Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 290. sayısında yayınlanmıştır.
MARAŞ KATLİAMI: Kırım, Direniş, İnkâr, Arınma
Maraş katliamı-pogromu yüzlerce insanın kıyımdan geçirildiği, on binlerce mağdurun ülkenin ve dünyanın her yerine dağıldığı, yersiz yurtsuzlaştırıldığı bir kırımın adıdır. Maraş’taki kıyımdan başlayarak Mersin, İstanbul ve giderek Londra, Sydney, Hamburg, Strazburg’a ve daha nice yerlere uzanan bu uzun vahşet, göç, iskân, yokluk ve yoksulluk öyküsü bugün 46. yılında 5. kuşağının kulağına fısıldanarak etkilerini sürdürmekte ve yeni kuşakların dinmeyen kâbusları olarak yaşamaya devam etmektedir. Maraş kırımı hem somut mağdurların korkunç kayıpları ve acıları ile hem de sonraki kuşaklara kaygı, güvensizlik ve huzursuzluk taşıyarak yeni ve acı sonuçlar doğurmayı sürdürüyor. Katliam-pogrom vahşi olduğu kadar mağdurların ruhuna dokunacak bir toplumsal vicdan ile karşılaşılmaması, adil bir yargılama yapılmaması ve hatta kırım suçunun normalleştirilmesine kadar uzanan bir adaletsizlik öyküsüdür aynı zamanda. Bir kırımın 46. Yılında bile hala ve sadece bir adalet çağrısı olarak yaşaması Türkiye ve onun toplumu açısından ne kadar hüzün vericidir. Ve ne kadar utanç vericidir!
Katliam-pogromun mağdurları hala Türkiye kamuoyuna sesleniyor ve “sesimi duyan var mı?” diye soruyor. Sözünün muhatabındaki karşılığını arıyor. Daha fazla konuşmak, adalete uzanan yolu açmak, Türkiye toplumunun ruhunu arıtacak bir karşılık bulmak için çaba gösteriyor. Çağrılara devlet düzeyinde daimî inkâr biçiminde karşılık verilirken bu dosyadaki Seyit Sönmez yazısında öne çıkarıldığı üzere halk ve yeni kuşaklar düzeyinde arınmaya ve adalete açık cevaplar verilebilmektedir. Bu da göstermektedir ki kırımları yargılayacak değerler halkın sağduyusuna çok farklı yöntem ve araçlarla yerleştirilebildiği oranda Türkiye yeni ve adil bir yol bulabilecektir. Diğer yandan ise devlet alanında red ile karşılanan bu çağrının 46 yıldır sürüyor olmasının Maraş Katliamı-pogromu mağdurlarına yönelik adaletsizlikler ile Türkiye’nin bugüne kadar uzanan hukuksuzluk ve adaletsizlikleri arasında doğrudan bir bağ olduğu gerçeğini de gözler önüne seriyor.
Şu halde Maraş katliamı-pogromu gibi kitlesel kırımlara karşı mücadele etmenin bugün de devam eden toplumsal ve siyasal şiddet ile güncel düzeyde yüzleşmenin yollarını açacağını biliyoruz. Türkiye’nin bugün yaşadığı hukuksuzluk ve adaletsizliklere karşı koymanın başlıca ve önemli mevzilerinden birisi olduğunun da farkındayız.
Bu sayıya ayırdığımız Maraş Katliamı-pogromu dosyamızda farklı bir anma, hatırlama ve arınma biçiminden hareket edeceğiz. Baştan sona vahşet öyküleri ve resimleri ile artık fazlasıyla “dolmuş” bir kitleyi, bir halkı yeniden ve yeniden aynı öyküler ve resimlerle enerji boşalmalarına sürüklemek istemiyoruz. Kırımların hatırlanmasında bir denge ve olgunlaşma sürecinin yaşanması gerektiğini düşünüyoruz. Bunu Maraş katliamı-pogromunun Türkiye tarihinin gördüğü en vahşi kırım olduğu gerçeğini bilerek ve ilan ederek yapıyoruz. Çünkü Maraş gibi Türkiye tarihinin tüm kırımlarının artık sadece “dram yüklemeleri”yle anılması geleneğinin aşılması ve dünyanın diğer halklarının yaşadığı kırımlarla hesaplaşma süreçlerine taşıyarak olgunlaştırılması gerektiğini düşünüyoruz. Mağdurların sadece diğer mağdurlarla karşılaştığı geleneksel anma ve hatırlama biçimleri bizi oldukça tehlikeli bir “dram-toplayıcılığı”na taşırken yeni kuşakların ilgi ve alakasını da giderek zayıflatıyor. Artık başka anlatma ve hatırlama biçimlerini aramak ve bulmak zorunda olduğumuzu düşünüyoruz.
ÇAĞRI
Bu tespitlerden hareketle Maraş Katliamı-pogromuna odaklanan bu özel dosyayı iki çok temel çağrıyı yapmak üzere hazırladık.
Birinci nokta şudur: Türkiye tarihi suç faillerinin ve mağdurlarının hiç değişmeksizin devam ettiği bir kırımlar-pogromlar ülkesidir. Bu da bizi pogromların üç temel karakteristik özelliğine dikkat etmeye zorlamaktadır. Birinci nokta kitlesel kırım olarak pogromların rejim ve onun nitelikleri ile doğrudan ilgili olmasıdır. Bu özellik geçmişte yaşanan kırımların rejim ve onun kurumları ile hesaplaşılmaz ise gelecekte de varlığını sürdüreceğini gösterir. İkinci özellik; kırımların etnik ve inançsal hiyerarşiler tarafından yaratılmış olmasıdır. Daha açık deyişle pogromlar etnik, inançsal ve toplumsal hiyerarşinin en altına yerleştirilen Aleviler ve Kürtlere karşı bu hiyerarşinin en tepesinde bulunan çoğunluğu Türk ve sünni olan gruplar tarafından yapılmaktadır. Ve üçüncüsü ise kırımların devletten topluma uzanan çoklu faillerinin bulunmasıdır. Bu da devlet kadar toplumsal faillerin de hesap alanına çekilmesini gerektirmektedir.
Bu noktalardan hareketle iki önemli çağrıda bulunmak istiyoruz. Birincisi Dersim kırımından Maraş pogromuna, Sivas pogromundan Gazi katliamına kadar uzanan kırımların ayrı “olay”lar değil tek bir suç fiilinin birbirini tamamlayan ve hala da devam eden parçaları olarak görerek bu yöndeki araştırma ve çabaları bir araya getirecek bir ortak platform ihtiyacına işaret etmek istiyoruz. Gelecekte benzer pogromların muhtemel olduğu gerçeği de göz önüne alındığında bunun politik muhalefete nasıl aktarılacağı üzerine de düşünmek gerekiyor.
İkinci çağrımıza gelince o da; Maraş Katliamı-pogromu gibi kırımları sadece “tetikçi”lere odaklanan “Türk tipi hesaplaşma”dan kurtarıp tüm faillerine uzanan kamusal bir hesaplaşma alanına taşımaya başlamaktır. “Türk tipi hesaplaşma”, kırımları birbirine eşit düzeydeki sol-sağ, alevi-sünni çatışması gibi algılamakta, kitlesel kırımları “cemaatler arası çatışma” olarak görerek failleri daraltmakta, adaletin kamusal anlamını çökertmektedir. Bu itibarla tetikçilerden devlet kurumları ve kadrolarına, oradan da devlet düzeyindeki yöneticilere kadar uzanan gerçek ve kamusal bir hesaplaşma alanının açılması acil bir gerekliliktir.
Maraş katliamı-pogromunda kaybettiğimiz canları saygıyla anıyor anıları önünde eğiliyoruz.
Seyit Sönmez-Orhan Gazi Ertekin