın Mülkün köleleri tarafından hor görülmüş, horlanmış, her türlü cefaya, cezaya reva görülmüşlerdir, ama onlar hiçbir zaman kendi bedenlerinin derdine düşmemiş sahip oldukları öze sırtını dönmemişlerdir. Zaten Nur’un önü arkası sağı solu olmaz o olduğu gibidir ilahi aşkın kendisidir Mansurun Darda söylediği gibi ‘’ey yaratan bu cahiller şurekası güya sana yaranmak için beni böyle katl ediyorlar’’ Mansurun sahip olduklarına cahiller sahip degildi, onun makamı aşağıdakilerden çok be çok yukarıdaydı.
Her türlü Dünya nimetlerinden yararlanıp o nimetlerden başkalarının faydalanmasını istemeyen kendi benlik ve bencilliklerinin esiri olanlar, bedenlerinin zihinleri üzerindeki hakimiyetini kıramazlar, kişi odurki kendi zihnini bedenin hükümranlığından kurtarsın, kurtaramadığı müdetçe bedenin esiri olmak zorundadır. Bizler bu duruma Nefsine hakim olmamak diyoruz, inanç bağlamında nefsine hakim olmayan kendi içindeki şeytanı iradesi altına alamamıştır, bu durumda Hak yoluna yolcu olmak, her daim nefse karşı verilecek amansız ve sürekli bir savaşla mümkündür.
Topraktan gelenler, tekrardan toprağa döneceklerdir, içlerindeki ilahi nur’un özelliklerini tanımayanlar gözlerini toprak doyuruncaya kadar bu dünya nimetleriyle doymayı bilmezler.
Hayatlarını incelediğimiz yolumuzun ulularının hemen hepsi Dünya nimetlerini kendi bedenlerinin asgari ihtiyaçlarını karşılamak için kulanmış gerisine itibar etmemişlerdir. Evliyalarımızın, erenlerimizin hepsi dünya ile zaruri ihtiyaçları dışında bütün nefsi ilişkilerini kesmiş Hakka giden yolda uzun ve ince bir yolculuğa çıkmışlardır. Bu yolculuk hem bedende hem düşüncede Haktan gayrı ne varsa hepsine karşı muharrebe açmış ilahi aşkın karanlıklara galabe çalmasını sağlamıştır. Bu mertebeye ulaşanların gönlü Hakkın aynasıdır, H.B. Veli’nin deyimiyle ’’Her ne ararsan kendinde ara ’’ Çünkü her ne ister isen orada mevcuttur, çoklukta, birlikte orada yanyanadır, buradaki çokluk ilahi aşkın, bir başka deyim ile birliğin gölgesidir. Dahası hem zahirdir, hemde batındır, on sekizbin alemi on dörtbin yıl pervanelikte seyredendir, bahsi edilen iki cihanın (Madde ve Mana) kamilen bütün sırları ona sığmıştır, yani bilindiği şekliyle söylersek ‘’yere göğe sığmayan’’ İnsani kamilin gönlüne sığmıştır. Bu manada bakacak olursak kemalete ermiş olan ruh okunması gereken en büyük kitaptır, kitaplar insan için vardır Adem sıfatında zuhur edenler olmasaydı hiç bir kitapta olmayacaktı.
İnsanı kamil sevginin ilahi aşk ile yoğrulmasıdır, bu öyle bir aşktırki elle tutulmaz, gözle görünmez, bir kalıba konulup hapsedilmez. Onu ancak hisedersin, aklın hükümranlığını yitirdiği anda devreye girip hakka varmada kişiyi en yüce mertebeye ulaştırır. Hz Muhammet miraca aklı ile değil içindeki ilahi aşk ile sevgi ile varmıştır. Sevgi tanrısaldır, tanrının kudret dilidir tanrısal sevgi varlık aleminin bütününe duyulan ilahi bir sevgidir.
Alevi inancının temeli de sevgiye dayanır, sevgi, özveriye, fedekarlığa, dostluğa dayanan insani bir olgudur, karşılıksızdır ebatı, boyutu olmadığından sınırsızdır, bütün dostlukların, iyiliklerin temelinde sevgi vadır, inancımızda çok önemli yer tutan İkrar da sevginin bir ürünüdür, sevgi olmadan bu yol yürünmez, sevgisiz gönül köhnemiş zindana benzer.
Niyet kişinin kendi içindeki pazarlıklarının sonucunda oluşmuş olan bir sırdır, bu sırrı dil dışarı verir veya kişi düşüncelerini fiziki olarak dışa vurur. Dilin konuşması ile kalbin konuşması ham insan da bir değildir. Benlik illetinden arınmamış olanlarda niyet her zaman saklıdır o kendini sonuçta dışarıya vurur, sonuca kadar ki süreçte Tatlı olan dil sonuçta kılıcın kesemediğini kesiverir. Burda niyet Asıldır iş yaptırandır, Dil niyetin hayata geçirilmesinde bir aracıdır, efendisinin kölesidir, efendisi onu nasıl kulanmak isterse o tarafa doğru yönelir, efendi isterse en tatlı veya en acı bir şekilde konuşur, istenirse gerçeği yalan etmek için istenierse de yalanı gerçek gibi göstemek için büyük çaba harcar. Kısacası Efendisinin niyetine ulaşmasında yolun başından itibaren uygulanması gerekenleri mimari bir ustalıkla anlatır. Birlik aleminden bihaber olanlar ikilikte karar kılanlardır, dilleri ile gönülleri ayni şeyi konuşmaz. Arifin dili ile kalbi ayni şeyleri konuşur aralarında bir ikilik söz konusu değildir, dil ile kalp arasında barışıklık ve rızalık vardır. Dili ile kalbi arasında perde olanların, dilinin söylediklerini anlar, kalbinin söylediklerini asla anlayamassınız.
Ehli-Beyt gemisini kendilerine kurtuluş olarak bilenlerin gönülleri nur ile aydınlanmıştır, gönüllerindeki nur cemallerine yansımıştır, gizlisi, saklısı, Riya’sı, kini, gıybeti yoktur. Çünkü onlar benlik denilen kir’den arınmış ilahi nur’un deryasına karışmışlardır..
Benlik deryasında yüzenlerin birlik deryasında yeri yoktur, her şeyin muktediri olarak kendilerini görenler gerçek niyetlerini ne zamana kadar saklıyabilirler. Yol adına yola çıkanların öncelikle kendi benliklerine karşı verdikleri savaştan galip çıkmaları gerekir çünkü benlik kirlidir yol ise tertemiz, içi kirli olanın dışı temiz olmuş neye yarar.
Bu yolun sahibinin ismi ‘’EBU TURAP’’tır . Ebu Turap ‘‘ yol cümleden uludur‘‘ Dusturu ile hareket etti. Hiç bir an kendi nefsinin, isteklerinin esiri olmadı, elinden alınan bütün hakları için HAYDAR-I KERRAR beline zülfükarı kuşanmadı. Birlik ve beraberliğin bozulmaması için istemediği ve hoşlanmadığı şeylere karşı büyük bir sabırla mücadele etti, günü geldiğinde ciğer parelerini kendini hiçe sayanların kapılarına koruyucu olarak dikti. Helak olacakların imdadına Yol adına hiçbir çıkar beklemeden yetişti. Oysaki başına kızıl puşusunu bağlayıp eline adaletin zülfükarını aldımı şarktan garbe kadar kimseye aman vermeyecek kadar cesur, Hayber’in kapısını şahaddet parmağıyla arşa fırlatacak kadar illahi bir kuvvete, miraçta tanrı adına Resülünden nişan isteyecek kadar bir yetkiye sahip idi.
Ne yazıkki ‘’O’’ndan hiçbir şey öğrenmemişiz…
Hak ile olun Hak ile kalın