29 Mayıs 1993’te, Almanya’nın Solingen kentinde beş Türkiyeli yakıldı. Alman halkı, Alman aydınları, yazarları, sanatçıları ve Alman hükümeti hissettiği acıyı paylaşmak için yüzünü kamuoyuna döndü. Ya Madımak, ya Türkiye?
Turan Eser
Yıl 1993.
Aynı yıl içinde iki ayrı ülkede, farklı kültürel kimliklerinden dolayı katliama maruz kalarak, hayatları ellerinden alındı. Bu katliamlardan biri 29 Mayıs 1993’te, Almanya’nın Solingen kentinde beş Türkiyeli yakılmasıyla gerçekleşti. 2 Temmuz 1993 ise, Türkiye’nin Sivas kentinde 35 insan yakılarak katliama maruz kaldı.
Solingen’de yaşanan vahşet karşısında Alman halkı, Alman aydınları, yazarları, sanatçıları ve Alman hükümeti hissettiği acıyı paylaşmak için yüzünü kamuoyuna döndü. Hiç bir şeyi gizlemedi. Solingen’de kendi ülkesinde yaşayan göçmenlerin yakılarak öldürülmesiyle yaşanan bu utancı paylaşmadı. Bu nedenle Alman hükümet üyeleri ve Alman vatandaşları, insan yakan zihniyete karşı, “hepimiz Türküz” diyerek duygu ve tepkisini göstererek, mağdurların yanında yer almıştır.
Solingen’de yapılan katliam insanlığa karşı vahşice işlenmiş ırkçı bir suçtu. Alman devleti ve hukuk sistemi bu gerçeği kabul ederek, Solingen’de yaşamını yitiren Türkiyeli yurttaşlarımızın anısına, katliamın gerçekleştiği yere bir anıt-müze yapmıştır.
Madımak katliamı ise, aynı yıl Anadolu topraklarında insanlığa karşı vahşice işlenmiş din milliyetçiliği ekseninde gelişen bir devlet katliamıdır. Ne yazık ki, bırakın Madımak Oteli’ni müze yapmayı, bu insanlık suçu katliam karşısında devlet özür dilemediği gibi, Madımak Katliamını gerçekleştirenlerden birçoğunun halen rahatça ortalıkta dolaşmasına göz yummaktadır. O karanlık günde ülkemizin aydınları, şairleri, ozanları, sanatçıları, ressamları, siyasileri, kadınları, çocukları öldürüldü. İnsana, sanata, kültüre, düşünceye ve inanca yönelik bir katliamdı. Şimdi insana, sanata, kültüre, düşünceye ve Alevi inancına saygının gereği olarak, devlet özür dilemeli ve madımak oteli derhal müze yapılmalıdır.
Neden Sivas’ta “hepimiz Aleviyiz” diyemiyoruz?
Her ne kadar, Türkiye’deki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yargısı, insanlığa karşı suçlarda zaman aşımının olmayacağını kabul etmese de, tüm çağdaş ve demokratik ülkeler, etnik, dini, kültürel ve siyasal düşüncelerinden dolayı insanlara yönelik şiddet uygulamak ve öldürmek insanlığa karşı suç olarak kabul etmektedir. Bu nedenle tüm çağdaş dünyada, demokratik toplum, insanlığa karşı işlenen suçlarda, mağdurdan yana açıktan tutum alır. Bu nedenle, İsrail ordusunun, Gazze’de Filistinlilere yönelik katliam ve yıkım saldırıları karşısında, İsrail hükümetinin insanlık suçunu ve yarattığı utancı, ona karşı haykırmak için “hepimiz Filistinliyiz” diyerek Filistin halkının mağduriyetinin yanında yer alarak, onların acısını paylaşmayı benimsemiştir.
1915 Ermeni kırımında yaşanan acılar, 6-7 Eylül olaylarında Gayri Müslimlere yapılan saldırılar ve çirkin uygulamalar ve Türkiye’yi çok sevdiği için katledilen Hrant Dink’in yanında yer alan vicdan sahibi kesimde aynı tutumu sergiledi. Türkiye’nin tekçi, ayrımcı, inkârcı, asimilasyoncu ve imhacı politikalarıyla, gayrı Müslimlere ve Ermenilere karşı yarattığı utancın karşısında, başka bir Türkiye’nin varlığını gösterenler ise mağdurların yanında ve onların acısını paylaşmak için “hepimiz Hrantız, hepimiz Ermeniyiz” diyerek duygusunu dillendirdi.
Fakat itiraf etmek gerekir ki, Türkiye halen çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı hayatı zehir edenlerin, “Kızılbaşların katli vacip” ve “Hepiniz Ermenisiniz, Hepiniz Piçsiniz” diyenlerle gurur duyan Türk İslam Sentezci siyasetin egemenliğindedir.
Nerede sizin o hasletiniz ve asaletiniz?
Türkiye, karanlık tarihine kara kalemle kayıt düştüğü tüm katliamlarla tek tek ama birlikte ele alarak yüzleşmeli. Katliamların asıl sorumlusu olan devlet, kendi karanlık tarihiyle ile topyekûn yüzleşecek yüze, güce ve kapasiteye sahip değildir. Her katliamda olduğu gibi, Sivas katliamının sorumluları da baştan savma bir şekilde yargılandı. Davanın kendisi, bizzat katliamda devletin ve siyasi iradenin rolünü sorgulamadığı gibi, devlet kurumlarının suçu gizlenmiştir. Aradan 19 yıl geçmesine rağmen, Solingen davasının verdiği medeniyet mesajından ders alamayan Türkiye, Sivas davasını uluslararası hukukun benimsediği insanlığa karşı suçlar ilkesi çerçevesinde araştırmayı ve buna göre yargılamayı gerçekleştirmedi. AKP adaleti, Alevilerin “insanlık suçunda zaman aşımı olmaz” talebiyle açtığı davayı, “Sivas katliamı insanlık suçu değildir, zaman aşımı vardır” diyerek cevap vererek, başbakanın adalet anlayışı ile “hayırlı olmuştur”.
Milli Görüş geleneği içinden gelen AKP’lilerin 1993 yılında Madımak katliamı karşısında mağdura karşı katillerin avukatlığını üstlenerek, katliamdan yana tutum almışlardır. 10 yıllık AKP hükümeti döneminde ise insanlık suçu katliamını ve bu katliamın sanıklarını savunan avukatları bakan, milletvekili, belediye başkanı ve bürokrat yaparak, aynı tutumu devam ettirmiştir. Şeyhülislam Ebu Suud, Yavuz Selim, İblisi Bitlisi ve Necip Fazıl gibi “Kızılbaşların katli vacip” geleneğini savunanların referanslarıyla siyaset yapan AKP hükümeti, Sivas katliamını aklamak için sahte “Alevi Açılımı” adı ile kamuoyunu aldatması ise ayrıca göz önünde bulundurulmalıdır.
Bir daha asla yaşanmasın!
Vicdanın adaleti ile Solingen’in medeniyetinin verdiği mesaj nettir; Madımak müze olmalıdır. Katillerin adını, Madımak’ta yitirilen insanların adıyla birlikte yazmak bir “iyilik” halinden daha çok mağdurlar için “işkencedir”.
Madımak’ta 2 Temmuz’da yitirdiklerimizi yaşatmak, Almanya örneğinde olduğu gibi tüm ülkeyi “bir daha asla” katliam yaşanmasın diye anıtlaştırmaktır. Almanya gerek Yahudi soykırımı, gerekse Hitler faşizmi döneminde işlenen tüm faşist günahları, tüm ülkeyi kapsayacak şekilde anıtlarla doldurarak, müzelerle göz ününe sererek, okullarda ders haline getirip çocukları insanlığa karşı işlenen suçlar karşısında duyarlı hale getirerek, bize de yapmamız gereken ev ödevleri konusunda medeniyet dersi vermektedir. Ama Türkiye’de bu medeniyet dersine kulak verecek, bu mesajı okuyacak göz yoktur. Eğer Türkiye dış dünyadan öğrenme becerisine sahip olsaydı, Madımak oteli ve bir çok katliamın gerçekleştiği kentlerde müzeler yapılırdı.
Tüm bu anlatılanların doğal mantık silsilesi içinde ele alındığında, Solingen’de, Filistin’de, Hrant Dink katliamında -ırkçı ve milliyetçi itiraz ve tepkilere rağmen- mağdurun yanında olan tutum, Solingen’de ve Filistin’de kanayan yaranın hesabını soran vicdanlar, Sivas Katliamı’nda neden sustu. Bu sukut ve sessizlik neden 19 yıldır sürdü? Bu sessizliğin ve sukutun Alevilerin acısına acı kattığı neden düşünülmez?
Devletin ve onun Türk-İslam sentezci yaklaşımların negatif refleksleri biliniyor. Peki, Türkiye’nin vicdan sahibi insanları, aydınları, gazetecileri, yazarları, sanatçıları ve gazetecileri, Sivas Katliamı Davası’ndaki adaletsizliğe karşı, insanlığa karşı suçlarda zaman aşımı veren hukuk adaletsizliğine karşı, bu yıl 2 Temmuz’da Madımak oteli önünde karanfil bırakacaklar mı?
Anadolu’da bir atasözü “mum dibine ışık vermez” der. Anadolu’da ise inkâra, katliamlara, ayrımcılığa, şiddete ve acılara karşı, mağdurların mücadelesinde ortaklaşmış ve birlikte mücadeleyi benimsemiş güçlü bir ışık yok. Herkesin ışığı kendi mahallesini ışıtıyor. Demokratik kamuoyu olarak dünya’daki haksızlıklara ve yaşanan tüm acılara duyarlıyız. Fakat kendi ülkemizdeki acıları paylaşamıyoruz. Alevilere, Kürtlere, Ermenilere, Romanlara, özürlülere, eşcinsellere, işçilere, kadınlara ve yoksullara yönelik ayrımcılık, şiddet ve katliamların acısını hep birlikte ve kitlesel olarak dayanışma içinde hissedemiyoruz, paylaşmıyoruz.
Madımak otelinde yakılarak öldürülen 12 yaşındaki Alevi çocuğu Koray Kaya ile sırtından çıkan 13 kurşunla öldürülen Kürt çocuğu Uğur Kaymaz’ın, Cezaevinde bir basket potasına asılı olarak ölü bulunan 15 yaşındaki Çingene Kudret Koçaklı’nın, işçi olduğu için ölümlerine göz yumulan Tuzla Tersane işçisi Ali Sağdıç’ın, kadın olduğu için, kocası tarafından öldürülen Şefika Etik’in, cinsel tercihi farklı olduğu için öldürülen eşcinsel Ahmet Yıldız’ın ve Gayrimüslim olduğu için öldürülen Ermeni Hrant Dink’in acılarını ortaklaştıramıyoruz.
Her toplumsal kesim kendi acılarını yalnız yaşıyor, eksik kalmış yaslarını kendi hücrelerinde, yalnızca kendileri tutuyor. Oysa bu ülkenin farklı mağduriyet hikayelerin umut ışıklarına dönüştürebilir ve birbirimize çerağ (mum ışığı) olabiliriz. Bunun için de komşumuzun mahallesindeki ışığı görmek lazım.
Bizler neden ülkemizin bilinen ve asırlardır süregelen bu soğuk ve şiddetli ayrımcılık politikalarının mağdurları olarak, acılarımızı ortaklaştıramayız. Yaslarımızı birlikte tutamayız? Acaba sadece kendi mağdurlarımız üzerinden örgütlenerek bir ayrımcılıkta biz yapmış olmuyor muyuz?
Mesaj kısa ve net, acıların ve mağdurların ayrı örgütlenmesi olmaz. Acılarımızı, mağdurlarımızı ve hak arama mücadelemizi ortaklaştırabilirsek başarılı olabiliriz. Unutmayalım ki bunları bize yaşatanlar birlikteler ve aynı adresteler. Bizi hep aynı adreste karşılıyorlar. Bizlerin ise adresleri çok, dağınık ve çoğaldıkça, çözüme de o kadar uzaklaşıyoruz. Bunu fark ediyor muyuz? Sanırım acılarımızın ve mağduriyetlerimizin ortaklaşmasını örgütlemek için işe 2 Temmuz’da Sivas’ta Madımak oteli önünde buluşarak başlayabiliriz.