Pazar, Mart 23, 2025

Prof. Dr. Nazire Akbulut: Canlı ve Taze Kadınlar

Date:

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 292. sayısında yayınlanmıştır.

Bir edebiyatçıya en güzel hediyenin kitap olduğunu bilen genç bir kadın, Ekim 2024’de Yaşını Gösteren Kadınlar. Yaşlanmanın Feminist Deneyimi adlı bir eserle geldi. Hülya Üstün ve beş feminist kadın bu eseri yayına hazırlamışlar. Yıllar içinde birlikte feminist mücadele içinde yer alan ve kırk yaşı üstü dostlarına, yaşlanma ile ilgili gözlemlerini ve kişisel deneyimlerini bir ‘mektup’ samimiyeti çerçevesinde paylaşma çağrısında bulunmuşlar. Kendileri ve böyle bir davete olumlu yanıt veren yirmi yedi kadın ile birlikte toplamda otuz üç paylaşımın yer aldığı Yaşını Gösteren Kadınlar’ı okurken ortak noktalarımız kadar, üzerinde düşünmediğim pek çok konunun da olduğunu fark ettim.

Yaşını Gösteren Kadınlar adlı eser bana, kendi gözlemlerimi ve deneyimlerimi çağrıştırdı. Altmış yaşın ortalarındayım ama kendimi hiçbir gün ‘yaşlı’ hissetmedim. Oğlumun sorusu üzerine kendimce yaşlılığın tanımını daha kırklı yaşlarda yaptım: Bedenin ruha ayak uydurmadığını zihnin kabullendiği an, insan yaşlıdır.

Hayatımda Anıları Taze, Ak Saçlı Kadınlar

‘Taze’ kavramı Erzurumlu yaşlı bir kadının balıkçı ile diyaloğunu içeren fıkrayı anımsattı: Erzurumlu teyze pazara gitmiş. Balıkçı tezgâhının önünden geçerken, balıkçının “Canlı balık, canlı balık” diye bağırdığını duyar ve döner balıkçıya “Oğlum, balığhlar teze?”, diye sorar. Balıkçı sinirlenir. “Teyze, canlı balık diyorum. Duymuyor musun?” Teyze tüm sakinliği ile: “Oğlum, bağh ben de canlıyam ama teze değilem” der.

Anıları taze, ileri yaşlarına rağmen kendileri de ‘teze’ birçok kadından bahsedebilirim. Yaş aldıkça, söz konusu ‘ak saçlıların’ o kadar da yaşlı olmadığını fark ediyorum; en azında o çocuksu ruhun hep korunduğunu anlıyorum. Gençlik yıllarımda ‘ak saçlılara’ karşı biraz mesafeliydim; kına saçlı anneannem Güneş ve boynundaki kocaman guatr nodülünü tülbendinin altında kamufle eden halam Firdevs istisnaydı. Ruhları şad olsun, ileri yaşlarına rağmen çok çalışkan kadınlardı. Bir gün olsun yorgunluktan şikâyet etmemişlerdir. Anneannem, yaşamının ilk yarısında çok iyi koşullara sahipken diğer yarısını sıkıntılı geçirdi. Ancak yaşadıkları, yaşam sevincine gölge düşürmedi. Düğünlerde, Erzurum oyun havalarında baş barını çekerken mutlu sallanışı ile dün gibi gözümün önünde. Vefatından on gün öncesine kadar hem kendi hem birlikte yaşadığı evlatlarının işini tüm enerji ile üstlendi.

Aynı hamaratlığı ve güler yüzlülüğü on kardeşin en büyüğü pamuk saçlı halam Firdevs’te de gözlemledim. Çocukluk anılarımdaki halam, mutfak işlevi de gören ‘ev damında’ yayık yayışı ile oldukça canlı. Yedi kız çocuğu annesi olarak ev içi işe çok vakit ayırmasına gerek kalmazdı, ama toprağa yeniden can katardı. Firdevs halamın Kümbeller’deki yaşamında yeşerttiği bostanını, çocukluk yıllarıma denk gelmesi nedeniyle anımsamasam da annemden çokça dinledim. Yetmişli yaşlarında Mersin’e taşındığında, bahçesinde limon ağaçlarına Kybele’den el almış kadar bereket kattığına ise şahsen tanığım. Güleç yüzü, misafirperverliği, kimsenin kırılmadığı “ula ula sen eşşeksin” gibi konuşması, at sırtında düğünlere ‘yenge’ olarak katılması ve kasabaya inenlere sipariş vermesi en karizmatik yönleri olarak dillerde.

Paylaştığım iki kadının yaşamında, kadınların üstlendikleri toplumsal cinsiyet rollerini doğal kabul ettiğim anlaşılmasın. Kendilerini, yaşlarına indirgenen davranışlara hapsetmedikleri için anılarımda yaşıyorlar.

Ben belli bir yaşa gelince, aramızda on dokuz yaş fark olan annem ‘yaşlı’ kategorisine kaydı. Ruhu genç annem, o yetenekli elleri istediği beceriyi ortaya koyamayınca çok üzüldü, ‘yaşlılığı’ kabullenmekte zorlandı. Bizler formda kalmak için egzersiz yapınca bize katılırdı. Kafamızdaki klişelerle, olgun yaştaki kadının yaptığı hareketlerden ötürü kendisine takılırdık. Bazen üzülür yaptığı hareketleri yarıda bırakırdı, bazen de tınmaz egzersizine devam ederdi. Yaşıtlarından çok daha dinç olan annemin, yaşının bedende yarattığı değişiklikleri kabul etmemesinin nedeni, toplumsal algıda gençliğe övgünün öne çıkarılmasıdır. Gençliği yüceltmenin bir olumlu yönü varsa o da, insanların yaş aldıkça kendini salmalarına engel oluşturmasıdır. Yetmişli yaşlarındaki annemin, gençlerle diyaloğu önemsemesi, sosyal medyayı kullanması ve cep telefonuna hâkim olma gayreti, seyahat arzusu; bu direncin birer göstergeleriydi. Yaş aldıkça roller değişiyor ve annelerimize benzemeye başlıyoruz.

Yaşını Gösteren Kadınlar adlı eserde bir kadın arkadaşımız, yaş aldıkça cinsiyetsiz sayıldığımız için insanlarla daha rahat konuştuğumuzu ifade ediyor. Bence kadınlar, kendilerini kuşatan saydam kafesten[1] çıkmak için kendilerine yakıştırılan ‘cinselliği kalmamış’ olumsuz bakış açısını, sosyalleşmede olumlu kullanıyorlar.

Toplumdaki ‘Teyze’ Olmayı Reddediyorum

Benim kendimde doğal bulduğum ‘hareketliliği’, toplum ‘tezcanlı’ diye niteler. Yorgunluk nedir – abartarak söylemek gerekirse – hiç bilmedim. Yaşıma göre yüklendiğim her roldeki koşuşturmayı doğal buldum ve olabildiğince hakkıyla yerine getirdim.

Kırklı yaşların ortalarında Adana’da bir AVM’de, iki üniversiteli genç kadın bana, “Teyze! Bu kumaş, pantolon için uygun mu?”, diye sorunca o kadar sinirlendim ki, “Bilmiyorum” deyip destek vermedim. Eve geldiğimde, teyze hitabının yarattığı sinirle, olayı çocuklarıma anlattığımda, ikisi de çok şaşırdı. Çocuklar; otuzlu yaşlarda değil de yirmili yaşlarda evlenmiş olsaydım, kendilerinin de o genç kadınlarla yaşıt olacaklarına dikkat çektiler. Çok şaşırmıştım. Farklı bir bakış açısıydı. Ben kendimi genç hissedebilirdim, ama sonuçta bir ‘anne’ idim ve çocuklarımın gözünde yaş olarak hep daha ‘büyük’ veya ‘yaşlıydım’.

Bence, ‘teyze’ hitabına bu kadar öfkelenmemde, iki olgunun etkisi büyüktü: Birincisi, üniversitede öğretim üyesi olarak ‘hocam’ hitabına endekslenmem. Bu hitap, akademik bir saygıyı ifade etse de yaş olgusunu kapsamıyor. İkincisi, Alman kültüründe yetişmekten gelen bir hitap alışkanlığı. Alman kültüründe bir kadına seslenirken ‘teyze’ veya ‘yenge’ değil, samimiyetiniz ve yaşınıza göre adı veya soyadı ile seslenirsiniz.

Türkiye’de hitap konusu en hassas olduğum noktalardan sayılır. Özellikle her yaşta kadına yönelik hitapta oldukça duyarlıyım. Yöneticiler çalışanlarına, müşteriler hizmet sektöründeki kişiye, sokakta genç kadınlara – kadının yetişkinliğini çocuk yaşa indirgercesine – “kızım” diye hitap etmekte hiçbir sakınca görmüyorlar. Aynı sosyal ilişki içinde genç erkeğe, “oğlum” denilmiyor. Benzer şekilde kadın veya erkeğe ‘anne’, ‘amca, dayı’ gibi hitaplar aşırı bir psikolojik baskıdır. Onore etmekten çok, ‘sen artık bu yaştasın, ona göre davran’ telkinidir. Sinema sektöründe de otuzlu yaşlardaki kadınları çocuklarıyla kurduğu dünyaya hapsederken, kırklı yaşlardaki kadınları çoktan torun sahibi resmediyorlar. Son yılların kazandırdığı eleştirel ruh hali senaristleri, yönetmenleri ve yapımcıları yeni bakış açılarına zorlasa da toplumsal yaşamdaki tablo aynı. Yaş alan erkekler alanında otorite kabul edilip öne çıkarılırken kadınlar daha da çok eve ve bulunduğu yaşın varsayımsal ‘sınırlarına’ hapsediliyorlar. Özellikle emeklilikle birlikte kadınların bir köşeye çekilip artık bir şeyle ilgilenmemesi beklentisi başlıyor; bu kadının özgüvenini kırıp psikolojisini bozabiliyor.

Kadınlar bu tür dış betimlemeler karşısında bunları içselleştirip kendilerini bu kalıplar doğrultusunda şekillendirebiliyorlar. Yaşamım boyunca kalıplaşmış beklentiler doğrultusunda değil, yaşam tarzıma uygun seçimlerde bulundum.

Olgun Yaşta Yalnızlık

Yaş aldıkça iletişim kurmak cinsiyet sınırlarını tanımasa da bu defa da yaş hiyerarşisi bariyer kuruyor. Büyük aile yaşamından çekirdek aileye ve günümüzde de bireysel yaşama inmiş hayat biçimlerinde – ev seçiminin üç oda bir salondan stüdyo evlere yerini bırakması – gençlerle yaş almış insanlar arasındaki diyalog da kopma boyutunda.

Bir başka yalnızlaşma, yanlış yönetilen pandemi sürecinde yaşandı. Çok az çift, ev içi hobiler keşfedip süreci olumlu şekillendirdi. Birlikte yalnızlığın üstesinden geleceğini düşündüğümüz birçok çift fiziksel ve psikolojik çöküntülerini hayat arkadaşlarına yansıtmaya başladı.

Yaşlılıkta aile ve arkadaşlık bağları çok önemli; ancak bizim gibi sürekli göç yaşayan çiftler son yerleştikleri kentte yalnız kalma gerçeği ile karşı karşıyadırlar. Bir de geleneksel ebeveyn bakımına bakmak gerek. Ülkemizde ekonomik koşullar, yaş almış insanların bakımını ailelere bırakıyor. Kesinlikle antinatalist (doğum karşıtı) olmadım. Çok isteyerek dünyaya getirdiğim evlatlarımla ideal bir ilişkimiz var. Yine de bize bağımlı kalmalarını istemeyiz, zaten hiç o anlayışla da yetiştirmedik.

Yaş almanın getirdiği bedensel sorunlar, toplumda karşı karşıya kalınan sorunlar ve yalnızlık hakkında daha pek çok gözlem dile getirilebilir. Kadınlar kendilerini canlı ve taze hissetse de yaşlılık (ageism) ve yaş ayrımcılığı (age discrimination) birer gerçek; bu ayrımcılığın öznesi olmak ise kötü.

Yazıya bir fıkra ile başladım, sosyal medyada gezinen bir görüntünün betimlemesiyle bitirmek isterim: Mekân, Madrid. Genç bir çift sokakta dans ediyor. İzleyiciler arasında bir de yaşını ve bedensel kırılganlığını öne çıkarmaya çalışan kadın var. Erkek dansçı, dansları bitince yaş almış kadını davet ediyor. Kadın vücut diliyle, bastonuna ve bel ağrısına işaret ederken aksayarak adama yönelmeye de devam ediyor. Erkek dansçı ile elleri dans tutuşuna başlar başlamaz baston ve şapkayı atıyor, müthiş bir dans performansı ortaya koyuyor. Profesyonel dans figürleri kadar seyirci tepkileri görmeye değer. Klişeleri kırdığı için de seyircilerden korkunç alkış alıyor. Benim o denli dans performansım yok, ama onu çağrıştıran azmim var.

Kaynak

Yaşını Gösteren Kadınlar. Yaşlanmanın Feminist Deneyimi, Hazırlayanlar Hülya Üstün, Hatice Erbay, vd., Ankara: dipnot yayınları, 2024.

[1] Bilindiği gibi, meslek hayatta kadınların veya azınlıkların kariyer basamaklarında karşılaştığı engel cam tavan olarak betimleniyor. Aynı gruplar toplumsal yaşamda, geleneklerin yazılı olmayan kuralları ve klişeleri ile camdan bir fanusa hapisler.

hapisler.nazakbulut@hotmail.com
nazireakbulut.com

Paylaş

spot_img

İlginizi çekebilir

Bunlara baktınız mı?
Benzer Başlıklar

Yaşar Seyman: Kadın Mücadelesi Yaşam Mücadelesidir!

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 292. sayısında yayınlanmıştır. “Eğer tahtta...

Emel Sungur Uzman: Kadınlar Güçlüdürm Hele Çocukları ve İnandıkları Dava Söz Konusu Olursa

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 292. sayısında yayınlanmıştır. Kaktüsler Susuz...

Ayten Kaya Görgün: Babasına Şaşırıyormuş!

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 292. sayısında yayınlanmıştır. Üstünde hiç...

S. Nazik Işık: Aile Yılı’nın Defterinde Yazanlar Kadınlara Ne diyor?

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 292. sayısında yayınlanmıştır. Cumhur iktidarı,...

Alevilerin Sesi dergisine abone olmak ister misiniz?