Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 294. sayısında yayınlanmıştır.
Dersim tertelesinin, inançsal/etnik topluluğu fiziken tasfiye etme girişiminin ötesinde, Alevilerin dünyasında yarattığı tahribata dair bugün de ‘temkinli’ izahatlar dinlemek ilginçtir. Hem o günlerde hem de sonrasında tertele üzerine konuşmanın yasaklanmış olması, arka planda yer alan tasfiyeci zihniyeti-politikayı anlamayı çok zorlaştırmıştır. Ama bugün daha farklı bir noktadayız ve tertelede Alevi kimliğin tasfiye edilmesi hedefinin izlerini görebiliyoruz. Bunun için tertelenin ardından Dersim’e dair devlet yazını dikkat çekici kaynaklardan birisidir. Bu yazında Alevi inanç geleneğini tasfiye etme hedefi, yani devletin ‘Alevi sorunu’ açık bir biçimde yer almaktadır. Bu yazıda bunun birkaç örneğine yer vereceğim.
Terteleyi takip eden aylarda ve yıllarda devletin belgelerine yayılmış olarak kırımdan-sürgünden arkalan Dersimli Alevilerin hala gizli biçimde ‘batıl’ inançlarını devam ettirdiklerine vurgu yapılmakta ve bu durum bir tehlike olarak değerlendirilmektedir. Pek çok belgede “yılların ihmalinden mistik bir terbiyenin ve telakkinin tesirinde kalan bu halk yığınlarının, batıl ve gülünç inanışlardan kurtuluşu”nun önemine işaret edilmektedir. Aynı şekilde bu “batıl” inancın tasfiyesinin, kırımdan sonra da “büyük bir görev” olarak açık şekilde vurgulandığı görülmektedir.
Diğer yandan bu tasfiyeci hedef ve arzu, Alevi inanç geleneğinin ölçüsüz bir şekilde aşağılanmasına da yol açmıştır. Bir kamu görevlisi, ‘Aleviler abdest almaz namaz kılmaz. O kadar yıkanmazlar ki hakikatten ölülerini yıkadıklarını zannetmiyorum’ diye rapor yazabilmiştir. Bir başka raporda memnuniyet ifadesi olarak “Baba Mansur ve Düzgün Baba senenin muayyen zamanında dileklerin kabulü için kurban kesmek sureti ile niyazda bulunma adetlerinin yavaş yavaş söndüğü” yazılmıştır.
Ocak mensuplarının ihbar edilmesi
Belgelerde 38’den sonra Dersim’de bazı kamu görevlilerinin, Alevi inanç geleneğini sıkı biçimde takip edip rapor ettiklerini göstermektedir. Böyle ihbarcı pratiklerin bir örneği Pertek’te yaşanmış görünmektedir. Ulupınar Başöğretmeni Salim Gençosman Kaymakamlığa yazdığı dilekçesinde “Rumkiğ, Erindek ve Ulupınar köylerinde milli mefkureyi baltalayan seyitlerden; Kahraman Erol, Güzel Erdoğan, Albaba Şahin, Çelebi İlbay ve Ulupınar Köy Katibi Hasan Aydın’ı, hala Seyitlik yapıyorlar” diye ihbar etmiştir. Gençosman’ın dilekçesinin geri kalan kısmı dönemin tipik politikasının bir metni gibidir:
“Malumualiniz Dere nahiyesi halkı başlıca dört kısma ayrılır: Piranlı, Süleymanlı, Keşkehoranlı bir de bunlara Reisi Ruhanilik eden Halifan seyitleridir. İşte bu seyitler öteden beri bütün hadiseleri ihdas eder ve icrai kuvvetleri olan halka da icra ettirirler. 1938 askeri harekatı bu icrai kuvvetin silahını elinden aldı. Gerek halkın gerekse seyitlerden zarar gördüğü kimseleri imha ve tebit suretile idari ve siyasi vaziyeti normal bir şekle koydu. Evet bu çok doğru idi. O zamandan beri maddi fenalıklar gittikçe azalmaktadır. “Cami yıkılır mihrap yerinde kalır” derler. Hükümet seyitlerden zararlı gördüklerini o zaman kaldırdı ve zararsız telakki ettikleri seyitler de geri kaldı. İşte bu geri kalan kısım evvelce sahibi nüfuz seyitlerin yanında dumura uğramış ve faaliyetten mahrum birer heykel gibi iken, onların gaybubetinden istifade ederek bu yeni zümre filizlenmeye yavaş yavaş dal budak salmaya başladılar. Bir taraftan 1938 harekâtının verdiği acı neticeler, bir taraftan da eskiden beri mezhep ihtilafi yüzünden Türklüğe karşı olan kin ve garezleri, diğer taraftan da bu cahil halka başlıca vazife ittihaz ettikleri menfi telkinler karşılığı şahsi menfaatleri uğruna ücret hırsile ulusal varlık ve birliğimizi felce uğratmak için gizli olarak çalışmaktadırlar. Hülasa; zehirli hançer yarasından daha korkunç bu kuvvetin ana hatlarını arzedeyim derken başınızı ağrıttığım için af diler ve derin saygılarımı sunarım”.
Belgelere göre bazen bu tür ihbarlarla doğrudan milletvekilleri ilgileniyordu. Mesela Tunceli Milletvekili Necmeddin Sahir Sılan’ın 1945’de yazdığı bir rapora göre Pah Bucağından Ali Yıldırım, Mazgirt’ten Seyit Ali Koç’u “dini ayin yapıyor” diye ihbar etmiş ve “bu vak’a üzerine” milletvekili, şikayet edilen Ali Koç’la görüşmüştür. Sılan, bu görüşmeden sonra raporunda “Ali Koç’un kuşkulanacak bir hareket yapmadığı gibi, yapamayacağı kanaatinde” olduğunu yazmıştı. Ama yine de raporunu şöyle bitirmişti: “Tunceli halkının eski ve batıl itikatlardan kurtarılması için bu çevrede aydınlatıcı ve ilerletici hamle ve teşebbüslere ara verilmemelidir”.
Jandarmanın ‘Seyitlerle’ Derdi
1938’in ardından sadece tek tek kamu görevlileri değil, doğrudan devlet kurumları da Aleviliğe dair dikkat çekici dışlayıcı/tasfiyeci çalışmalar yapmışlardı. Onlardan birisi Jandarma Genel komutanlığı idi ve terteleden bir yıl sonra, 1939’da “Dersim Destanı” adıyla bir broşür yayınlamıştı. Belli ki Dersim’e müdahalenin en büyük askeri gücü, terteleyi yeterli bulmamış ve devamını getirmek istemiş; bunu da Dersim’in üç aşık’ı tarafından yazıldığı iddia edilen ‘destanlar’ üzerinden yapmıştı. Dağbek Köyünden Ali Çavuş, Beşpınar’lı Aşık Durmuş ve Mazgirt’li Aşık Hasan’ın bu ‘destanlarında’ Alevi seyitlerine ağır bir kin ve nefret dile gelmişti. Mesela;
Günlerce üfürdü geçmedi sıtmam / Bir iki hap aldım kesildi tamam / Dedim aptal mıyım nasıl anlamam / Ben veli sanmışım meğer şeytanı / Adı Cumhuriyet, kendisi Hızır / Onsuz ağa seyit hınzır mı hınzır / Gayrı Sakaryadan farksızdır Munzur / Geldi Dersimlinin huzur devranı ( Dağbek’li Ali Çavuş)
“Sanki illet gibi kemirmiş bizi / Bükmüş belimizi devirmiş bizi / Soymuş da soğana çevirmiş bizi / Zalim ağa Seyyit denen adamlar / Kandırdı vara yoğa sattı vicdanımızı / Zor kurtardık elinden şu tatlı canımızı / Seyyit fesada verdi bizim imanımızı / Getirdi başımıza devlet izanımızı ( Beşpınarlı Aşık Durmuş)
Seyit Dede tanımam / Benziyorlar şeytana / Sözlerine inanmam / Çıktı foya meydana /Süpürgeden bir sakal / Karmakarışık yüzleri / Seslerinde var çakal / Korkunç bakar gözleri / Hamdolsun ki hükümet / Verdi tamam dersini / Ne seyit var ne gubat / Sepetledi hepsini (Mazgirtli Aşık Hasan).
Kalanları Görünmez Kılmak
Dersim ve çevresinde sistemin Alevilere dair tasfiyeci politikalarının tipik bir örneği de terteleden sonra, çok partili hayata geçildiğinde yansımıştı. Üstelik iktidarda artık CHP değil, DP vardı ve görünüşe göre DP, önceki iktidarın kıyıcı politikalarına karşı bir muhalif dil geliştirmişti. Ama yine de sistemin Alevilik karşıtı politikasının pek değişmediği görülüyordu. Bu geleneksel politika gereği Alevilerin görünmez alanda bırakılmaları gerekiyordu. Ne var ki buna aykırı durumlar ortaya çıkmıştı.
20 Ağustos 1952 tarihli bir rapora göre Aleviler, DP Erzincan Merkez ilçe kongresi yönetiminde çoğunluk sağlamışlardı. Bunun yarattığı gerilim o kadar yüksekti ki parti merkez yönetimini de etkilemişti. Bu durumda yönetime gelen Alevilerin partiden tasfiyesi için çalışma da yapılmış ve bir kısım partili “Alevi hüviyetine sahip kişilerin şu veya bu sebeple partiden ihracına matuf herhangi bir hareketten bugünün şartları içinde içtinap edilmesi” gerektiğine işaret etmişlerdi. Hatta Alevileri dışarıda tutma politikası, CHP’den ayrılıp Demokrat Partiye katılmak isteyen Alevi bireylere partinin kapılarının kapalı tutulmasına da yol açmıştı. Milletvekili Necmeddin Sahir Sılan tam olarak böyle yazmıştı.
Sonuç olarak, 38 Dersim tertelesine yol açan temel siyasal amaçların başında Alevi kimliğinin tasfiyesi geliyordu ve buna yönelik politika ve pratikler, terteleden hemen sonra ilgili devlet kurumları tarafından titizlikle takip edilmişti. Bu geleneksel politika CHP’den sonra, DP iktidarı tarafından da aynen benimsenmiş görünüyordu.