Kerbela… Kimine göre Irak’ta Bağdat’ın güneyinde bir şehir. Kimine göre ise zulüm nerede yaşanıyorsa orasıdır, Kerbela. 1340 yıl önce hafızalara kazılmış Kerbela. Bugüne kadar silinmemesi bu kelimenin anlamınıda manalı kılmış. Kerbela adı verilen yer, öncesinde Fırat’ın kenarında boş bir çöldü. Susuz ve kuraktı. Adı yoktu, bilinmezdi.
Turan Eser – Araştırmacı/Yazar
Bu çölde önce Emevi zihniyetinin sürdürücüsü, Muaviyenin oğlu Yezid’in zülmüne karşı, mazlumların çadırları kuruldu. Sonra zalimin zulmüne karşı, mazlumun direnişi bu çöllerde yaşamsallaştı ve insanlığın tarihinde silinmesi mümkün olmayan bir tarihsel bellek olarak yerini aldı.
İşte bu yüzden Kerbela sadece bir mekan ya da yer adı değildir.
Zalimin saltanatına boyun eğmeyen mazlumlar doğrudan ve mazlumdan yanal kalmak için ilk ikrarını burada verdi. Erdemliğin adaletten yana durup, zalime boyun eğmemek olduğunun ilk manifestosuda burada yazıldı.
İlk düğün burada oldu. Kasım ile Fatima Kerbela faciasından bir gün önce evlendi.
Kan ve göz yaşı ile sulanınca bu çöl, hüzün ile belayı anlatan bir isme kavuştu; Kerbela!
Fatima’nın gelinliğine kan bu çölde bulaştı.
14 asırdır, acı ile hüznün, matem ile masumun, zalim ile mazlumun unutulmayan tarihsel belleği oluverdi Kerbela. Çünkü o gün, insanlık suçu vahşetin tanığıydı o kum topraklar.Kan düştüğünde kuma, facia ile kerbelalaştı o topraklar..
Yani Kerbela sadece bir toprağın ya da mekanın adı değildir.
İki kelimeden türemiş Ker-Bela.
Kerb, gam ve hüzün demekmiş.
Bela ise, adı üstünde bela ve facia!
Kerbela gamın, hüznün, bela ile facianın buluştuğu yerin adı olmuş.
Hem de ne bela! O gün akıtılmaya başlanmış kan bugün Irak’ta, Suriye’de, Ortadoğu’da, Türkiye’de ve tüm dünyada oluk oluk akıyor.
Çünkü Kerbela, nasıl ki sadece bir mekan adı değilse, salt tarihte kalmış bir facia olarak ta okunamaz.
İmam Sadık 7. Yüzyıldan bugüne “Her yer Kerbela, her ay Muharrem, her gün Aşure!” diye haykırırken, bir hakikate işaret ediyordu; nerede zalim varsa orada zulüm vardır! Nerede devlet despot ise, orada Kerbela yaşanır.
Aleviler işte bu nedenle, her nerede gam ve hüzün varsa, her nerede bela ve facia varsa, orayı Kerbela bilir. Yani Kerbela sürüyor. Zira Emevi düşüncesi, Muaviye’nin Yezit zihniyeti yaşadıkça, yaşatıldıkça Kerbela’lar bitmeyecektir.
680 Yılı Kerbelası
1340 yıl önce, Kerbela’da sadece zalimler ile mazlumlar karşılaşmadı. Sadece hüzün ve kinin karşılaştığı yer değildi Kerbela.
680 yılında, Kerbela’da iki dünya görüşü ve iki karakter vardır.
Biri, Emevi devletinin başı, Halife’si Yezit’ti. Babası Muaviye gibi, makam, mevki, şan, şöhret, para, güç, ihtiras,iktidar ve hükmetme ideolojisinin devamcısıydı. Halka hükmetme despotluğu ve benciliği ile zehirlenmiş tek adam olma hayalidir. Kin, nefret ve zulmün zihniyetiyle yetişmiş Yezit zihniyeti, zulmün iktidarı ve ideolojisidir.
Diğeri ise hak ve adalet arayışında mazlumların aşığı İmam Hüseyin, ailesi ve yoldaşları ile mazlumların ideolojisiydi.
Bir tarafta Hüseyni duruşta kendini bulan merhamet, masumiyet ve mazlumiyet. Yani hak temelli düşüncenin ve adalet arayışında, zalimin zulmüne karşı direnişin felsefesidir.
Diğer tarafta Yezit’in varlık gerekçesi olan merhametsizlik, zalimlik ve zulüm. Yani kin, nefret, düşmanlık ve kötülüğün adı!
680 yılında Yezit’in zalimliği ve zulmü askeri olarak kazanırken, aslında kaybeden düşüncenin ve ideolojinin tarafı oldu! 1340 yıldır kesintisiz şekilde kendisine lanet okunan başka bir zalim, yer yüzüne gelmedi! Bu lanet kişilik ve zihniyetten dolayı kimse çocuğuna Yezit adını takmadı! Alevi, Sünni, Şii, Caferi, ateist ve kendine insanım diyen herkes “Yezit’e lanet okudu!
Emevi iktidarının ideolojisini temsil eden Yezit ve onun zulmü karşısındaki Hüseyni duruş ve bu duruşun 72 yoldaşı ölerek kazandılar. Yezit’in “bana biat edeceksiniz, halifeliğimi tanıyacaksınız” dayatması ve zulmüne boyun eğmediler ve direndiler. Yezit’e ve onun karanlık düşüncesine biat etmek yerine, ölümü seçtiler.
1340 yıldır mazlumlar, Hüseyni duruşta, kendi direnişlerinin ışığını gördüler. O gün mazlumlar, ardıllarına bir şey miras bıraktı. Zalimin insanlık suçu katliamları ve zulmü karşısında “ölmek var dönmek yok” diyerek, boyun eğmeyenlerin insanlık onurunu, tarihsel hafızaya kaydettiler.
İşte bu duruş ve düşünceye saygı için, dünyada milyonlarca insan dün olduğu gibi, bugünde çocuklarına Hüseyin adını veriyor.
Yani mesele iki kişi arasında bir husumet değildir. İki düşünce ve dünya görüşünün karşılaştığı yerin adıdır Kerbela.
Matem
Emevi zihniyetine dayalı, Muaviye iktidarının Halifesi Yezit’e karşı mücadelede, hak ve adalet arayışındaki İmam Hüseyin’in, ailesinin ve yoldaşlarının bedenleri, kanları ve gözyaşları o kızgın çölün Kerbalasına düştü. Aleviler için Kerbela bir insanlık suçudur.
O nedenle Aleviler İmam Hüseyin ve 72 şehit olanlar için on iki gün oruç tutarlar. Onüçüncü gün aşure çorbası pişirip dağıtırlar.
On iki gün boyunca cemevlerinde ve Alevi derneklerinde matem muhabbetleri yapılır.
İmam Hüseyin ve Kerbela şehitlerinin günümüze kadar uzanan direniş derslerinden övgü ve aşk ile bahsedilir. Nefesler ve mersiyeler söylenir. Dün Fırat’ın kenarındaki Kerbela’da, bugün tüm Dünya’yı zulümleriyle Kerbela’laştıran bugünün küreselleşmiş Yezit ve Muaviye anlayışına lanetler okunur.