Pazartesi, Şubat 10, 2025

Prof. Dr. Kemal İnal: Diyelim Almanya’da Bir Alevisiniz!

Date:

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 288. sayısında yayınlanmıştır.

Almanya’da verilen Alevilik dersleri üzerine bir eğitimci yorumu

Adınız da Haydar olsun. 8 yaşındaki kızınız Yıldız bir gün okuldan dönünce size korkulu gözlerle “Baba başörtüm yok. Ben cehenneme mi gideceğim?” diye sorsun? Cevabınız ne olur, ne hissederdiniz? Bilemem ama böyle bir olay oldu, Hamburg’da, bundan 35-40 yıl kadar önce. Böylesi örneklere Türkiye’de çok alışığız ama Almanya’da olunca insan şaşırıyor. Kuşkusuz din bilgisi öğretmeni olup ilahi alanın bilgi ve değerlerini kutsal haleye büründürüp barış, kardeşlik ve uzlaşma yönünde anlatan öğretmenler de epey var ama Avrupa’da Aleviler, kendi kimliklerini koruyamasın ve genç kuşaklara aktaramasın diye Türkiye Cumhuriyeti konsoloslukları, DİTİB ve tarikat-cemaatler epey çaba harcadılar yakın geçmişte. Bunu bilhassa Alevi inancının Alman okullarında müstakil bir ders olarak okutulmaması için yaptılar. İddialarına göre Alevilik İslam içi bir inanç olduğu için bir başka kültürel veya sosyal şemsiye altında tarikat veya mezhep olarak görülemezdi; o yüzden Aleviler, Sünni İslam içinde temsil edilmeliydiler. Aleviler ise, öncelikle bir İslami kültürel din biçimi olarak Aleviliğin barışçıl ve demokratik felsefesinin her türlü dogmatizmi, şiddeti ve ayrımcılığı reddettiği için bir başka dine, daha doğrusu mezhebe (Sünniliğe) asimile edilemeyeceğini ileri sürdüler. Öte yandan Alevi bilgi, kavram ve değerlerinin modern koşullarla ve çağdaş değerlerle derin bir çatışma, çelişki ve zıtlık içinde olmadığını söyleyip laik-demokratik ve sosyal bir devlet/toplum biçimi içinde yaşamanın asıl hedefleri olduğunu belirttiler. Peki, olay nedir? Meselenin kökü nerede?

***

Almanya başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesine çeşitli sıfatlarla (işçi, göçmen, sığınmacı, mülteci, turist vb.) gelen Alevilerde zamanla “kimliğini kaybetme” endişesi belirdi. Farklı bir toplum, değişik dinler, modern koşullar, göçmenlik durumu ve artan küreselleşme koşullarında çocuklarının Alevi inancını öğrenmelerini isteyen birinci kuşak ebeveynin önünde tek çare vardı: Alman okullarında bağımsız bir Alevilik dersinin okutulması. Zira Alevi kültür merkezleri, evde verilen eğitim, Türkçe anadili dersi, medyadan alınan bilgiler ve Türkiye ziyaretleri, Aleviliğin hem sistematik biçimde öğrenilmesini sağlayamıyor hem de Alevi kültürünün nesiller arasında doğru aktarımını gerçekleştiremiyordu. Alevi çocuklar, inançlarını ancak okullarda kapsamlı eğitim, doğru pedagoji ve yeterli uzmanından (Almanya’da yetişen öğretmenden) öğrenebilirlerdi. Bu amaçla Aleviler, bilhassa Sivas kırımından sonra, “saklı kimlik” felsefesini terk edip “kamusal ifşa”yla kendilerini çeşitli biçimlerde ortaya koymaya başladılar. Avrupa’da bu, öncelikle Alevi örgütlenmesinin “resmi inanç kurumu” olarak Alman eyalet yönetimleri tarafından tanınmasıyla, ardından bu kurumun okullarda organize edeceği Alevilik derslerinin kabul edilmesiyle ete-kemiğe bürünmeye başladı. Bu süreçte Alevilerin iki temel derdi vardı: 1) “Kimlik iddiası” (Alevilik), 2) “demokrasi mücadelesi” (siyaset). Kimlik, ancak örgütlenip siyasal alanda demokrasi mücadelesiyle korunabilirdi. Bunun böyle olması gerekiyordu zira, iddialara göre Almanya’da farklı etnik kökenlerden (Türk, Kürt, Arap, Arnavut) olan Alevi sayısı 700 bini bulmuştu ki bu sayı, Almanya’daki Türkiye kökenli göçmenlerin yaklaşık % 30’unu oluşturuyordu. Dolaysıyla Alevilik dersi talebinin ardında bir de genç nüfusu ilgilendiren bir demografik olgu/talep vardı. Alman okullarında Türkiye (MEB) kökenli öğretmenlerin verdikleri anadili (Türkçe) derslerinde din de öğretiliyordu ama sadece Sünni İslam’dı bu ve bu ders Alevilerde zamanla ciddi bir asimilasyon korkusuna neden olmuştu. Haydar’ın kızının yaşadığı şok tam da bu korkunun temelsiz olmadığını göstermişti.

***

Aleviler, Almanya’nın görece demokratik yapı, kültür ve anayasasının sağladığı imkanlardan faydalanıp kısa sürede pek çok dernek ve bir üstyapı (AABF-Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu) kurdular. Bu üst birlik veya şemsiye örgüt de epey bir mücadeleden sonra Alman okullarında Almanca dilinde okutulacak müstakil bir din dersi (Alevilik dersi) açabilmek için yasal şartları yerine getirdi: bir inancın yaşamasını sağlamak ve o inancı kamuoyunda temsil etmek, mali yönden bağımsız olmak, bağımsız ve şeffaf bir üyelik sistemine sahip olmak vb. Ve Alevi örgütler, başta çeşitli kritik, eğitimli ve etkili Alevi kanaat önderleri, uzmanları ve öğretmenleri (Turgut Öker, İsmail Kaplan, Hüseyin Mat, Veli Aydın, Handan Aksünger, Melek Yıldız, Hüseyin Ağuiçenoğlu, Baykal Arslanbuğa, Murat Çatal vd.) çok uzun yıllara dayalı olağanüstü bir çalışmayla (eyalet yönetimlerine dilekçe verme, konuyla ilgili Alman akademisyen ve uzmanları bilgilendirme, kamuoyu oluşturma, aileleri bilgilendirme, öğretmen yetiştirme, müfredat oluşturma, ders kitabı yazdırma, Aleviliği tanıtan temel kitaplar yazma, söyleşi ve konferanslar düzenleme vb.) 2000’lerin başlarından itibaren 16 eyaletin 8’inde okullara Alevilik dersinin konulmasını sağladılar. Bu konuda sosyal pedagog, Alevi kanaat önderi ve Alevi eğitim uzmanı İsmail Kaplan’ın kitabında (Okullar için Alevilik Dersleri Programı, Dorlion, 2023) ayrıntılı bilgi bulmak mümkün. Tabii Türkiye’nin aksine Almanya’da din dersleri seçmeli; velisinden yazılı izin almak kaydıyla en az 8 (bazı eyaletlerde 12) öğrencinin bu dersi seçmesi gerekiyor, açılabilmesi için. Bu dersle ilgili pek çok problem yaşanmış (Alevilerin anlaşmazlık çıkaran iç dengelerinden mali olanaksızlıklara değin). Fakat sonunda son derece pozitif sonuçlar elde etmişler: Alman devleti, kendilerine negatif biçimde anlatılan Aleviliğin pozitif iç yüzünü tanımışlar (tanıdıkça da çok şaşırmışlar zira Alevi inancının Alman anayasal düzeni, demokratik kültürü ve uzlaşmacı politikasına son derece uygun olduğunu görmüşler).Öte yandan, yıllar geçtikçe, ortaya çıkan bir başka pozitif sonuç da şu olmuş: İsmail Kaplan’ın belirttiği gibi, Alevilik dersleri, öğrencilerin davranış ve kimlikleri üzerinden son derece olumlu etkiler yaratmış. Bunun böyle olması sadece dersin pedagojik ve didaktik başarısından kaynaklanmıyor yani mesele yalnızca eğitimle ilgili değil. İşin bir de inanç yönü var.

***

O da şu: Alevilik bir inanç biçimi olsa da çok derin bir felsefe içeriyor. O felsefeyi anlatan pek çok ifade var ama en önemlisi, kanımca, şu cümlede anlam ve zemin bulmuş: “Yol bir, sürek bin bir.” Yani Alevilik inancının inanç kuralları, değerleri ve bilgileri belli (yani “bir”) ama bu yerleşik, standart ve belli kural, değer ve bilgiler, dogmatik içe kapanmadan ziyade engin, farklı ve değişik yorum, eleştiri ve sorgulamaya meydan veren bir sosyal açılıma da sahip. Sosyal açılım, Aleviliği kendi içine kapanıp kimliksel donma yaşamak yerine demokratik farklılıklar rejimi içinde “öteki”yle birlikte her türlü buluşma, birliktelik ve diyaloğa kapı aralıyor. Aleviler, kimliklerini koruma ve aktarma konusunda kıskanç olsalar da “72 millete bir nazarla bakarlar”. O yüzden Alevi inancı derin bir hoşgörü, işbirliği ve dayanışma felsefesine dayanır. Alevilik, dini inanç ile yaşam tarzı arasında mutlaka bağ kurar. O yüzden Tanrı/Allah anlayışı, korkunç bir ilahtan ziyade ülke/toplum düzeninin sorumluluğunun insanlara bırakıldığı bir düşünce içerir. Bundan ötürü Sünnilikten farklı olarak Aleviliğin tüm dünyaya hükmetme iddiası yoktur. Alevilik, dünyaya insandan giderek açılır. Dünya, en genelde “dar-ül harb” değil, bir “barış evreni”dir. Bu evrenin kurulması ve yaşaması için Alevilik, insana ahlaki olarak pek çok şeyi (çekememezlik, kıskançlık, kendini beğenmişlik, inat, arkadan konuşma, dedikodu, iftira, küfür, yalan, cinayet vb.) yasaklamıştır. Bütün Alevi kavramların (dede, pir, ana, lokma, cem, can, semah, deyiş, rızalık, müsahaplik, nefes vd.) inanç üzerinden temellendiği ana form ahlaktır; bir Alevi için inancının hedefi ahlaklı, hümanist ve barışçıl insan olmaktır. Böyle bir insan olmak için Alevi, bir yandan inancını öğrenip içselleştirirken öte yandan “72 millet” ile girişilecek kültürlerarası diyaloga, inançlar arası buluşmaya ve toplumsal barışa çok değer verir. İşte Hamburg’daki ilginç din dersi modeli bu bağlamda hayat buldu.

***

Haydar, o gün kızının bu durumundan dolayı derin bir şok yaşadı ve başta Hamburg Alevi Kültür Merkezi olmak üzere AABF’ye ağır mektuplar yazdı ve okullarda müstakil bir Alevilik dersi istedi. Akabinde Hamburg Alevi Kültür Merkezi bu ders için bir imza kampanyası başlattı. 2020-2023 yılları arasında Hamburg’da yaşadım, Helmut Schmidt üniversitesinde araştırma yapıp dersler verdim; bu arada kentin ileri gelen Alevi aydın, önder ve eğitim uzmanlarıyla konuştum, derneklerinde söyleşilere katıldım. Bu süreçte Alevilik uzmanı Murat Çatal’dan epey bilgilendim. Ve Alevileri yakından tanıdım. Demokratik kültürü, farklı kimlikleri ve dünyaya açık iklimiyle Hamburg, çok farklı etnisite, inanç grubu ve kimliklerin yaşadığı bir şehir. Aleviler bu kentte tüm dinleri kapsayan bir ortak din dersi verilebilmesi için olağanüstü bir çalışma yaptılar. Sonuçta, her inanç grubunun kendi içine kapalı ve sınırlı din dersi yerine her dini inancı kapsayan bir ortak dersi hayata geçirebildiler. İsmail Kaplan ve Baykal Arslanbuğa’ya göre bu model, Alevilerin zaten diyalog, iletişim ve işbirliği kurma felsefelerine de çok uygun olduğu için Almanya bağlamında en uygun model oldu. Çünkü Alevi inancı, farklılıkları (kendi içinde veya dışında) yok etmekten ziyade onu sindirip yaşayabilmesi için imkân tanır. Farklılıkların yaşayabilmesi için Aleviler, deneyim alışverişini, inançlar arası buluşmayı, kültürler arası bağlantıyı çok önemserler. Zıtlıkları yani birbirine karşıt olan kimlik, ifade, olay ve deneyimleri bir tehdit olarak algılamazlar; bilakis, “ikilik”ten sosyal ve manevi bağlılık oluşturmaya çalışırlar. Dolayısıyla erkek-kadın, veli-çocuk, pir-talip, yaşayan-ölü arasındaki ikilik, zıtlık veya çatışmaları diyalektik mantık gereği, bir üst sentez içinde ileri bir konuma sokarak toplumsal barışı inşa etmeye çalışırlar. Bu bağlamda “rızalık” kurumu veya geleneği, farklılık ve çelişkileri karşılıklı anlayış içinde kabullenerek bir anlaşma ortaya koyar.

***

Almanya demokratik, seküler ve uzlaşmacı bir devlet ve toplum. Devletin dini olmasa da insanlara inanma ve inancını yaşama garantisi verir, dini ayrımcılık yapmayı yasaklar ve din ile devleti birbirinden ayırır. Dolayısıyla bizdeki gibi ne zorunlu din dersi vardır ne Diyanet gibi totaliter bir din kurumu ne de “din devleti”. Almanya, Aleviliğin aslında kendi demokratik sistemlerine ne kadar da uygun olduğunu çok geç fark etti; fark edince de Aleviliğin hem bir ders hem de üniversitelerde bir bilim dalı olarak okutulabilmesi için her türlü desteği verdi. Bugün Almanya’nın 16 eyaletinden 8’inde Alevilik ilk ve orta öğretim kademelerinde müstakil bir ders olarak okutulmaktadır. Bu derslerin içeriğini (müfredat), ders kitaplarını ve öğretmenlerini sadece Alevi inanç kurumu (AABF) belirliyor ama bütün bu süreçte Alman merkezi ve eyalet yönetimleri, bu derslerde aktarılan her bilgi, değer ve kavramın Alman anayasal değerleriyle çatışmamasını garanti altına alıyor; tabii kontrol de ediyor. Dolayısıyla Alman filozof Jürgen Habermas’ın belirttiği “yaşam-dünyası” (Lebenswelt) içinde örgütlenen sivil inanç kurumları, devletin kendi kimliklerini sömürgeleştirmemesinin her türlü imkanına sahip olarak inançlarını demokratik biçimde öğretip yaşayabiliyorlar. Tören ve ritüellerinde, inanç ve ibadet pratiklerinde şiir, nefes ve deyişlerini icra eden Aleviler, Almanya’da demokratik bir imkandan yararlanırlarken maalesef Türkiye’de hala “parya” muamelesi görüp ötekileştirilmeye devam ediliyorlar. Görece Hristiyan bir ülkede inancını yaşayabilen ve öğreten Aleviler, kendilerini İslam içi gören Türkiye’de görmezden gelinmeye, reddedilmeye ve hatta hakarete uğramaya devam ediyorlar. Kuşkusuz yakın zamanda bazı Alevi kavram ve bilgilere sünni İslam din dersinde yer verildi ama Aleviler, tıpkı Almanya’da olduğu gibi kendi inançlarının bağımsız ve özgür biçimde öğretilmesini istiyorlar. Madem eğitim bir yurttaş hakkı olarak kamusal felsefe doğrultusunda her farklı kimliğe açık olmalı, o zaman Aleviler de bu haktan yararlanabilmeliler.

Paylaş

spot_img

İlginizi çekebilir

Bunlara baktınız mı?
Benzer Başlıklar

Orhan Gazi Ertekin: Aleviler ve Suriye’de anayasacılık: Kurban olmak ile Fenikecilik arasında

Orhan Gazi Ertekin: Aleviler ve Suriye’de anayasacılık: Kurban olmak...

Seyit Sönmez-Orhan Gazi Ertekin: Hepimizin Konustugu, Pek Azimizin Bildigi

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 290. sayısında yayınlanmıştır. MARAŞ KATLİAMI:...

Hasim Arslan: Munzura Atılan Taşlar

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 290. sayısında yayınlanmıştır. Aslında anlatmaya...

Seyit Sönmez: Failler ve Fail Kalıntıları, İyiler ve Hayaletleri

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 290. sayısında yayınlanmıştır. “Bize mezar...

Alevilerin Sesi dergisine abone olmak ister misiniz?