Pazar, Haziran 15, 2025

Prof. Dr. Bülent Bilmez: Dersim-Kırım ile Yüzleşme ve Hesaplaşmanın Neresindeyiz?

Date:

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 294. sayısında yayınlanmıştır.

1935 yılının sonunda, yani bundan 90 yıl önce çıkarılan Tunceli Vilayeti Kanunu’yla son hazırlıkları başlatılan ve soykırıma varan uygulamalarla tarihe geçen Dersim 1937-38 sürecinde yaşanan dönüm noktalarından biri de günümüzden 88 yıl önce alınan 4 Mayıs 1937 tarihli Bakanlar Kurulu kararıdır.

1935 yılının son günlerinde ve 1936 yılının ilk günlerinde yapılan yasal-idari düzenlemelerle kurulan Tunceli Vilayeti ve IV. Umum Müfettişlik ile başlayan “son hazırlıklar” kısa sürede tamamlandıktan sonra, söz konusu bakanlar kurulu kararına dayanılarak 1937 ve 1938 yıllarının yaz aylarında yürütülen askeri operasyonlar, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en karanlık sayfalarının yazılmasına yol açmış ve travmatik etkileri on yıllardır sürmektedir. Nitekim, bölge halkı tarafından Tertele olarak anılan ve yıllardır bu konuyu çalışan bir tarihçi olarak benim Dersim-Kırım adını verdiğim bu süreç, sadece on binlerce Dersimlinin katledilmesi değil, aynı zamanda bölgenin özgün Alevi-Kızılbaş inanç örgütlenmesi ve dilsel-kültürel olarak çoğul yapısının da tasfiyesi anlamına gelmiştir.

Bu yazının asıl konusu elbette Dersim’de yaşanan kırımın kronolojisini sunmak değildir, insanlığa karşı işlenmiş bu suçla toplumsal düzeyde yüzleşme ve hesaplaşma konusunda nerede olduğumuzu görmektir. Bu anlamda bugüne kadar bu konudaki girişimlerin serencamını anlamak ve nerede olduğumuzu görmek için bizzat Dersim-Kırım’ın kolektif hafızada al(ama)dığı yere bakmamız gerekiyor.

Yüzleşme ve Hesaplaşmanın Dünü

Dersim-Kırım sonrası sürgüne gönderilen onbinlerce Dersimli dağıtıldıkları Anadolu’nun farklı noktalarında ve geride kalanlar dağlarda ya da yıkımlar arasında yaşam mücadelesi verirken, kolektif hafızalarında büyük bir travma taşıdı. 1947 affı sonrasında Dersim’e dönenler ve Dersim’de birçok alanda uygulanan “yasak mıntıka” uygulamasının tedricen kaldırılmasına binaen köylerine dönenler, yeni bir yaşam inşa etmeye çalışırken, artık resmen Tunceli adıyla anılan bu bölgede Dersim-Kırım, doğal olarak kolektif hafızanın merkezine ve günlük yaşamın her alanına yerleşmişti.

Diğer yandan Alevi-Kızılbaş Dersimli halktan farklı olarak, Türk’ünden Kürt’üne Türkiye’deki tüm etnik gruplar arasında ve Alevi, Sünni veya Müslüman olan olmayan tüm inanç grupları arasında bu konuda daha ziyade sessizlik (gizli inkar) egemen olmuştur. 1970’lere kadar devam eden bu ortamda “Dersim 38” nadiren de olsa resmi söylemde gündeme geldiğinde ise “Doğu’da bir isyanın bastırılması yoluyla feodalitenin/derebeyliğin tasfiyesi” anlatısı egemen olmuştur. Bu isyan retoriğinin farklı/tersi bir versiyonu ise (olumlama ve hatta yüceltme amacıyla) “Kürt isyanı” retoriği olmuştur.  Yani resmi söylemin “isyan bastırma” argümanı, bu süreçte yaşanan büyük kırım ve yıkımı görmezden gelme (açık inkar) anlamına gelirken, Kürt ulusalcı söylemde hakim olan isyan anlatısında ise en azından “kanlı bastırma” sürecindeki kırım ve yıkım dile getirilmeye başlanmıştır.

Konuyu araştıran her ciddi tarihçinin bugün artık reddettiği isyan söyleminin tamamen yanlış olduğu ise esasen 1990’lardan itibaren dile getirilmeye başlanmıştır. Bu bağlamda devletten ve Sunni-Türk çoğunluktan yüzleşme ve hesaplaşma yönünde Dersimlilerin talepleri ve beklentileri de bu dönemden itibaren gündeme gelmiştir. Bence 1990larda küresel düzeyde yaşanan paradigmatik dönüşümün parçası olarak görülmesi gereken bu kıymetli değişiklikte, belirleyici rolü insan hakları odaklı düşünen popüler tarihyazımı ve aktivist araştırmacılık oynamıştır. Öte yandan resmi söylemin gölgesi altında ya sessiz kalmayı ya da inkârı yeniden üretmeyi tercih eden akademi ve özellikle profesyonel tarihçilik, bu çok önemli dönüşümde pek olumlu bir rol oynamamıştır maalesef.

Doğası gereği demokratikleşme umuduyla paralel giden yüzleşme ve hesaplaşma sürecinin Dersim-Kırım bağlamındaki doruğu, 2010’ların başında AKP ve onun lideri Tayyip Erdoğan tarafından rakibine karşı siyasi bir manevra olarak ‘Dersim Katliamı’ ifadesinin kullanılması ve ‘özürümsü’ adını verdiğim açıklaması olmuştur. Yüzleşme ihtimalinin/ümidinin yükseldiği bu kısa dönem, aynı zamanda derin toplumsal yaralara ve travmaya yol açmış çok hassas bir konunun günlük siyaset tarafından pervasızca araçsallaştırılması girişiminin de doruğu olarak tarihe geçmiştir. Ana muhalefet partisi liderinin Dersimli olması gerçekliğine dayalı hesaplarla dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan tarafından başlatılan bu süreç, yüzleşme ve hesaplaşma konusunda somut adımlar atılmasından ziyade, siyasi çıkar için Dersimlilerin travmalarının yeniden üretilmesi ile sonuçlanmıştır. Oysa bu sırada, yüzleşme ve hesaplaşmanın asıl amacı olan “onarıcı adalet” talebi ve “bir daha asla olmasın” beklentisi gündeme yeni yeni gelmeye başlamıştı.

Yüzleşme ve Hesaplaşmanın Bugünü

Öte yandan 2010’ların ikinci yarısından itibaren Türkiye’de yaşanan hızlı otoriterleşme sürecinde, Dersim-Kırım konusunda onarıcı adalet bir yana, yüzleşme veya hesaplaşma bile hayal olmaya başlamış, bu konuda adeta geriye savrulma yaşanmıştır. Nitekim günümüzde Dersim-Kırım, yeniden bir avuç demokratla birlikte Dersimlilerin düzenledikleri ‘anma’ günlerine indirgenmiş, geniş kamuoyunda ve ana akım siyasette ise sessizlik ya da inkarın (yer yer eskisinden de pervasızca) yeniden üretimi egemen olmuştur.

Bugün dünyada yükselişe geçen sağ popülizm ve Türkiye’de otoriterleşmede varılan nokta, özellikle insanlığa karşı işlenmiş suçlar bağlamında geçmişle yüzleşme ve hesaplaşma konusunda umutları iyice azaltırken, aylardır tüm dünyanın gözü önünde yaşanan ve dünya kamuoyunun ve ana akım siyasetin içinde bulunduğu sefaleti ortaya koyan “Filistin soykırımı”, meselenin esasen siyasi ve toplumsal mücadeleyle ilgili olduğunu bir kez daha tüm açıklığıyla göstermiştir. Aynı şekilde bugün Suriye’de soykırım tehdidi altında yaşayan Aleviler konusunda demokrat olduğunu iddia eden devletlerin ve uluslararası kuruluşların duyarsızlıkları, küresel düzeyde yaşanan demokrasi krizinin sonuçlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bugün bir yandan çoğu birbirini tekrarlayan, olgusal bilgi düzeyinde pek yeni katkı sunmayan Dersim-Kırım konusundaki popüler çalışmalar devam ederken, kırım ve yıkımı (inkar etmek bir yana) onaylayan kitaplar da rafları doldurmaya devam etmektedir. Diğer yandan, son yıllarda özellikle Atatürk’ün bu süreçteki rolü ve katliamlar sırasında zehirli gaz kullanılması gibi hassas konularda önemli bilgiler ortaya çıkaran ciddi ve eleştirel çalışmalar da gün yüzüne çıkmaktadır.

Ancak Dersim-Kırım’dan bu yana geçen doksana yıla ve özellikle son otuz yılda yüzleşme ve hesaplaşma konusundaki çabalara ve yaşanan gelişmelere eleştirel bir gözle bakıldığında bugün görülecek gerçeklik, yüzleşme, hesaplaşma ve onarıcı adalet için akademik ve popüler araştırmalar ve yayınlardan ziyade siyasi ve toplumsal mücadelenin belirleyici olduğudur. Bu nedenle, yüzleşme ve hesaplaşma bağlamında şimdi ve gelecekte yapılması gerekenler için söyleyeceklerim, tarihçilik ve tarihyazımından ziyade siyasi ve toplumsal mücadele konusunda olacaktır.

Yüzleşme ve Hesaplaşmanın Yarını

Yeni olgusal bilgilerden ve farklı perspektiflerden yola çıkarak Dersim-Kırım’ın farklı boyutlarıyla ilgili yeni analizler ortaya çıkarmak isteyen geleceğin akademik ve popüler tarihçilerine düşenleri bu yazıda bir yana bırakmak istiyorum. Çünkü eğer bir gün yüzleşme ve adalet mümkün olacaksa ve “bir daha asla” anlayışı yerleşecekse bunun, tarihçilik ve tarihyazımından ziyade siyasi ve toplumsal mücadele sayesinde mümkün olacağına inanıyorum. Zira, tarihçilerin bulacağı kanıtlar, geliştirdiği sağlam argümanlar ve en ikna edici anlatılar sayesinde toplumu gerçeklerle yüzleştirmek, ancak bu gerçekleri görmeye veya hissetmeye, yani algılamaya hazır ve açık olan gözler ve gönüller olduğu sürece mümkündür. Gözleri ve gönülleri buna hazır kılacak çaba ve mücadele ise her şeyden önce siyasal ve toplumsal mücadeledir. Bu mücadele ise demokrasi mücadelesinin ayrılmaz parçasıdır.

Elbette ‘işleri gereği’ tarihçiler ve genel olarak bu alanda çalışan araştırmacılar, Dersim-Kırım konusunda daha fazla somut bilgiyi ve detayı ortaya koymak için çok kıymetli çabalarına devam edecekler, fakat diğer yandan ‘geçmişle yüzleşme’ ve ‘hesaplaşma’ için uygun bir ortam yaratılmasını amaçlayan siyasi ve toplumsal mücadeleye katkı sunmak da elzemdir.

Ne Kadar Demokratikleşme, O Kadar Yüzleşme

Kısaca “ne kadar demokratikleşme, o kadar yüzleşme” adını verebileceğimiz bu gerçeklik, bugün Aleviler başta olmak üzere toplumun her kesimi tarafından demokrasi için verilen mücadelenin, yüzleşme ve hesaplaşmanın ön koşulu olduğunu ifade der. Zamansal olarak bu çabalar yüzleşme amaçlı araştırmaları öncelemek zorunda değildir, ancak demokrasi için harcanan çabaların başarısı yüzleşmenin ya da hesaplaşmanın ve ondan sonra gelecek onarıcı adaletin ön koşuludur.

Son olarak şunu da ekleyerek bitirmek istiyorum: Genel anlamda demokrasi için verilecek bu mücadeleye eşlik etmesi gereken daha spesifik bir siyasi ve toplumsal faaliyet alanı ise özellikle sivil toplum kuruluşların (STK), geniş toplumsal kesimlerde epistemolojik bir dönüşümün yaşanması için yürüteceği çalışmalar olacaktır. Çünkü, yanlız Dersim bağlamında değil, genel anlamda geçmişle yüzleşmenin sadece etik nedenlerle değil, aynı zamanda toplumsal barış ve huzurun garantisi olacağı anlayışının mümkün olan en geniş çevrelerde yaygınlaştırılması ve derinleştirilmesi hayati önem taşımaktadır. Bu amaçla yürütülecek olan siyasi ve toplumsal faaliyetler, öncelikle “gönül gözü” ve zihniyet açıklığını amaçlamalıdır. Tarihçiler başta olmak üzere araştırmacıların ortaya çıkaracağı gerçeklerle yüzleşmek ve bu sayede (intikam değil onarıcı adalet için) geçmişle hesaplaşmak için öncelikle bu açıklığın sağlanması gerekmektedir.

Prof. Dr. Bülent Bilmez
İstanbul Bilgi Üniversitesi

Paylaş

spot_img

İlginizi çekebilir

Bunlara baktınız mı?
Benzer Başlıklar

Kemal Karabulut: Dirençle Kararlılıkla Berlin’e Dikilen Dersim Anıtı

Bu röportaj Alevilerin Sesi dergisinin 294. sayısında yayınlanmıştır. Dersim Tertele’sinin...

Ezgi Kılınçaslan: Bir İnsan Ancak Unutulduğunda Ölür!

Bu röportaj Alevilerin Sesi dergisinin 294. sayısında yayınlanmıştır. "İnsanlar bir...

Alevi Toplumu İçin Tarihi Bir Gün: Tertele (Soykırım) Anıtı Gülbenklerle Ağıtlarla Açıldı

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 294. sayısında yayınlanmıştır. Dün Dersim...

Prof. Dr. Şükrü Aslan: 38’in Ardından… Dersim’de Devletin Alevi Hafızası

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 294. sayısında yayınlanmıştır. Dersim tertelesinin,...

Alevilerin Sesi dergisine abone olmak ister misiniz?