Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 282. sayısında yayınlanmıştır.
Tertele, Hakikat ve Yüzleşme…
Tertele;
Dersimliler doğa felaketi/yıkımı olan depremi “zelzele,” yaşadıkları 1937/38 kırımını yani toplumsal felaketi de “tertele” olarak tanımlarlar.
Tertele uzun süre kırım/katliam olarak tanımlanırken, başta FDG (Avrupa Dersim Federasyonu) olmak üzere tüm Dersim kurumları bu tanımlamayı soykırımla içeriklendirip “tertele” olarak kavramsallaştırdılar. Tarihsel ve toplumsal olaylar, olgular gerçek içeriğiyle kavramsallaştırıldıkça düşünsel alan rafine edilir, zenginleşir ve nitelik kazanır.
Her toplumun yaşadığı özgün tarihsel ve toplumsal süreçler, olaylar vardır. Yıkım, yenilgi, kırım, soykırım, doğal felaketler gibi… Ya da demokrasi, eşitlik, özgürlük, devrim için direnenlerin zaferi gibi… Bunların her biri, o toplumun düşün ve duygu dünyasında başka toplumlarda olmayan, sadece o toplum için özgün bir yer aldığı gibi, tanımlaması da tamamen o toplum için özgünlük taşır.
Aleviler, Osmanlı devletinin kendilerine yaptığı katliamlara “kırım” dedi. Ermeni toplumu uzun süre 1915 soykırımına “büyük felaket”, “kırım”, “kesim” dedi. Polonya kökenli bir Yahudi olan Hukukçu Raphael Lemkin’in özellikle 1915 Ermeni kırımını “soykırım” olarak kavramlaştırmasına kadar yaşanan felaketler farklı biçimlerde tanımlandı.
Yahudiler yaşadıkları felaketi (soykırım) kendi düşünce, duygu dünyaları ve dillerinde “holokost” olarak tanımlayıp kavramsallaştırdılar.
Bu anlamda Dersimlilerin de 1937/38 kırımını/acılarını “Dersim Tertelesi” olarak kavramsallaştırması son derece önemlidir. Dersim soykırımının nedenleri ve sonuçlarıyla özgün olduğu gibi tanımlama ve kavramsallaştırmanın da özgün olması literatüre katkıdır aynı zamanda. Ayrıca kendi tarihlerini sahiplenişte ortak akıl ve duygunun oluşumuna güçlü bir zemin hazırladığı da söylenebilir. Her ne kadar tertele kavramı Türkiye düşün, kültür –sanat dünyasında henüz yeterince bir karşılık bulamasa da, Dersim toplumunda önemli bir karşılık bulduğunu söylemek yanlış olmaz.
Tertele kavramının düşün dünyasında henüz yeteri kadar karşılık bulamamasının bazı temel nedenlerini belirtmekte yarar var.
Birincisi; “Dersim Tertelesi”ne bağlantılı olarak “tertele” kavramı, resmi ideoloji ve tarih tezinin etkisinde olan düşün dünyasına etkili ve sistemli bir tarzda taşınamıyor.
İkincisi; bu alanda pek çok çalışma parçalı ve stratejik bir planlamadan yoksun olarak yapılıyor.
Üçüncüsü; tertele çalışmaları sürdüren kurum ve kuruluşlar bu kadar ağır tarihsel ve toplumsal bir meselenin etrafında bir araya gelip stratejik bir ortak akıl oluşturamıyor.
Dördüncüsü; tertele gibi ağır bir kavramın içeriği ve çalışmaların çerçevesi uluslararası standartlarda kavranamadığı için yapılan çalışmalar amatör ve yerel düzeyin ötesine taşınamıyor.
Beşincisi; Türkiye düşün dünyası, esas olarak resmi ideolojinin tekçi zihniyetinden arınmadığı için tertele, soykırım, kırım, büyük felaket, holokost gibi hakikatleri yok sayan ve bu alanlardan uzak duran etik dışı bir tutumu barındırıyor.
Bunlara benzer daha başka nedenlerden ötürü Dersim Tertelesi sadece Dersimlilerin sorunu olmaya devam ediyor. Oysa bu sorun, öncelikle tertele/soykırımlara, kırımlara maruz kalmış Alevilerin, Kürtlerin, Kırmanç/Zazaların, Ermenilerin sorunudur. Aynı zamanda bu tertele/soykırıma sessiz kalmış, hatta onaylamış İslamcıların, Türkçülerin sorunudur. Öte yandan insanlığa karşı işlenmiş bir suç olması nedeniyle tüm insanlığın sorunudur.
Hakikat;
Dersim tarihsel, toplumsal bir hakikat olduğu gibi Dersim Tertelesi de bir hakikattir. Bu toplum esasta inanç ve etnik kimlikleri nedeniyle terteleye maruz kalmıştır. Ancak bunu gerçekleştiren devlet, “Dersim İsyanı” tanımlamasıyla hem terteleyi perdelemek ve meşru göstermek istedi hem de bir suçluluk psikolojisi yaratarak toplumu sistemli olarak baskı altında tutmayı amaçladı.
Devletin ideolojik aygıtları ve organik aydınları da utanç verici bir seferberlikle bu hakikati yalanlarla örttüler.
Ancak hakikatlerin bir gün ortaya çıkma ve hesap sorma gibi bir huyunu/inatçılığını hesaba katmadılar. Nitekim Dersim hakikati de öyle oldu.
Dersim Tertelesi hakikati 72 yıl (2009 – 2010) sonra açığa çıktı ve kamusal alanda gündemleşti.
Böylelikle tertele mağduru Dersimlilerin yıllarca ağıtlarla çığlığa dönüştürdüğü, ancak kimsenin duymak ve anlamak istemediği tertele artık kamusal alanda konuşulur ve tartışılır oldu. Bu yaygın tartışma ve hakikatin gücü karşısında dönemin Başbakanı R. Tayyip Erdoğan’ın “Dersim’de isyan olmamış, orada bir katliam olmuştur.” biçiminde itirafta bulunmasına neden olmuştur.
Gerçekten de Dersim de herhangi bir isyan olmamıştı. Tekçi, ırkçı Kemalist devlet Dersim Kızılbaşlarını İslamlaştırma, Dersim Kürt, Zaza, Ermenilerini Türkleştirme amaçlı 1925 yılından itibaren sistemli ve planlı politikalarla 1937/38 tertelesini gerçekleştirdi.
Bu alanda yapılan araştırmalar, belgesel filmler, sözlü tarih çalışmalarıyla tertelenin tüm verileri ortaya çıkarıldı ve görülebilir hale geldi.
1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin 2.maddesine göre soykırım: Etnik/ulusal veya inanç/dinsel bir grubun bütünün veya bir bölümünün yok edilmesi niyetiyle uygulanan politikalarının her biridir.
- Grubun üyelerinin öldürülmesi…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmi belgelerinde 13.160 kişinin öldürüldüğü kabul edildi. Gerçek rakamı belirlemek olanaklı değil. Ancak araştırmalara dayalı gerçek sayının bunun en az üç katı olduğu söylenebilir
- Grubun üyelerine ciddi bedensel ya da ruhsal hasar verilmesi…
Yapılan araştırmalar, belgesel film ve sözlü tarih çalışmalarıyla yaşanan bedensel ve ruhsal hasar/travma ve travmanın kuşaklar arası aktarımı belgelenmiş durumdadır.
- Grubun yaşam koşullarının/alanlarının yok edilmesi…
Evler, köyler, ormanlar ve ekinlerin neden ve nasıl yakılacağı Jandarma Umum Komutanlığı’nın belgelerinde mevcuttur. Ayrıca yüzlerce tanık anlatımı da bunu doğrulamaktadır.
- Grubun çoğalmasını engelleyici yöntemlerin uygulanması…
Toplumun köklerinden, kültürü, inancı, dilinden koparılması ve ailelerin parçalanması, birbirine ulaşamayacak şekilde sürgün edilerek “zorunlu iskân”a tabi tutulması hem devlet belgelerinde (14.000 civarında), hem de tanık anlatımlarıyla belgelenmiştir.
- Grubun çocuklarının zorla alınıp diğer gruplara verilmesi…
Özellikle kız çocuklarının ailelerinden zorla alınarak, Türk ve Sünni ailelere verilip İslamlaştırılması ve Türkleştirilmesi politikası Dersim’in Kayıp Kızları çalışmasıyla belgelenmiştir.
Bu belgeler ulaşılabilir durumdadır. Tüm parçalı duruş ve yöntemsel eksikliklere rağmen Dersimlilerin ve demokrasi güçlerinin mücadelesiyle Dersim Tertelesi bütün yönleriyle bilinir ve geniş kesimlerce kabul edilir olmuştur. Bu son derece önemli bir kazanımdır.
Hakikat ortaya çıkarıldı ve tablonun dehşeti görünür, bilinir oldu. Bu, tertele travmasını yaşayan toplumu kısmen rahatlattı. Ancak iyileştirmedi. Şimdi iyileşme/iyileştirme sürecinin mücadelesini veriyor Dersimliler. Bu da hesaplaşma ve yüzleşmekle mümkün olabilir.
Yüzleşme;
Soykırım denince ilk akla gelen devlet ne yazık ki Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı olan Türkiye Cumhuriyeti Devletidir. Osmanlı’da farklı din ve inançları İslamlaştırmak için sayısız katliamlar yapıldı. Bu katliamcı gelenek İttihat Terakki’de Ermeni, Rum Soykırımı, Cumhuriyet de Dersim Tertelesi olarak devam ettirildi. Ne yazık ki aynı katliamcı/soykırımcı devlet zihniyeti değişik biçimlerle devam ediyor.
İslamist-Türkçü bir devlet aygıtından yüzleşme beklemek elbette saflık olur. Faşist, despotik hiçbir devlet suçlarıyla yüzleşmez/yüzleşemez. Ancak halkların demokratik hak ve özgürlükler mücadelesi doğru ve etkili yöntemlerle sürdürülürse yüzleşmeye mecbur bırakabilir.
Başta Dersim Tertelesi olmak üzere Ermeni, Rum, Süryani soykırımları ile mücadele birbirinden ayrı ele alınamaz. Eğer 1914-1915 Rum, Süryani, Ermeni soykırımları ile yüzleşilebilseydi, Koçgiri, Zilan katliamları ve Dersim Tertelesi yaşanmayabilirdi. Eğer Dersim Tertelesi ile yüzleşilebilseydi Maraş, Çorum, Sivas, Gazi, Roboski, Sur, Cizre, Ankara katliamları olmazdı.
Yüzleşmenin birkaç yanı var. Birincisi, katliamı yapan devlet aygıtı ve zihniyetiyle hesaplaşmak ve yüzleşmek… İkincisi, bu katliamlara, soykırımlara göz yuman, hatta bundan etnik ve inanç kimliğinin inşası için çıkar gözetmenin yanı sıra maddi ve manevi çıkar elde ederek kendini var eden, objektif olarak soykırımcı zihniyeti destekleyen toplumsal kesimlerin yüzleşmesi… Üçüncüsü, Dersimlilerin (Aleviler, Kürtler, Zazalar, Ermeniler vb.) tertele hakikati ve soykırımcı zihniyetle olan problemli ilişkisiyle yüzleşmesi…
Soykırım/tertele travması sadece mağdurlarla sınırlı değildir. Failler ve sessiz kalarak failleri onaylayanlar da bir çeşit travma yaşar. Dolayısıyla bütünlüklü bir toplumsal travmayla karşı karşıyayız. Bu travmanın iyileşmesi için bütün toplumsal kesimlerin kendi payına düşen suçlar ve sorumluluklarla yüzleşmesi gerekir. Ancak ondan sonra bir iyileşme süreci ve demokratik bir toplumda barış içinde bir arada yaşanabilir.
Bunun için insanlığın başına bela olan; dine ve ırka dayalı ideolojilerle hesaplaşmak, yeni travmaların yaşanmaması ve neden oldukları travmaların iyileşmesi için mücadele etmek son derece güncel ve acil bir sorundur.
86.yılında Dersim Tertelesi mağdurları, 15 Kasım 1937 yılında idam edilen Sey Rıza ve arkadaşları şahsında tüm tertele mağdurlarının anılarına saygıyla…
Kazım Gündoğan