Beni bulamazsan üzülme
Eşyalarımı bulacaksın.
Kestiğim taşları, açtığım yolları
İşlediğim heykelleri bulacaksın
Ve göreceksin ki binlerce yıl öteden.
Parmak izlerimiz değecek birbirine
3000 bin yıl önceden Likya Uygarlığına ait bir şiir
Sanat, yaşamı estetik açıdan yorumlayabilmektir. İnsanın varoluşundan bu yana olan ve insanın kendisini duyguları aracılığı ile ifade etmesi ile de anlam bulandır. İnsan; zihnini, duyularını ve duygularını kullanabildiği kadar var olabilendir. Sanat anlatmak istediklerimizi, anlatamadıklarımızı, ifade edemediklerimizi, bizi biz yapan duygularımızı resimle, müzikle, heykelle ifade eden bir iletişim aracıdır. Sanatın dili yoktur, Sanatın dili duygulardır, .hüzün, sevinç, acı, coşku, öfke vs. gibi. Tüm insanların ortak olan dilidir, bu nedenle de ki evrenseldir. İlk zamanlar da insanlar ıslık çalarak anlaşırlardı.
Zeliha Altuntaş – Alevilerin Sesi
Sanat Muhaliftir; Hesap Vermez, Hesap Sorar...
Sınıflı toplumlar tarihi boyunca da görüldüğü üzere politika, otorite ve otorite odaklarına karşılık gelirken sanat ise muhalif gücü ile toplumun sistem tarafından koşullandırıldığı yerlerde muhalif yönüyle çıkış yolları aramaktadır.
Sosyo-ekonomik belirleme çerçevesinde sanat, popüler kültürün dayattığı kültür endüstrisi içinde meta üreticisi haline gelerek muhalif özelliğini kaybederse sanat da sanat olmaktan çıkar..Zanaat olur, Sanat, ancak muhalif yönüyle iktidarları denetleyen, toplumlara yön veren işlevselliği ile değerlidir. Bugün bir Fransız Devrimi’nin tabanını hazırlayan Fransız Edebiyatı ve Ekim Devrimi ne zemin hazırlayan Rus Edebiyatı gibi. Sanatın aynı zaman da evrensel bir gücü de vardır. Bir coğrafyada başlayan kıvılcım, tüm diğer coğrafyalara sıçrayıp, ateşi ile etkisi altına alabilmektedir. Fransız maden ocaklarının kara yüzünü gösteren Zola, Gazap Üzümleri nin yaratıcısı Steinbeck’in tüm dünya emekçi sınıflarına uzanarak etkisi altına alması örneğinde olduğu gibi… Anadolu coğrafyasının mozaik kültür zenginliğini, Nazım Hikmet in şiirleri, Ruhi Su’nun türküleri, Sabahattin Ali’nin öyküleri ve Yılmaz Güney“ in filmleri ile bugün daha yalın analiz edebiliyorsak, tek zihniyetçi sistemin tarih yazıcılarına rağmen bu sanatın, muhalif gücünün iktidara galibiyetini gösterir.
Alman ordusunun İspanya’nın Guernica kasabasını işgali sırasında yaşattığı acıları, zulümleri Pablo Picasso Guernica tablosuna yansıtır. Ve bu muhteşem eserin üretilmesinin ana kaynağını, savaş ortamını yaratan Alman ordusunun olduğunu göstermesi gibi.
Hitlerin ele geçireceğini ilan ettiği Leningrad’da, Dimitri Şaştakovici“nin senfonisi halkın bam teline dokunup, umudu tekrar yeşerterek, müziğin dili ile yürekleri keşfedisine ve halkın tekrar uyanışına sahne olacaktır. Müzik umuttur…
Sanatın Duygusal Zeka Gelişimine Faydası
Garder’e göre her birey farklı derecelerde çeşitli zekâlara sahiptir. Hayatta başarılı olabilmek için tek tip bir zekânın yeterli olamayacağını vurgulamaktadır. Gardner’in bu tespitinden yola çıkacak olursak, kişilerin öğrenme biçimlerini, ilgilerini, yeteneklerini ve eğilimlerini çoklu zeka teorisi ile açıklayabiliriz:
Sözel-Dil Zeka (Steinbeck)
Mantıksal-Matematiksel Zeka (Einstein)
Görsel-Uzamsal Zeka (Picasso)
Bedensel-Kinetik Zeka (İ.Bergmann)
Müziksel Zeka (Mozart)
Goleman ise ilk olarak kişisel zekânın betimlenmesinde duyguların rolüne tam olarak vurgu yapmış ve duygusal zekanın, kendi içsel yolculuğunda kendini dinlemek, kendini anlama ve anlamlandırmak yolundaki önemine ve buna bağlı olarak da toplum içinde sosyal bir birey olmanın gerekliliğinin farkındalığı ile yaşayarak, her türlü zorluğa karşı kendi ile barışık yaşamanın yollarını bulan kişidir.
Maalesef neoliberal kapitalist sistem okullarda kendisi için, sistemin devamlılığını sağlayacak bireyler yetiştirme telaşından dolayı, bireysel farklılıkları görmezden gelen ezbere dayalı, içi boşaltılmış, popüler ve tüketim kültürünün baskın olduğu bir eğitim sistemini dayatır. Bu haliyle de yaratıcılığın önünde en büyük engeldir. Sanat yeşermesi için özgür ve bağımsız olmalıdır. Olmadığı yerlerde de sisteme rağmen çatlağını bulacak damarlar bulur.
Sanatın Eğitimdeki Rolü
Öğrenciler okuduklarının yüzde 10“unu, işittiklerinin yüzde 20’sini, gördüklerinin yüzde 30’unu, söyleyip yaptıklarının yüzde 90“ini akıllarında tutabilmektedir. Bu bağlamda okul öncesi ve okul çağı çocuklarına sosyo-ekonomik koşullarına bakılmaksızın –çocukların içindeki potansiyelleri çıkartarak sanat faaliyetleri, görsel sanatlar, müzik, dans, yaratıcı dramı ve edebi olarak kendilerini ifade edebilmelerini sağlayacak bir eğitim sistemi içinde olmalıdırlar.
Farklı yetenek düzeyine sahip her çocuk için “bilişsel”, “motor”, “dil” ve “sosyo-duygusal” gelişim açısından bu sanatsal faaliyetler oldukça önemli yer tutmaktadır. Bu sanatsal faaliyetler kullanılarak çocuğun kendini ifade etmesi sağlanarak aynı zamanda hafızayı uyarma, öğrenmeyi güdümleme, kavramayı kolaylaştırma, soru sorarak, sorgulama kabiliyetini geliştirme, sembolik iletişimi zenginleştirme ve yetenekleri keşfetmek gibi işlevlere sahiptirler.
H.Read, “Estetik duyarlılığın eğitilmesi, en önemli ve temel görevlerinden biridir” der. İnsandaki potansiyelinin varlığına ancak sanat araçları kullanılarak varılır. İnsandaki enerjiyi, yaratma duygusunu doğru yere kanalize etmekte ancak sanat eğitimi ile olur. H.Read “İyi sanat eseri yaratılması değil, daha iyi insanlar ve toplumlar yaratılması amaç edilmelidir” diyerek de sanatın toplumlar üzerindeki işlevselliğine dikkat çekmektedir.
Sanatın Tedavideki Rolü
İlkel insanlar, kötü ruhların sebep oldukları hastalıklarda müzikle tedavi, yoluna başvurmuşlardır.
Bugün birçok klinikte tedavi yöntemi olarak özellikle ruhsal hastalıklarda müziğin, resmin ve diğer sanat araçlarının iyileştirici gücü kullanarak faydalanılmaktadır.
Sanatın tedavi değeri uzun yıllar bilimsel ilgi alanında değildi.Son zamanlardaki bilimsel tespitler sonucu hayata fiziksel, sosyal ve psikolojik olarak uyum sağlayamayan her birey için fiziksel ve psiko-sosyol rehabilitasyonlarda sanatın işlevselliği kullanılarak tedavide başarılı sonuçlar alınmaktadır.
Travmatik bir olay yaşadığımızda, beynimizin, Brocas, dilden sorumlu kısmı kapanır. Beynimiz, travmatik hafızayı görsel olarak kaydeder, tehlike tanıma merkezi, amigdala işe yüksek düzeyde uyanıktır. Bu bağlamda hem görsel olarak saklanılan hafızaya ve vücut belleğine erişebilmek ve duyguları ifade etmek için sanatı kullanabiliriz. Bu yüzden sanat terapisi, özellikle bedensel ve cinsel istismara uğramış travmatik vakalarında kullanılarak yüz güldürücü başarılara imkân vermektedir.
Sanat, en doğru tanımıyla duyguların dışa vurumunun en estetik yoludur. Sanat, bireylere kendisini ifade edebileceği özerk ve güvenli bir alan sunar. Sanat icra ederken, öfkesinin, korkusunun, hüznünün sevgisinin ve hayallerini sanat eseri şeklinde ortaya çıkarır.Bastırılan, bilinçaltına saklanılan sorunlar bilinç düzeyine tekrar çıkartılarak ve yüzleşerek,boyaların rengi, müziğin tınısı, dansın ritmi kullanılarak çözülür.
Karanlığa İnat, Yaşasın Sanat
AABF’na bağlı olarak gerçekleştirdiğimiz festivalimizden, yüzümüzün akı ve yüreğimizin ferahlılığı ile çıktık. Tam da çetin zamanlardan geçtiğimiz, sosyal olarak birbirimizden uzaklaştırıldığımız evlerimizde bir çeşit cezaevi ortamı yaşatıldığımız su günlerde yine, yeniden sanatın dilini kullanarak en ücra köşedeki evlerin kapılarını çalıp, seslerine ses, yaralarına merhem olduk. Picasso’nun dediği gibi, “Sanatın amacı günlük yaşamın bulaşan tozlarını ruhumuzdan temizlemektir.”
Bir kazada annesini kaybeden ve kendisi de zihinsel ve bedensel olarak bu kazadan etkilenen, en ücra köşedeki bir çocuğumuzun tekrar resim yapmaya, bilinçaltına attığı tüm duygularını renklerin diliyle tablolara dönüştürmesine olanak sağladıysak, gene görme engelli bir arkadaşımızın şiirlerine yansıttığı duygularına vesile olabildiysek, yani gönülden gönüle bir köprü kurabildiysek bu festivalimizle amacımıza ulaşmanın haklı gururunu yaşayabiliriz. En yüce duygu, en ücra köşedeki insanların duygularına vesile olabilmek, feryatlarını içine haykıranların sesini duyabilmektir.
Batı mitolojisine göre ilk kadın sanatçı Dibudatesadındaki bir kadındır, Dibudates âşık olduğu silüeti duvara çizen ilk kadın sanatçı olarak adlandırılır. Kadınlar her zaman bilim, matematik edebiyat ve müzik alanlarında bir çok eser üretmelerine rağmen patriyarkal sistemin kurbanı olmuş ve olmaya devam ediyorlar. Sistem tarafından yok sayılmış, emekleri de gözardı edilmiştir. Aslında her zaman erkek egemen toplumlarda kadınların izleri olmuştur. Maalesef yüzyıllar boyunca, kadınlar sistemli bir şekilde sanat ve bilim tarihi kayıtları dışında bırakılmıştır.
“Sınırları içinde yaşamalıdır kadın, sınırları aşmamak için… Düşündü sonra kadın… Sınırları olmayan bir düşünceye daldı” bir kadın arkadaş yazdığı öyküde toplumsal cinsiyet eşitsizliğini vurgulayarak, sesli düşünmemize izin verilmeyen bu patriyarkal sistemin biz kadınlara dayattığı bu tekçi zihniyete karşı „sınırları olmayan bir düşünceye dalarak ve duyguların diline başvurarak muhalif yanıyla sesini duyurdu… Sesini duyurmak isteyen bir çok kadın gibi…
“O bir esmerdi ve her yerde uyumsuz bir beyaz vardı.Çocuk gelinliğinin rengi hayallerinde kürsülanmış, ölü esmer hayallerinin sarılacağı kefen beyazdı” Masumiyeti simgeleyen beyaza nefret, ancak, masum bir çocuk yüreğin kıyımı ile olur, İç ürperten bir acı… Kim bilir ne kadar derin, ne kadar keder dolu… Anadolu coğrafyasında, din ekseni ile çocuk evliliklerinden canı yanmış , bir çok çocuk gelinin sesini duyduk, yüreğini hissettik…belki gözyaşlarımız birbirine değdi…acılarımız…..hissetmesini bildikten sonra aradaki mesafelerin ne önemi var ki….
„Gecesi çengellenmiş kadınların ve çocukların öyküsüdür, yeryüzünü bitimsiz bir karanlığa gömen.“ diye ifade edilen bir başka hikâyede de kadın bedeninin meta olarak sunulması, bunun dışında da hiç bir hükmü olmaması… Biz kadınlar… Kadın olmak, dünyanın neresinde olursa olsun, acı ile yoğrulmak demek… İyi ki bu duyguların bir dili var ki bu dili kullanarak birbirimizin acılarına dokunabiliyoruz.
„O gün her şeyin başladığı ve bittiği gün… Kuşların uçmadığı, suyun akmadığı, güneşin gülmediği, bulutun ağlamadığı gün. O gün her şeyin başladığı ve bittiği gün…” bu öykü binlerce insanın ruhuna inebilmek adına bir fırsat… Sevginin sınırı mı olur? Kim çizebilir bu sınırı? Kimin gücü yetebilir ki… Ah! Aşkı anlayabilselerdi… Toplumun diğer ötekileştirilen, dışlanan, duygu yüklü insanları. Ne acılar ne bedeller ödemek zorunda kaldılar ve hala bedel ödemeye devam ediyorlar. Seslerine ses olalım, duygularına, acılarına sırt çevirmeyelim. LGBT’lerin sorunu toplumumuzun kanayan sorunudur.
Bu festival kapsamında katılımcıların ele almış oldukları, toplum tarafından bir an önce çözümü beklenen, sorunlar yumağı olduğunu gördük. Demokrasi adına, özgürlükler, adına, eşit yurttaşlık adına, toplumsal cinsiyet eşitliği adına toplumsal barışın inşa edilmesi adına, bu değişim için mücadele etmeliyiz.
Nietzsche’nin yarattığı “Üstün insan” olmanın yolu sanat ile şekillenerek mümkündür. İnsanlar ancak üreterek, yaratarak özgürleşebilir, Yaratma da sanatın başlangıcı olduğundan insanın kendisini aşmasına olanak sağlayacak ve onu geliştirecektir.
Yine Freud’un dediği gibi “Bizi anlatan bilim ile Beni anlatan sanat, bir insana giden en kısa yoldur.”
Demek ki Freud’un da belirttiği gibi birbirimizi anlamanın yolunu ancak sanatın evrensel dilini kullanarak gerçekleştirebiliriz.
Hayal, güzellikten ve iyilikten beslenir. Çirkinlik ve kötülük hayal edemez, sadece düşünebilir. Toplumların kurtuluşunun tek çıkar yolu, yüceliğin, yaratıcılığın, görselliğin, bilgeliğin ve adalet duygusunun güç kazanması ile mümkün olacaktır.
“Karanlığa inat, yaşasın Sanat” şiarı ile seslere ses olmaya devam edeceğiz.