Alevi toplumu önümüzdeki on yılda herkesin tahminlerini de aşacak olumlu bir döneme girmiş bulunmakta. Söz konusu kesimler de gelen yeni dönemin farkındalar. Ve Türk-İslam sentezcilerinin ellerinde ise atabilecekleri tek bir kurşun kaldı. Onu da Alevilerin birliğine sıkmaya çalışıyorlar. Bu kuru gürültünün altında yatan asıl mesele budur. Bu kurşunu da pek tabi karavana atacaklar. Çünkü kurşun malzemesi olarak kullandıkları taşeronların, Alevi toplumu nezdinde geçerliliği ve ağırlıkları yok.
Fuat Ateş
Alevilerin Sesi Dergisi Genel Yayın Yönetmeni
Türkiye’de iktidarlar değişse de derin devlet her daim ipleri elinde tutmuştur. En güçsüz sanıldığı Ergenekon davaları sürecinin sonunda bile onlarca yıllık bir projenin ürünü olan “Gülen Cemaati”ni nasıl bir çırpıda sildikleri ve süreçten ne kadar kazançlı çıktıkları ortada… Bu kesimi geçmişten bu yana korkutan en önemli mevzulardan biri hiç şüphesiz Alevi toplumunun durumudur. Bu mevzu o kadar hassas bir konuma sahip ki, normal şartlarda birbirine bilenen Ulusalcılarla Siyasal İslamcıları aynı düzlemde buluşturacak kadar önem arz etmektedir. Bu nedenle söz konusu iki cephenin Avrupa’daki Alevi inancının ve pek tabi Alevi toplumunun kazandığı eşit yurttaşlık haklarına saldırmaları pek şaşırtıcı bir durum değil. Yüzyıllardır Anadolu toprakları üzerinde Türk-İslam Sentezi üzerinden yarattıkları kast ve rant sisteminin bugünkü adı “Devletin Bekası”dır. Bu kurulu sisteminin varlığını tehlikeye sokacak her gelişmeyi tehdit olarak algılamaları da pek şaşırtıcı bir durum değil. Peki, Almanya’da Alevi toplumunun kazandığı haklar neden Türkiye’deki söz konusu odakları bu denli tedirgin ediyor?
Kelebek Etkisi Nedir?
Kelebek etkisi, bir sistemin başlangıç verilerindeki küçük değişikliklerin büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilmesine verilen addır. Edward N. Lorenz’in çalışmalarından biri olan Kaos Teorisi’nin en bilinen örneklerinden biridir. “Amazon Ormanları’nda bir kelebeğin kanat çırpması, ABD’de fırtına kopmasına neden olabilir” örneğiyle ünlenen kelebek etkisi, bir kelebeğin kanat çırparken yarattığı rüzgârın, dünyanın yarısını dolaşabilecek bir kasırganın oluşmasına neden olabilirliği vurgulanmaktadır. Fakat daha çok yaratılan bir kaosun büyüyerek artmasını ifade eder. Hele ki Çin’de küçük bir şehirde başlayan pandeminin, tüm dünyayı nasıl felç ettiğini hep birlikte tecrübe ettiğimiz süreçte, bu yaklaşımın pek yabana atılır bir yanı yok.
Alevilik dersleri başta olmak üzere Avrupa’da Alevi kurumlarının elde ettiği; Cemevlerine ibadethane statüsü verilmesi, Avrupa’daki devlet ve hükümet temsilcileri tarafından kabul görmeleri ve Aleviliğin kendi özgü bir inanç olarak tanımlanması, Türkiye’de de Alevilerin taleplerini artan bir baskıya dönüştürdü. AKP Hükümeti bu alandaki sıkışmışlığı aşabilmek adına aynı Kürt sorunun da olduğu gibi “Açılım” manevrasına başvurmak zorunda kaldı. Tıpkı Sıffın Savaşı’nı kaybetmek üzere olan Muaviye kuvvetlerinin mızraklarının uçlarına Kuran-ı Kerim sayfalarını taktıkları gibi basit ama etkili bir hileye başvuruldu. O gün savaş meydanında bu hamle karşısında ne yapacaklarını bilemeyen askerler gibi Alevi kurumlarında da farklı sesler ve yaklaşımlar peydah olmuştu.
Siyasal İslam, son otuz yılda Türk-İslam Sentezi’nin bütün argümanlarını çürüttü
Pek tabi bu tür Emevi manevraları günü kurtarsa da, oyun kurucular açısından süreci çıkmaza soktu. Siyasal İslam’ın son otuz yıldır bilinçsiz ve pragmatik bir şekilde uyguladığı politikalar, Türk-İslam Sentezi’nin Alevi toplumunu avutmak için oluşturduğu argümanları tek tek çürüterek, hepsini koca bir masala dönüştürdü. Örnek vermek gerekirse; Alevi kurumlarının “Diyanet Kaldırılsın” talebi karşısında, “Diyanet kaldırılsa, laiklik elden gider. Cemaatler ülkede ipleri ele alır” yalanına AKP iktidarı resmen son vermiş durumda. Bırakın devlet kurumlarını Alevilerin kalesi konumunda olan Dersim’de bile cemaatlerin varlığı ve çalışmaları rahatsızlık verecek duruma ulaşmıştır. Siyasal İslam’ın yarattığı tahribat o kadar içinden çıkılmaz bir hal aldı ki; Alevilerin taleplerini devletle müzakere etme yolunu tercih eden Cem Vakfı bile “Zorunlu Din Dersleri” ve “Cemevlerine Yasal Statüsü Verilmesi” taleplerini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşımak zorunda kaldı.
Yine Dersim özelinden bir örnek vermek gerekirse; geçtiğimiz günlerde, “Dersim 1937-38 Sözlü Tarih Projesi” çerçevesinde yapılan görüşme ve çalışmaların korunması ve arşivlenmesi amacıyla “Dersim Kültür ve Tarih Vakfı”nı tescil için yapılan başvuru Tunceli 1. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından reddedildi. Gerekçe oldukça bilindik: “Cumhuriyetin Anayasa ile belirlenen niteliklerine ve Anayasanın temel ilkelerine, hukuka, ahlâka, millî birliğe ve millî menfaatlere aykırı veya belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz.”
Şaşırdık mı? Asla! Çünkü Alevilerle ilgili konularda Alevilere sorma gereği görmeden karar almak, Türkiye’de eski bir devlet geleneğidir. Alevi toplumunun hangi hakkı ne zaman ve ne boyutta kullanacaklarına ya da kullanamayacaklarına bugüne kadar bu rant düzeninin oyun kurucuları karar veriyordu. Avrupa’daki Alevi kurumlarının son dönemlerde kazandığı haklar bu gerçekliğe son veren ve pek tabi bugün geldiğimiz noktada konuyu küresel düzleme taşıyan yeni bir sürece evrildi. Bu durum Alevi toplumunu edilgen bir konumdan çıkarıp karar verme aşamasında masada oturan aktörlerinden birine dönüştürdü
Yılmadan mücadeleye devam!
Alevi toplumu önümüzdeki on yılda herkesin tahminlerini de aşacak olumlu bir döneme girmiş bulunmakta. Söz konusu kesimler de gelen yeni dönemin farkındalar. Ve Türk-İslam sentezcilerinin ellerinde ise atabilecekleri tek bir kurşun kaldı. Onu da Alevilerin birliğine sıkmaya çalışıyorlar. Son günlerde çıkardıkları bu kuru gürültünün altında yatan asıl mesele budur. Bu kurşunu da pek tabi karavana atacaklar. Çünkü kurşun malzemesi olarak kullandıkları taşeronların, Alevi toplumu nezdinde geçerliliği ve ağırlıkları yok. Peki, ondan sonra ne mi olacak? İstemeye istemeye yeni Alevi Açılımına “merhaba” diyecekler. “Bakın Alevi toplumunun sorunları ancak biz çözeriz. Çözümü başka platformlarda aramayın. Gelin masaya oturalım” denilecek. Yalnız o günün geldiğinde bu çağrıya, bugün Alevilerin birliğini bölmek için kullanılan taşeronlardan başka hiç kimse riayet etmeyecek. Sonrası mı? İşte onları korkutan son da bu… Son dönemde gerçekleşen öncü depremler, saraylarında şimdilik sıva çatlakları yaratmış durumda. Fakat Türk-İslam Sentezcileri bu fay hattının ne denli şiddetli depremler yaratabildiğine Osmanlı’dan bu yana biliyorlar. Ve onlar adına ne yazık ki; ilk kez depremin merkez üstü müdahalede bulunabilecekleri bir coğrafyada yer almıyor. Bu aşamada Alevi hareketi adına söylenebilecek tek ve en anlamlı slogan: ‘Yılmadan mücadeleye devam!’