Çarşamba, Kasım 19, 2025

Sevim Ünal: Hiç Kimse Gibi Değil

Date:

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 296. sayısında yayınlanmıştır.

Gün daha doğmadan, denizin tuz kokan soluğu dağların eteğindeki eski Nusayri köyünün nar ağaçlarının dallarına, uykulu taş evlerin duvarlarına sinerdi. Meryem, sessizce, sabahın ilk ışıltısıyla uyanırdı. Gökyüzü henüz maviliğini toplamamışken, gözlerini avluya, toprağa, yukarıdan bakan dağa çevirirdi. Her sabah yaptığı gibi, usulca, annesinin hamur tahtasında bıraktığı ekmekleri tandıra atar, ateşi tutuştururdu. Nusayri kadınları sesli dua etmezdi; onlar rüzgârla fısıldaşır, göz ucuyla anlaşır, kalpten kalbe akan sözsüz bir dille konuşurlardı. Annesi bir keresinde şöyle demişti: “Bizim inancımız dilden dile değil, gönülden gönüledir.” Meryem o yıllarda annesini pek anlamazdı. Şimdi, suskunluğun nasıl dile dönüştüğünü sezecek yaştaydı. Onlar için inanç, yüksek sesle okunmazdı; evlerin içindeydi, taşların gölgesindeydi, annelerin suskun gözlerinde saklıydı. Cemler gizdi, bayramlar yavaşça geçerdi bu köyde. Muharrem geldiğinde kadınlar siyaha bürünür, ama ağlamazlardı. Çünkü onların hüznü de dua gibiydi: saklı, derin, kalıcı.

Meryem, sabahları topladığı birkaç narı köyün en yaşlısı olan Hüseyin Amca’ya götürürdü. Onu babası gibi severdi. Hüseyin Amca bir zamanlar dağın ötesine gitmiş, sonra dönüp bir daha hiç ayrılmamıştı köyden. Bir keresinde şöyle demişti Meryem’e: “Ali sırdır, kızım. Ona akıl yetmez. Bizim dinimiz harflerle değil, anlamla okunur.” Meryem başını eğip gülümsemişti. Çünkü o sırra çoktan adım atmıştı.

Derken o günlerden bir gün, kasabadan bir memur gelmiş, kaşlarını çatıp elindeki kâğıtlara bakmış ve köye cami yapılacağını söylemişti. Babası bir süre sustuktan sonra, “Bizde Allah içtedir. Sesli ezana gerek yok. O sesi rüzgârdan da duyarız biz,” demişti. Memur anlamamış ve önemsememişti. Zaten anlamak için gelmemişti. Cami yapılmamış, köy yine kendi sessizliğine gömülmüştü.

Aradan yıllar geçmişti. Meryem, kendi gibi sessiz, ama içinde yangınlar taşıyan bir kadına dönüşmüştü. Adını taşıdığı Meryem Ana gibi, kimseye benzemeyen bir saflığı vardı. Evlenmemişti. Çünkü kalbinin dilini duyan biri çıkmamıştı. Ama yalnız değildi. İnancı vardı, dağ vardı, güneş, rüzgâr ve toprağın nabzı vardı — hepsi ona yoldaştı. Bir sabah, nar ağacının altında otururken, “Yol uzun, biz kısayız, ama içimizde nice sırlar var,” diye mırıldanmıştı.

Ve zaman ölüme gebeydi. Gökyüzü paslı bir kazan gibi kaynarken, Lazkiye kırsalının yamaçlarına kurulu köyde her şey birden susmuştu. Gecenin kuytusunda yankılanan ayak sesleri, çatlamış toprağa ölümün izini çiziyordu. Artık her şey mümkündü: bir evin yakılması, bir kız çocuğunun kaçırılması ya da bir annenin ortadan kaybolması… Ve en acısı, tanıdığın birinin bir gün “öteki” ilan edilmesiydi.

Meryem o sabah da erkenden uyanmıştı. Doğa aynıydı; nar ağacı, toprak, gökyüzü… Ama sanki bir şey aynı değildi. Ölümün katran karası gölgesi, elinde kan damlayan bir kılıçla evlerin arasına dalmak üzereydi. Artık buralarda tek mezhep olmalıydı ve geçerli olan da oydu. Diğerleri ölümün kapısından geçmeliydi.

Suriye yavaş yavaş düşerken, sadece şehirler değil, hayatlar da yerle bir oldu. Önce yollar kesildi, sonra ışıklar. Ardından hastaneler bombalandı. En sonunda kadınların sesi kısıldı. Çünkü onlar hem kadındı hem Alevi; iki kat görünmez, iki kat tehdit. Bir gün, devletin gönderdiği “koruyucular” geldi. Ama onlar asker değildi. Ellerinde dua değil, nefret taşıyorlardı. Dualarında cennet yoktu — sadece kanla arınacaklarına inandıkları bir dünya. Kadınlar konuşamaz hale geldi. Konuştuklarında dillerinden düşmeyen tek kelime kalmıştı: “Dayan…”

Meryem aynaya baktı. Saçları tütün gibi kokuyordu, gözleri sönük bir ay gibiydi. Ama içinde hâlâ dağın sesi, rüzgârın uğultusu, güneşin sıcaklığı vardı. Çünkü onlar, Güneş’in çocuklarıydı. Yakılsalar da, her sabah yeniden doğmaya ant içmişlerdi.

 

Paylaş

spot_img

İlginizi çekebilir

Bunlara baktınız mı?
Benzer Başlıklar

Şenay Can: Hakikat Yolunda Bir Adım Daha

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 296. sayısında yayınlanmıştır. YOL’a Çıktık...

Hakan Mertcan & Hasan Sivri: BM 11 Ağustos 2025 Raporu: Alevilere Yönelik İşlenen Savaş Suçları, İnsanlığa Karşı Suçlar

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 296. sayısında yayınlanmıştır. Geçtiğimiz günlerde,...

Doç. Dr. Cemal Salman: Biz Bize’den Evrensele Alevilik Çalışmaları

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 296. sayısında yayınlanmıştır. İkinci Yılaşırı...

Alevi Ansiklopedisi: Hafızamızı, Sesimizi, İnancımızı, Duygularımızı Geleceğe Taşıyan Dijital Köprü

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 296. sayısında yayınlanmıştır. Alevi Ansiklopedisi,...

Alevilerin Sesi dergisine abone olmak ister misiniz?