Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 292. sayısında yayınlanmıştır.
“Eğer tahtta ben olsaydım dünyayı güleç bir yüreklilikle değiştirirdim.”
Bettına Von Arnım
Emek mücadelesinden yaşam mücadelesine…
Boynundaki kolyenin taşlarına dokunması ve onlarla oynaması uzun sürdü. Bu eylem aklına yıllardan kalan bir cümleyi havaya, toprağa, suya düşen cemre gibi düşürdü. “Aşk tek heceli ama uzun boylu bir sözcüktür.” Kadın ve aşk, kadın ve şiir, kadın ve edebiyat uzadı da uzadı.
Kadının aşkla, tutkuyla, sevdayla, inatla çıktığı yolda mücadelesi canını yaksa da kuşaktan kuşağa ışık oldu.
Tarih boyu kadının kendini anlatmaya çalışması hiç durmadan sürdü ha sürdü.
Gün oldu emek mücadelesi verirken üstüne fabrika kapıları kilitlenip cayır cayır yandı. Gün oldu cadı diye yakıldı. Yine de emek mücadelesinden vazgeçmedi. Yanarak can veren işçi kadınların açtığı yol sonunda çalışan kadının emek mücadelesine yol alındı. Yıllar sonra yine tekstil fabrikalarında renk renk, desen desen, top top kumaşlar dokundu, kimi aşk acısını, kimi evlat, kimi yoksulluğunu işledi desenli kumaşlara…
New York tekstil fabrikasında yanarak can veren emekçi kadınların açtığı yolda artık fabrikalardaki işçi kadınlar sendikalı olunca mücadelenin de şekli değişti. Bir daha işverenler onların üstüne kapıları kilitleyip cayır cayır yakmadı. Yakamadı!
Yine eli boynunda vebali gibi taşıdığı taşlı kolyesine gitti. Bu kolye Kara Afrika’nın Ak yürekli kadınları tarafından dizilmişti. Taşlara dokuna dokuna kolyenin tam da orta yerindeki aşkın rengi bir kırmızı kehribarla buluştu. Orada uzun bir mola verdi.
Kadın hak mücadelesini de helal lokmasına aşkı katık yapmayı da bildi. O nedenle hangi işi yaparsa yapsın aşkla, tutkuyla, sevdayla yaptı. Sevginin temeline emek koyan, insanı sevmesi de gönül meclisine alması da bundandır.
Bu kolyenin armağan edildiği Nagasaki emekçi kadınlar kongresinde özgüvenle sahneye fırlayıp renk renk giysileri ile şarkılarını söyleyip, çılgınca dans ettiler. Sonra tüm dünyadan gelen kadınları dört yıl sonra Güney Afrika’nın Cape Town şehrinde toplanacak dünya kongresine davet ettiler. Sendikal alanda dansla, daveti birleştiren ilginç bir gösteri olarak zihinlerdeki yerini aldı.
Alkışlar arşı alaya yükseldi. Aşk ile uğurlandılar.
Dünya Emekçi Kadınlar Günü mücadelesinin içini boşaltmaya çalışan, çağımızın tüketim düzenine katkı için kadınlara bir gül, bir karanfille kutlamalar yapsalar da dünya emekçi kadınlar günü yüzyıllar aşıp geldi. Aşmayı da sürdürecektir!
O gün emek mücadelesi veren kadınlar bugün yaşam mücadelesi veriyorlar.
Kadınlar öyle bir güne kaldılar ki aşkla, sevdayla ölüm kol kola girdi.
Kadın ve şiddet ülkemizin önemli sorunu olsa da kadın ve şiddet demeye dilim varmıyor. Dönüp yaşadığımız topraklara bakıyorum; görüyorum ki bu toprakları mayalayan düşünürler, bilgeler ve dervişler yerleşim alanlarından Anadolu’ya ses vermişler.
İnsanları düşüncesiyle aydınlatan Hacı Bektaş Veli, 13. Yüzyılda; “Kadınlarınızı okutunuz,” önerisini yapıyor. Hacı Bektaş’a yol arkadaşı Kadıncık Ana’yı soruyorlar: “Kadıncık Ana eşiniz mi?” o da soranlara “Eşitim,” diyor.
Mevlana, “Yola çık yol görünür,” sözüyle yol gösteriyor.
Ahi Evran’ın eşi Fatma Bacı ilk sivil toplum örgütünü kurarak “İşine, aşına, eşine sahip ol’’ şiarı ile kadınları örgütlüyor.
- Yüzyılın büyük ozanı Pir Sultan Abdal ne güzel diyor:
“Benim uzun boylu serv-i çınarım
Yüreğime bir od düştü yanarım
Kıblem sensin yüzüm sana dönerim
Mihrabımdır iki kaşın arası”
Kadını kıble seçen asırlar aşan koca Pir Sultan Abdal.
Ansızın kolyesinin mavi taşına bakınca; Kurtuluş mücadelesini birlikte verdiği kadınlar için Mustafa Kemal Atatürk: “Yeryüzündeki tüm güzellikler kadınların eseridir,” demekten asla çekinmiyor.
Dünya şairi Nazım Hikmet en güzel şiirlerini kadınlar için yazıyor: “Hoş geldin kadınım benim hoş geldin/ayağını basdın odama/kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi/güldün,/güller açıldı penceremin demirlerinde/ağladın,/avuçlarıma döküldü inciler/gönlüm gibi zengin/hürriyet gibi aydınlık oldu odam…”
Diyarbakır’dan ses veren büyük şair Ahmed Arif, en güzel aşk mektuplarını yazar Leyla Erbil’e yazıyor. “ Leylim – leylim/ Ayvalar, nar olanda/ Sen bana yar olanda./ Belalı başımıza/ Dünyalar dar olanda,” dizeleri yıllar aşıp geliyor. Bozkırın tezenesi Neşet Ertaş, “Kadınlar insandır, biz insanoğlu,” demekle yetinmeyip; “İki büyük nimetim var/ Biri anam biri yârim/ İkisine de büyük hürmetim var/ Biri anam biri yârim” türküsünü sazıyla, sesiyle zihinlere nakışlıyor.
“Dünyadaki en güçlü insanlar kimlerdir diye sorsalar; Kendi başının çaresine bakmayı öğrenmiş kadınlardır derdim…”
Cemal Süreya
Gönlümün aşk şairi, bu muhteşem gözlemine tüm kalbimle katılıyorum.
Hani söz konusu edebiyatta kadın olunca erkek şairlerin yazdığı aşk şiirleri, mektupları, özlü sözleri ne oldu? Niye kuşaktan kuşağa akmadı? Niye o güzelim sözlerden, şiirlerden, aşk destanlarından, masallarından, edebiyatla yıllar aşıp gelen aşk mektuplarından erkeklerimiz hiç mi hiç nasiplenmediler.
Erkek egemen bakışlarını 21. Yüzyıla kadına yönelik şiddeti artırarak, İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekerek ne de hoyrat taşıdılar. Bu akıl tutulması, bu aymazlık bu topraklarda kadınlar için söylenen sözlerden, şiirlerden, kadın mücadelesinden ders çıkarmadıklarını ne de güzel gösteriyor.
Ne oldu da dün emek mücadelesi veren kadın henüz bu mücadelesini kazanmamışken, bugün daha da ağır olan yaşam mücadelesi vermeye başladı.
Kadının mücadele alanları çoğaldı da çoğaldı.
Aşk ola kadınlar, aşk ola örgütlerinize, seslenişinize, mücadelenize aşk ola!
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlu olsun!
yasarseyman@gmail.com