Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 292. sayısında yayınlanmıştır.
Cumhur iktidarı, önce 12.Plan’da ailenin korunması ve güçlendirilmesini öngördü; ‘’Milli ve manevi değerleri taşıyıcısı olan ailenin ger türlü zararlı eğilimden korunması, sağlıklı nesiller yetişmesi, dinamik nüfus yapısının ve kalkınmanın istikrarlı bir biçimde sürdürülmesini teminen ailenin güçlendirilmesi’’nden söz etti. Sonra, 15 Mayıs 2024’te Cumhurbaşkanı Sarayı’nda gerçekleştirilen bir açıklama ile ‘’Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı’’nı açıkladı. Daha sonra, 13 Ocak 2025’te AkP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ağzından yapılan bir açıklamayla da, 2025’i ‘’Aile Yılı’’ ilan edildi. Herhalde eski Aile Araştırma Kurumu’nun yerine gelen Aile Enstitüsü de bu gelişmelerin hemen ardından resmen kuruldu.
Yaşayarak öğrendik ve biliyoruz ki 22 yılı devirmiş bu iktidar, varlığının başından itibaren önceleri çekingen sonra zaman içinde daha daha açık şekilde ama gücü yettiği her zaman ve yerde İslami olduğunu düşündüğü muhafazakar yaklaşımı (ideolojisini), toplumsal kuralları yayarak ilerledi. Devleti yeniden yapılandırırken bildiğimiz bütün resmi kurumlarla defalarca oynamış, kurumsal devlet yapısını bilinir, izlenebilir bir varlık olmaktan neredeyse çıkarmış olan iktidar, siyaseten ‘’durağa gelince ineriz’’ dediği demokrasiden yararlandı ama demokratik gelişmeye inanmadı. İnanç ve cinsiyet başta olmak üzere her türlü ayrımdan ayrımcılık, eşitsizlikten daha öte iktidarını besleyen bir ayrıştırma-düşmanlaştırma alanı olarak değerlendirdi. Sosyal yardımları muhtaçlık odağında tuttu, geliştirici ve dönüştürücü sosyal politikalarla birleştirmek yerine yoksulluğu kendisine bağımlı kılmanın önemli bir imkanı olarak kullandı, hala da kullanıyor. Kapsayıcı-çoğulcu olmaktan yana bir siyaset yerine Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında kuvvetler ayrılığını yok eden aşırı merkeziyetçi bir tek adamcılığa vardı, yasal rejimi işlemediğini kendisinin de kabul ettiği bu sisteme(!) oturttu. Bugün artık kendisine oy veren gönüllü çoğunluğu kaybettiğini bilerek, iktidardan düşmemek için baskıyı artırmakta, çeşitlendirmekte, siyasi demokratik çözümlerine gerçekten ihtiyaç duyduğumuz sorunlar başta olmak üzere, havuçla sopayı bir arada kullanmanın envai çeşit yollarını denemekte, günden güne sertleşmekte.
İktidarın muhafazakar Sünni yaklaşımının yansıdığı en önemli yasal alan Anayasa, Medeni Kanun ve Ceza Kanunu’ndaki kazanımlarımızı tırpanlama çabalarında vücut buluyor. Ne yazık ki kısa vadede ekonomideki ‘’enflasyonun nedeni faizdir’’ bilim dışılığı kadar açık, görünür bir bedel yaratmadığı, hatta bedeli bilgisizlik nedeniyle fark edilmeyebildiği için, bu alandaki ısrarlı tutum ancak kadın hareketinin çabalarıyla gündemde tutuluyor, her girişim müthiş bir emekle, Meclis’teki muhalefetin çoğunluğunun desteğiyle ‘’şimdilik’’ durdurulmuş oluyor. İktidar bu çatışmaları, her zaman medyanın yüzde 90’dan fazlası demek olan kendi medyası üzerinden kristalize ederek saflar oluşturma ve safları birbirinden uzaklaştırma aracı olarak kullanmaya devam ediyor. İstanbul Sözleşmesi’nden yasal taraf olma sürecini hiçe sayarak, bugün tek başına yürütmeyi yani hükümeti oluşturan Cumhurbaşkanının imzasıyla yani tek imzayla çıkıvermekle başlayan süreç, 6284 sayılı Kanun’da değişiklik yapma ihtiyacı söylemleriyle yürütülmekte olan örtük kadına yönelik şiddeti daha da normalleştirme çabaları, Anayasa’nın 41.maddesine ‘’bir erkek ve kadın’’dan ifadesini sokarak evlilikte kadın sayısının birden çok olmasına yorum yoluyla cevaz oluşturmaya kalkışmak gibi büyük meseleleri bu kapsamda sayabiliriz.
Aileyi güçlendirme adı altında yürütülen bu girişimler ne yazık ki Uluslararası Sözleşmelerle ve Anayasayla başlayıp orda bitmiyor. 2016 TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Boşanma Raporu, iktidarın öngördüğü ailenin önceliklerini fıtrat esasına dayanan bir iş bölüşümüyle ve eşitliğe değil erkeğin egemenliğine dayanan bir yapıyla oluşturmaktaydı. Raporda kadının insan hakları çerçevesinde Anayasa’da 10 ve 41.maddelerde , Medeni Kanun’un Aile Kitabında, Ceza Kanunu’nda ve çeşitli alt mevzuatta sağlanan ilerlemeler adeta aile karşıtı gelişmeler olarak nitelendirilerek değişmesi gereken mevzuattan sayılmaktaydı.
Bu yaklaşımla hedefe konan haklardan bir kaçını örnek verelim: Evlenme yaşını düşürmeye çalışmak, yasal olmayan erken yaşta evlilik adı altındaki beraberlikleri yasallaştırmaya çalışmak, boşanmayı tek taraflı olarak erkek lehine kolaylaştırılmak, yoksulluk nafakasını süreli hale getirerek, çocuk cinsel taciz ve istismarında faili hadım etmek dahil insan haklarına aykırı cezalar getirerek uygulamadığı mevcut cezaları yetersizlikle suçlamak, cezalardaki yersiz-haksız indirimleri sonuna kadar uygulamaya çalışmayı teşvik eden açıklamalar yapmak, infaz kanunuyla oynayarak cezaları uygulamamak, çocuklarla ilgili haklar açısından şiddet uygulayan hatta cinsel tacizle suçlanan babalardan yana açıklamaları Meclis nezdinde bile itibarlı kılan Komisyon’da kabuller gerçekleştirmek, soyadı gibi Anayasa Mahkemesi’nce eşitliğe aykırılıktan kaldırılan hükümleri tekrar tekrar gündeme getirip yasaya koymak istemek, kürtaj hakkını devlet hastanelerinde kullanılabilir olmaktan çıkarıp kadınları merdiven altı sağlıksız yerlere iten fiili uygulamalar yaratmak, kadınların kişisel verilerini aileleriyle /mesela babalarıyla) izinsiz paylaşan uygulamalar yaratmak, vb. Daha özet bir ifadeyle, yargı reformu paketleri olarak Meclis’e sunulan her torba kanun teklif ve taslağında kadınların kazanılmış haklarından en az biriyle oynamak, oynamak, oynamak…
Aile yılı, ilgili vizyon belgesi ve eylem planı da, böyle işleyen kafası ve attığı her adımla kadınların, LGBTİ+ların, kız çocukların hayat alanını daraltan iktidarın, tamamen ideolojik bir tercihle aileyi ‘’kutsal/mukaddes’’, ‘’ikamesi/alternatifi olmayan kurum’’ hatta ‘’vatan’’ ilan etmesi demek olmuş. Bu tutum elbette masum olmaktan uzaktır: Böylece Belge ve Plan’daki anlatılarda yer verilen gerekçeler bile kutsallaştırmanın dokunulmazlık zırhına bürünerek eleştirilebilir olmaktan çıkarılmaya çalışılmaktadır.
Mesela, hepimize katı muhafazakar, kadın ve erkeğin İslami biyolojik cinsiyete dayalı fıtrat kodlarına uygun rollerle buluşturan, tektipleşmiş bir kadın, bir erkek ve bir aile modeli dayatılmaktadır. Bu aile modelinin dışında kalan her türlü birlikteliği ve insanı uzak durulması gereken varlıklar olarak damgalanmış, zararlı eğilimler, insan fıtratına aykırı sapkın ideolojiler olarak düşmanlaştırılmış ve mücadele edilmesi gerekenler karşı tarafına gönderilivermiştir. Tek kişilik haneler hiç kabul edilmemiş, çekirdek aileler bile yeterince aile sayılmamıştır. Böylece giderek yaşlanan nüfusun bakımının devletin sorumluluğunda olmaktan çıkarılmaktadır. ‘’Kreş açan huzurevi biçer’’ ifadesinde kendini somutlayan bu yaklaşımla bütün diğer bakım yüklerinde örneğin çocuk, engelli, hasta vb. bakımında olduğu gibi yaşlı bakımı da aileye, hatta onun içinde tanımlanan fıtratında zaten bakım olan kadına yüklenmektedir. Evde bakım desteğini artırma hedefli faaliyet ve hizmetlere yer verip eşitlik yönünde dönüştürücü bakımın adını anmayan Vizyon Belgesi ve Eylem Planı’nın kutsal ailesi, ev kadınlarının isteğe bağlı sigortalarını kısmen devlet tarafından ödemeyi öngörerek, ev-içi kadın emeğini değersizleştirmeye devam etmektedir. Bu Vizyon Belgesi ve Eylem Planı aile esasına oturtulmuş sosyal yardım ve destekleri sürdürmekte, bireyi, örneğin cinsel yönelimi/kimliği nedeniyle ‘’kutsal aile’’(!)nin dışında kalan insanları dışarda bırakmakta, yok saymaktadır. İlk evlenme yaşını düşürmek için özel sosyal yardımlar öngören iktidar, herhalde kıydığı nikah sayısını, açtığı aile ve dini rehberlik bürosu ve bu bürolarda verdiği danışmanlık sayısını, Kur’an kursları vaazları ve Cuma hutbelerinde yer verdiği kutsal aile mesajlarını ve boşanmaları azaltmak(!) adı altında sistemleştirmeyi hedeflediği aile arabuluculuğu sistemini başarı göstergelerinden sayacaktır.
Aileyi aile içindeki herkesi eşitlikten uzak bir şekilde erkek aile reisinin kontrolü altına alacak aile modeliyle iktidar, aynı zamanda, elinde tutması gereken kitle mevcudunu üçte birine falan düşürmeye, kadınların, aile içindeki genç ve ileri yaşlı oylarının kontrolünü erkeklere havale ederek erkekler lehine yaptıklarının karşılığını da almaya çalışmakta.
İlgili Bakanlığın adından bile kadını silen bir iktidarın Aile Yılı’nda reklamını yapmaya çalıştığı bu aileyi seviyor, istiyor muyuz? Yoksa, nerde olursak olalım haklarımızı korumak ve geliştirmek mücadelesine devam edecek miyiz? Bizim için soru bu.
Cevap da, “En güvenli alan mücadele!”
S. Nazik IŞIK
Eşit Yaşam Derneği