Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 283. sayısında yayınlanmıştır.
Berlin Alevi Toplumu (BAT) Cemevi tarafından ‘T.C Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlı ve Asimilasyon’ başlığı altında gerçekleştirilen panelde, Aleviliğe dönük son yıllardaki asimilasyon politikaları masaya yatırıldı.
Cemevi Ana Salonunda gerçekleştirilen panel, sunucu Ercan Atmaca’nın selamlama konuşması ve ardından Cemevi İnanç Kurulu Başkanı Musa Gönül Dede’nin verdiği Gülbenkle başladı. Verilen Gülbengin ardından ise müzisyen Erdal Kaya deyişlerden oluşan mini bir dinlenti verdi. Kaya’nın ardından ise panele geçildi. Moderatörlüğünü Cemevi Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Yüksel Özdemir’in yaptığı panele konuşmacı olarak; Türkiye Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) Başkanı Mustafa Aslan ve Almanya Alevi Birliği Federasyonu (AABF) Başkanlığı ile Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonluğu (AABK) Eşit Başkanlığını yürüten Hüseyin Mat katıldı.
Yüksel Özdemir’in katılımcı konuşmacıları tanıtması ve panel başlığına ilişkin kısa bir giriş konuşması gerçekleştirdikten sonra ilk sözü Türkiye ABF Genel Başkanı Mustafa Alan aldı. Alevilerin metropollere göç etmesinin ardından yaşanan katliamların ve asimilasyon süreçlerinin yeni bir boyut kazandığına dikkat çeken Aslan şu başlıklara değindi: “1988’de Pir Sultan Abdal adı altında örgütlenmeler başladı ama bir turizm derneği adı altında kuruldu. Daha sonra 1990’ların başında Hacı Bektaş ve Hubyar Sultan gibi Alevi yol ulularının önemli isimleri altında örgütlenmeler olsa da bu derneklerin tüzüklerinde Alevilik inancı ile ilgili ibareler geçmiyordu çünkü T.C’nin ayrımcı tekçi anayasası buna izin vermiyordu.
‘Bölücülükten Yargılandık’
Tabi 1993 Sivas Madımak Katliamı ve 1995 Gazi Katliamı sonrası dernek, vakıf, federasyon gibi örgütlenme çalışmaları Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de giderek arttı. Her ne kadar bu örgütlü kurumlarımız olsa da Alevi, Kızılbaş, Bektaşilik gibi tanımlamaları kullanmak yasalar çerçevesinde “ayrımcılık bölücülük” olarak tanımlanıyordu. Bir çok arkadaşımız DGM mahkemelerinde bu nedenle yargılandı. Türkiye’nin AB sürecindeki uyum yasaları kapsamında Danıştay kararıyla ‘Alevi Bektaşi isimlerini kullanmak dernek vakıf kurmak yasal’ oldu. Tabi verilen bu karar sonrası Alevilerin bütün sorunları bitti mi? Aleviler devlet nezdinde tanınıp kimlikleri inançları özgürleşti mi? maalesef hayır!
‘Cumhuriyetçi Eğitim Vakfı Devlet Emri İle Kuruldu’
Aleviler 1990’lı yıllardan beri örgütlenmesine ve örgütlenme konusunda bazı yasal haklar elde etmesine rağmen devlet durmadı. Dernekler ve vakıflar yasası çerçevesindeki dernekleştik vakıflaştık ama inancımız, kimliğimiz, ibadetlerimiz ve ibadethanelerimiz yok sayıldı. Trakya, Anadolu’nun başka bölgelerinden, Dersim vb.. yerlerden göç ederek metropollerde bir araya gelen Alevilerin bir birini tanıması ve örgütlenmeleri elbette devlet için yeni bir tehlikeydi. Buna karşı devlet dönemin Cumhurbaşkanı aracılığıyla İzzettin Doğan’ı çağırarak “Aleviler örgütleniyor ve Alevileri kontrol altına almak için sana ihtiyacımız var bir vakıf kur” deniliyor ve daha sonra “Cumhuriyetçi Eğitim Vakfı” yani Cem Vakfı kuruluyor.
‘Dün Fetullah Eliyle Yapılan Bugün AKP-MHP-Vatan Partisi Eliyle Yapılıyor’
Devlet 90’lardaki katliamların ardından metropollerde artık asimilasyon politikalarına farklı bir boyut kazandırdı. Kendi Alevilerini yarattılar, kendi Alevi derneklerini kurmaya başladılar. Mesela Fetullah Gülen cemaati tarafından Alevi dernekleri kurulduğu ve Alevi imamlar atandığı ortaya çıkmıştı. Asimile edip içimize koyduğu Aleviler vardı ve bunlar aramızda geziyordu. Örneğin Osman Eğri gibi isimlerin bu iş için görevlendirildiği ortaya çıktı. İşte bu gibi insanlarla Alevi inancını planlı programlı şekilde içerden değiştirmeye çalıştılar. Dün Gülen eliyle yapılanlar bugün AKP, MHP, Vatan Partisi Perinçek eliyle yeni yeni Alevi örgütlenmeleri oluşturuluyor ve Alevilerin içinden insanlarla yeni asimilasyon politikalarını geliştiriyorlar.
‘Alevi Bektaşi Başkanlı Aleviliği Teslim Alma Siyasetidir’
AKP iktidarı bildiğiniz üzere 2009-10’lu yıllarda ‘Alevi, Kürt, Roman Çalıştayları’ adı altında açılımlar gerçekleştirdi. Bu açılımlarda Aleviler haklarını masaya koydu ve bu hakları konusunda ısrarcı oldu. Devlet ve İktidar Alevileri bir masa etrafında toplayıp açılımların kendi istediği doğrultuda olmayacağını anladı ve diğer 6 çalıştayda Aleviler dışında başka kesimlerle yeni formüller çizmeye çalıştılar. Daha önce Alevilik hakları ile ilgili mecliste görüştüğümüz AKP temsilcileri daha önce bize “Alevilerin anayasal olarak tanınmayacağını ve Alevi Cemevlerine İbadet statüsü verilmeyeceğini” açıklamışlardı. Kurulan Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı ilk bakışta size, dün tanımadığı Alevileri artık tanıdığı iyimser bir şekilde düşünebilirsiniz ama bu başkanlığın iyi niyetli olmadığını, Alevi yeni yöntemlerle değiştirip dönüştürüp teslim almaya çalıştığını görüyoruz. Bu yeni asimilasyon siyaseti içinde maalesef bazı Alevi ocaklarının evlatları var. İşte biz elimizden geldiğinde bu başkanlığın yapmaya çalıştığını anlatmaya çalışıyoruz.”
‘Parçalama Bölme Çalışması Yapılıyor’
Bu başkanlığa şimdi “İyi bir Türk ve milliyetçi olan” Erzincanlı Alevi olan Ali Rıza Özdemir Atandı. Bu Başkanlık ayrıca AKP-MHP Kavga alanına dönüştü. AKP’nin elinden çıktı MHP eline geçti. Bunların kurdukları dernekler vardı. Horasan Erenler Federasyonu oluşturmuşlardı. Yakın zamanda bunlar ikiye bölündü ve ‘Ocaklar Federasyonu’ diye bir yapı çıktı içinden. Şimdi bunlar ‘Kim iyi Türk, Kim iyi milliyetçi’ yarışı yapıyorlar. Ve bunlar gittikleri her yerde amaçları Alevi Kurumlarını parçalamak ve bölmek. İşte buna karşı hepimizin ulaşabildiği her yere ulaşıp anlatmamız lazım.”
Arslan’ın ardından söz alan AABF-AABK Eşit Başkanı Hüseyin Mat ise Almanya’daki Alevi örgütlenmesi sürecine ve kazanımlara ilişkin başlıklara değindi.
Mat: Asimilasyon Egemenin Olduğu Her Yerde Vardır
Türkiye’de Alevi kimliği inancı ve bu tanımlamalar yasakken ilginçtir Avrupa da yasak olmamasına rağmen Aleviler farklı isimler altında ilk kez örgütlenmeleri yapıyorlar. Yani öyle bir psikolojik durum travma ve acı var ki Alevilik isimleri altında örgütlenmeler akıllarına gelmiyor. Bu çok önemli bir nokta. Avrupa’da da 1990’lardan sonra Alevi isimleri altında örgütlenmeleri başladı. Tabi ilk kuşaklar buraya geldiğinde para kazanıp geri dönmeyi düşünürken, Türkiye’deki katliam baskı ve asimilasyon politikaları nedeniyle buraya yerleştiler ve bir yaşam kurdular. Burada da örgütlenmeye başladılar çünkü asimilasyon sadece Türkiye’de değil egemen kimliğin olduğu, üniter ulus devlet yönetim modellerinin olduğu her yerde vardır çünkü bu yönetim modellerinde tekleştirme siyaseti vardır. Avrupa’ya gelen ilk kuşakla birlikte giderek örgütlenme mücadelesi büyüdü. Kurumlar dernekler Federasyonlar, Cem evlerinin açılmasının ardından sonraki kuşaklar da anayasal haklarının alınması konusunda çalışmalar yaptılar.
‘Ayrı Bir İnanç Toplumu Olarak Kabul Gördük’
Sonraki kuşaklar olarak bizler, Anayasal hak çalışmalarımızı; “Biz örgütlendik kurumsallaştık ama aynı zamanda biz ayrı bir inanç toplumuyuz bu hakkımızı da almalıyız” düşüncesiyle çalışmalarımızı sürdürdük. 2000’li yılların başında Alevilik İnancı Dersleri haklarımız ilk olarak Berlin’de ortaya çıktı ve 2006-07 yılında Alevilik Dersleri haklarımız alındıktan sonra bir Ayrı bir İnanç Topluluğu olarak kabul gördük. Bu hakkımızdan sonra alınması gereken en önemli hakkımız olan Kamu Tüzel Kişilik hakkımızı aldık. Bunun yanı sıra Üniversitelerde Alevilik kürsülerinin oluşması, Alevilik derslerinin okullarda olması, Parlamentoya İnanç odasına Alevilik İnanç Sembollerinin koyulması vb.. kazanımlarımız var. Yani biz almamız gereken anayasal haklarımızı aldık. Bizler bunu başardık. Tabi şimdi bizim hem Almanya ki kaygılarımız var ama bu Türkiye’deki kaygılarımızdan daha ‘tatlı’ durumda çünkü buradaki tüm anayasal haklarımızı aldık ve bize düşen şer bu kazanımlarımızın içini nasıl dolduracağımız ve bu kazanımları nasıl geliştireceğimiz kaygısıdır. Sevgili dostlar biz buradaki mücadele ile önemli bir şeyi gerçekleştik ve Aleviliği özgürleştirdik.”
‘Avrupa ve Türkiye Alevi Hareketleri Hedefte’
Türkiye’deki asimilasyon çalışmasına da dikkat çeken Mat sözlerine şöyle devam etti: Cem Vakfının, Alevileri devletin Alevisi yapmaya çalışmasına dikkat çektiğimiz de bazı arkadaşlarımız bizlere kızdılar. 2009-10 yıllarından itibaren yapılan Alevi çalıştaylarının raporlarını mutlaka okuyun arkadaşlar. Ne talep etmişsek reddedilen bir rapor çalışması olduğunu görürsünüz. Ve o raporda çok önemli bir nokta vardı; “Bu verdiklerimizle yetinmelisiniz” vurgusu. “Yetinin” diyorlardı. Peki Bu Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nın hedefindekiler kimlerdir? Bunun altını çizerek belirtmek istiyorum! Örgütlü Alevilerdir. Daha dün tüzüğünde Alevi Bektaşi isimleri altında kurumlar kurulmasına izin vermeyen devlet bugün Ankara’nın göbeğinde bu isimler altında başkanlık kuruyor. Dünden bugüne ne değişti de bu oldu. Çünkü Aleviler örgütlendi, ‘Artık yeter’ dedi, ‘Biz yönetilen değil bu ülkede olan Kürtler Ermeniler Ezdiler gibi kimliklerle eşit yurttaşlık temelinde anayasada yer alıp yönetimde söz sahibi olmak istiyoruz’ dediler. İşte bu yüzden Alevi kurumlarına karşı hep saldırı oldu. Avrupa Alevi hareketine de ciddi saldırılar oldu, olmaya devam ediyor. Türkiye Alevi Hareketi ile Avrupa Alevi Hareketi arasına duvar örmeye çalışıyorlar. Gri pasaportlu dedeleri gönderiyorlar. Ama burada elde ettiğimiz her kazanım Türkiye’deki Alevilerin hak mücadelesinin daha görünür olması anlamına geliyor, devletin teşhir olması anlamına geliyor. Uluslararası diplomasi açıdan onu sıkıştırıyor.”
Mat’ın konuşmasının ardından panel soru-cevap bölümüyle sona erdi.
Haber ve Fotoğraflar: BAT-Cemevi Basın Ofisi / Ulaş Yunus Tosun