Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 282. sayısında yayınlanmıştır.
Müzik aletlerine çıktıkları tarihsel yolculukta kendi öz müzik yapma işlevlerinin dışında da birçok farklı yan anlamlar yüklenmiştir. Tarihin bir döneminde ve toplumun bir kesimince kutsal sayılan bir müzik aletine başkaları uğursuz, günah demiş; zavallı çalgı hiç istemeden toplumsal gerginliklerin müsebbibi olmuştur. Bağlama bu anlamda şüphesiz tekil bir örnek değildir ama dinsel, kültürel, sosyal, siyasal alanların hem her birinde, hem de kesişme noktalarında yüzyıllar boyu uyuşmazlıkların öznesi olmuş başka bir nesne de yoktur.
Bağlamanın Anadolu topraklarında yüzyıllara yayılmış zamansal ve mekânsal yolculuğunun izlerini takip ettiğimizde ağırlıklı olarak inanç alanını kapsayan bir antagonizma ile karşılaşırız. Sazın serencamı, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren inanç alanına ek olarak farklı alanlara da yayılmış, ilerici-gerici gibi birbirine zıt tanımlar alarak sürmüş ve son yüzyılda ana teması saz olan çok renkli tablolar ortaya çıkmıştır. Bu tabloları seyre daldığımızda hüzünle, coşkunun; baskıyla, direnmenin; aşağılamayla, sahiplenmenin harmanlandığı bir tarih canlanır gözümüzde. Bu tarih Cumhuriyet’in ilk yüzyılının, bir yüzyıl içinde değişen değerlerin ve sosyal-siyasal tanımların da tarihidir. Resimlerin derinliklerine inenler ise fonda yasaklı bir inancın kendini kuşaktan kuşağa aktararak var etme çabasını, insana ve inancına duyduğu aşkı görecektir. Bu bitimsiz aşk yüzyıllar boyunca yere çalınmak istenen bağlamayı önce kendi mekânında başların üzerine yükseltmiş, oradan yabancı mekânlarda da her geçen gün biraz daha fazla tanınıp, sevilip sayılacağı bir yolculuğa çıkarmıştır.
Cumhuriyet Öncesi ve Sonrasında Bağlama
Şeyhülislam Ebussud Efendi’nin (1490-1574) fetvalarında da gördüğümüz gibi Cumhuriyet öncesi saz çalmak günah addedilmiş, müzik aletlerini kırmak büyük sevap sayılmış ve bunun karşılığında bir tazminat ödenmeyeceği bildirilmiş; saz çalanlar ise dayak ve hapis ile cezalandırılmıştır. Buna karşılık telli saz, Aşık Dertli (1772-1846) gibi ozanların elinde, “ne ayet ne de kadı” dinleyecek, çalınmaya devam edilecektir.
Pir Sultan’ın “içi oyuk, derdi büyük sarı tamburası” Osmanlı’nın elinden çok çekmiş yüzyıllar boyunca “inleyip” durmuştur. İmparatorluk yerini Cumhuriyet’e bıraktığında ise sazın yeni düşmanları ortaya çıkacaktır. Aşık Dertli sazı şeytan işi gören bağnazları “Allah’ın sersem kulu” ilan edip hicvederken, ömrü boyunca bu zümrenin egemenliğini yıkmak için mücadele eden Nazım Hikmet ise saz çalanları “avanak” deyip küçümseyecektir. Nazım, 1921’de 19 yaşında kaleme aldığı “Orkestra” şiirinde sazı üç telinde öten üç sıska bülbüle benzeterek bunun kitleleri ileri atlatamayacağını iddia ederek öldüğünü ilan eder. Ama fena halde yanılıyordur. Eski rejimde fetvalarla yasaklanan, çalanlara fiziki cezalar uygulanan saz, Cumhuriyet rejimiyle birlikte eski düşmanlarına yeni düşmanlar ekleyerek acılı yolculuğuna devam edecektir. “Üç telinde üç sıska bülbül öten üç telli saz” ölmeyecektir. Pir Sultan Abdal’ın o güzel deyişinde betimlediği gibi “Ummana dalıp yorulacak, kazana girip kavrulacak, hem elenip hem yoğrulacak ve meydana yenmeye gelecektir.” Daha sonraki yıllarda başların üzerinde taşınarak yenecektir de… Çünkü o Ayin-i Cem’in bülbülüdür. Nazım göremese de, bağlama, Türkiye’de protest müziğin temel enstrümanı haline gelecek, hem senfoni orkestralarında hem de şarkılaştırılan birçok Nazım şiirinde yer alacaktır.
Bülbülü ölümsüz kılan beslendiği kaynaktır. Bu kaynak Alevi inancıdır. Yeryüzündeki milyonlarca Alevi için bağlama herhangi bir müzik aleti değildir; inançlarının aktarımında kullandıkları kutsal bir çalgıdır. Yüzyıllar boyunca yaşadıkları ağır baskılardan dolayı yazılı kaynaklarını yeterince yaygınlaştıramayan Aleviler, inançlarını esas olarak sözlü gelenekle kuşaktan kuşağa aktarmışlar, Alevi ozanlar aynı zamanda birer bellek taşıyıcısı olmuşlar, geleneği böyle devam ettirmişlerdir. Aleviler tarih boyunca çok büyük baskılar, katliamlar yaşamasına rağmen bu aktarımı kesintisiz bir şekilde sürdürebilmişlerdir. Bunun gerçekleşmesinde bağlamanın ve bağlama eşliğinde söylenen, her biri Alevi inancının başka bir özelliğini vurgulayan deyişlerin rolü çok büyüktür. Alevilerin inanç ritüelleri olan Cemler, Zâkirlerin bağlama eşliğinde dillendirdiği deyişlerle gerçekleşir. “Bağlama ve deyişler olmadan Alevilik bugünlere taşınamazdı” diyebiliriz.
Bağlama çağlar boyunca Alevinin ibadeti, muhabbeti velhasıl kalbi olmuştur. Bu kalp yüzyıllık cumhuriyet rejiminde de baskı ve yasaklara maruz kalacak ama atmaya devam edecektir.
Erken Cumhuriyet’te Müzik Politikaları, Bağlamanın Yasaklanması
Cumhuriyeti kuran siyasi elitler radikal bir şekilde hayatın her alanında yönlerini Batı’ya çevireceklerdir. Bu yönelişe yeni bir ulusal kimlik yaratma çabaları da eşlik edecektir. Ulus-devlet yaratma projelerinde müzik çok kullanışlı bir alan olarak keşfedilmiş, müzik bilgisi olmayan Ziya Gökalp’ın müzik konusunda görüşleri milli müzik politikası olarak benimsenmiş ve uygulamaya sokulmuştur. Halk müziği motiflerinin çok sesli Batı müziği ile işlenmesi, bir tür sentez yaratılması gündeme gelmiş, bu müzik devrimi olarak adlandırılmıştır. Müzikte devrim yapmak için Atatürk’ün emriyle Maarif Vekili Abidin Özmen, içinde Cemal Reşit Rey’in de yer aldığı sekiz müzisyenden oluşan bir kongre toplar, ama heyet devrimi beceremez.
Kafaların karışık olduğu milli müzik politikasının diğer bir yüzü yasaklardır. Önce 1925’de tekke ve zaviyelerin kapatılması ile tekke müziği bastırılmış, bunu Darülelhan izlemiştir. 1916’da Doğu ve Batı müziği eğitimi vermek üzere kurulan Darülelhan, 1926’da İstanbul Konservatuarı’na dönüştürülmüş ve aynı yıl Türk müziği eğitim programından çıkarılmıştır. 1 Kasım 1934’de Atatürk’ün Meclis’in açılışında, ulusun değişimi için müziğin de değişmesi gerektiğini, bugünkü müziğin yüz ağartıcı değerde olmadığını vurguladığı konuşmadan vazife çıkartan yetkililer alaturka müziği hemen ertesi gün sekiz ay boyunca yasaklatırlar. Yasaklarla bir müzik türü halka dayatılması, daha sonraki yıllar mizah konusu olacaktır.
Batı müziği, Türk müziği; çok seslilik, tek seslilik; alafranga, alaturka müzik tartışmaları içinde birbiriyle çelişen uygulamalar gündeme gelmiştir. Bir kafa karışıklığının hüküm sürdüğü açıktır. Bu durum Sivas Valisi’nin “Saz çalmak gericiliktir. Saz gerici bir müzik aletidir. İçişleri Bakanlığı’ndan emir aldık” diyerek Aşık Veysel’in sazlarını fırında yaktırmak gibi keyfi uygulamalara da yol açmıştır.
Sonraki yıllarda bu kaba yasaklar kalkacak ama uzun yıllar boyunca saz çalanlar hor görülecektir. Bağlama çalanlara yıllarca hor gözle bakıldığı yolunda birçok örnek olay vardır. Sonradan ünlenen birçok bağlama üstadı bu duyguyu yaşamış, anılarında anlatmıştır.
Bağlama Kente Göç Ediyor!
Bağlama tarihsel yolculuğunda birbirinden farklı (bazen de birbirine zıt) ithamlara uğrayacaktır. Günah sayılıp şeytan işi denilecek, sıska bülbüllere benzetilecek, sözde ilerici valiler tarafından gerici ilan edilip fırınlarda yakılacak, köylü ya da cezaevi çalgısı olarak görülecek, velhasıl kelam bağlamaya gönül verenler bile onu koluna takıp açıktan yanlarında gezdirmeye utanacaklardır.
Bunu ilk kıran Ruhi Su olmuştur. Opera sanatçısı Ruhi Su, komünistlere yönelik sürek avında 1952 yılında tutuklanarak 1957 yılına kadar beş yıl hapiste tutulmuştur. Hapisten çıktıktan sonra operaya alınmayan, bulduğu başka işlerde çalışması da engellenen Ruhi Su gece kulüplerinde saz çalmaya başlar. Giderek ünü yayılır, çalıştığı gece kulüpleri entelektüellerin de uğrak yeri olmaya başlar. Ruhi Su yolları açmış; bağlama köylerden, mahpushanelerden çıkıp kentlere, kentlerdeki konser salonlarına gelmiştir. Daha önce bağlamayı hakir gören ‘yüksek tabaka’, bu salonlara gelip elinde bir bağlama ile solo konser veren saz ustalarını zevkle dinlemeye başlamıştır.
Bu ustalardan biri olan Arif Sağ’ın 80’li yıllarda Muhlis Akarsu, Musa Eroğlu ve Yavuz Top ile ‘Muhabbet’ adıyla çıkardığı beş seri albüm bağlamanın geniş kitleler nezdinde tanınıp sevilmesinde büyük rol oynamıştır. 80’li yıllar Alevi müziğinin kamusal alana çıkarak bir sektör oluşturmaya başladığı, aynı zamanda Arif Sağ’ın öncülüğünde bağlamanın hem yapımında, hem de icrasında bir standartlaşmanın yaşandığı yıllardır. Bağlamanın standartlaşması evrenselleşmesiyle iç içe geçecektir. Bağlama artık senfonik yorumlarda yer almaya başlayacak, Avrupa’da büyük filormani orkestralarına eşlik edecek ve “Bin Yılın Türküsü” gibi büyük şölenlerde binlerce kişi tarafından hep birlikte icra edilecektir.
Sivas Katliamı ve Bağlamanın Yeni İşlevi
Bağlamanın serencamında 2 Temmuz 1993’te yaşanan Sivas Katliamı bir kilometre taşı olmuştur. Sivas’ta, adı direniş ve baş eğmeme ile birlikte anılan Alevilerin büyük ozanı Pir Sultan Abdal için düzenlenen şenliklerde, 33 sanatçı ve aydın Madımak Oteli’nde yakılarak öldürülmüştür. Bu katliamda ölenler arasında Muhlis Akarsu, Nesimi Çimen ve Hasret Gültekin gibi çok önemli saz üstatları da vardır.
Sivas Katliamı yurt içinde ve dışında büyük protestolara yol açmıştır. Bu protestolarda Aleviler bağlamalarını başlarının üzerine kaldırıp taşıyarak ozanlarını anmışlar, katliamı lanetlemişlerdir. Daha sonra bu gelenekselleşmiş, yüzyıllar boyunca yasaklarla ve aşağılanmayla anılan bağlama artık zulme karşı başkaldırının sembolü haline gelmiştir.
Ulusötesi Alan ve Bağlama
Yurt dışındaki Alevilerin seksenlerin sonlarında Türkiye’den de önce kamusal alana çıkmasıyla birlikte bağlamanın yurtdışındaki rolü de yeni anlamlar kazanarak büyür, bağlama gurbette keder ya da neşenin dile getirilmesinden öte bir anlam kazanır. Avrupa’da sayıları milyonlarla hesaplanan bir topluluğun inancının aktarımında en önemli unsur haline gelir. Ayrıca ulus ötesi alanda yeni bir kimlik yaratmanın da başlıca aracı haline gelir. On binlerce çocuk, genç, yaşlı bağlama kurslarının müdavimi olur. Bu muazzam ilgi o ülkelerdeki yerli halkları da etkiler. Bunlardan biri olan Petra Nachtmanova, sazın diğer kültürlerdeki izini sürebilmek için Berlin’den Horasan’a kadar yedi ülke ve on bin kilometre aşıp, bu yolculuğunu SAZ adıyla belgeselleştirmiştir. Belgesel, Neşet Ertaş’ın “Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez, Yol gizli…” sözleriyle başlar.
Bu söz, sazın yüzyıllara yayılan serencamını da anlatmaktadır.
Son Söz
Bağlamanın yüzyıllara yayılan serüveni heyecan vericidir. Asırlar boyu yasaklı bir inancın yasaklı çalgısı olmuş; parçalanmış, yakılmış, aşağılanmış, haksız ithamlara uğramış, buna rağmen varlığını sürdürebilmiştir. Cumhuriyetin ilk yüzyılında da çeşitli engellere rağmen köylerden şehirlere taşınmış, kendini ülke çapında kabul ettirebilmiştir. Günümüzde bağlamanın yolculuğunun ulus ötesi bağlarla ülke sınırlarını da aştığına, saygın mekânlarda başka kültürlerle buluşup başka sazlarla hemhal olarak sürdüğüne şahit olmaktayız. Bu maceranın bütün aşamalarına damgasını vuran aşk ve bağlılık, sevdiğini yere düşürmeme kaygısı ise bambaşka bir yazının konusudur.
Bağlamanın hikâyesi bir efsane gibi de okunabilir. Ama okuyucuların bunu yaparken bazı olguları gözden kaçırmaması gerekir. Bunlar; anlatıda hiçbir abartı olmadığı, anlatılanın aslında var olanın çok küçük bir bölümünü içerdiği, efsanenin bitmediği, modern zamanlara da taşarak devam ettiğidir.
Not: Bu yazı, Cumhuriyet’in 100 yıllık tarihini 100 nesne ile alternatif bir şekilde anlatmayı hedefleyen ansiklopedi projesi için yazdığım Saz maddesinin kısa bir özetidir. Yazının tamamına aşağıdaki yayınlardan ulaşabilirsiniz:
Metin: https://100sene100nesne.com/saz/
Kitap: 100 Sene 100 Nesne: Cumhuriyete Nesnelerin Gözünden Bakmak. Derleyenler: Bediz Yılmaz, Esin Gülsen. İstanbul: Alfa Yayınları.