Prof. Dr. Ali Arayıcı, Mayıs ayında Paris’te Lys Bleu yayınevi tarafından yayınlanan «Sesimiz Hala Daha Duyulmadı – Avrupa’da Türkiye Kökenli Kayıp Kuşaklar -» başlığını taşıyan ikinci kitabında; Avrupa’nın bazı ülkelerinde yaşamak zorunda kalan Türkiye kökenli göçmen emekçilerin ve çocuklarının genel sorunlarını eleştirel bir bakış açısıyla ele alıyor. Bu sorunların temelden çözülmesine yönelik olarak çeşitli önerilerini sunuyor.
Göçmen kabul eden ülkelerin ve Türkiye’nin göçmenlere ve çocuklarına yönelik politikalarını eleştiriyor: «Bu ırkçı, faşist, “ötekileştirici”, dışlayıcı ve ayrımcı politikalar; göçmen işçileri “elleri kolları bağlı” ve her türlü haksızlığa karşı seslerini yükseltemeyecekleri bir konuma yerleştiriyor» diyor. Bu da, onları geçinebilmek için “modern köleler” gibi çalışmaya zorluyor.
Uzun yıllardır tanıdığım yazar Ali Arayıcı’nın fransızca olarak yeni çıkan bu kitabını, kısa bir sürede büyük bir ilgiyle okudum. Kitabı hakkındaki düşünce ve görüşlerini, bizzat kendisi ile bir söyleşi yaparak öğrenmeyi ve konuya duyarlı olanların dikkatine sunmayı uygun görüyorum.
Yurtdışındaki Türkiye kökenli vatandaşların sayısı ne kadar?
Yurtdışında yaşamak zorunda kalan Türkiye kökenlilerin toplam sayısı, 6,5 milyonun üzerindedir. Bunların yaklaşık 5,5 milyonu Batı Avrupa ülkelerinde yaşıyor. Türkiye’ye giriş yapan 3 milyon göçmen işçi ve çocuklarını da hesaba katarsak, bu sayı yaklaşık 9,5 milyondur. Üstelik, bu rakama yaşadıkları ülkenin vatandaşı olmuş göçmen işçiler dahil değildir.
Aileleri ve çocuklarıyla birlikte, yaşadıkları ülkelerin vatandaşlığına geçen Türkiye kökenli göçmen emekçilerin toplam sayısının 1.7 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. Bu sayıyla birlikte, yaklaşık 6 milyon göçmenin ekonomik ve siyasi nedenlerle Suriye, Afganistan, İran, Irak, Ukrayna ve Rusya gibi dünyanın çeşitli ülkelerinden gelerek; Türkiye’ye sığındığı ya da yerleştiği düşünülürse durumun ne kadar vahim olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri «beyin göçü» değil midir?
Türkiye’de, gelmiş-geçmiş bütün siyasi iktidarların ve son olarakta 22 yıldır iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP); toplumsal yapımızın geleceği ve en dinamik unsuru olan gençlerin eğilimini, dikkate almadığı ve görmezden geldiği biliniyor. Onları dışlıyor, ayrımcılığa tabi tutuyor, horluyor ve “ötekileştiriyor”. Ayrıca, devrimcilere, sosyalistlere, yurtseverlere ve kendisinden olmayan herkese karşı; bir sindirme, yok etme ve dışlama politikası izliyor.
Bugün, «beyin göçü» az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin en önemli sorunları arasında bulunuyor. Gelişmekte olan bir ülke statüsündeki Türkiye’nin de “beyin göçü ”nden etkilendiği ve bu göç nedeniyle her yıl önemli değerlerini, yetkin, uzmanlaşmış ve nitelikli “beyinlerini” kaybediyor. Siyasi ve ekonomik nedenlerle, nitelikli işgücünün gelişmiş kapitalist/emperyalist ülkelere gitmesi, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için, son derece büyük bir kayıptır.
Devlet görevini yerine getiriyor mu?
Yurtdışında yaşayan veya Türkiye’ye kesin dönüş yapan, göçmen emekçiler ve çocuklarının sorunlarına ilişkin olarak, Türkiye Cumhuriyeti (T.C.) 1982 Anayasası’nın 62. maddesinde şöyle belirtiliyor: “Devlet, yabancı ülkelerde çalışan Türk vatandaşlarının aile birliğinin, çocuklarının eğitiminin, kültürel ihtiyaçlarının ve sosyal güvenliklerinin sağlanması, anavatanla bağlarının korunması ve yurda dönüşlerinde yardımcı olunması için gerekli tedbirleri alır”.
Devlet, T.C. Anayasa’nın 62. maddesinde belirtilen bu sorumluluğunu yerine getirmiyor. Yurtdışında yaşayan 6,5 milyondan fazla göçmen emekçinin, 1,5 milyonun üzerindeki eğitim ve öğretim çağındaki genç kuşaklar; bulundukları toplumsal yapılarda veya Türkiye’ye kesin dönüşlerinde; güncel yaşamda karşılaştıkları binbir türlü sorunları vardır. Devlet yetkililerinin, bu sorunların temelden çözümüne ilişkin gerekli önlemleri almaması gerçekten üzücüdür.
Devletin göçmen politikası yok mudur, neden «assimilasyona» göz yumuyor?
Göçmen emekçi ve çocuklarının bulundukları ülkelerin dil ve kültürlerine “asimile” olması, kendi dil ve kültürlerini unutması karşısında; devletin bu alanda gerekli etkinlikleri göstermeyerek sessiz kalıyor. “Asimilasyon” politikalarına karşı çıkan ve bu yönde mücadele eden göçmen dernekleri ve demokratik kitle örgütlerine; gerekli maddi ve manevi desteği vermediği gibi, deyim yerindeyse bu “asimilasyon” politikalarına göz yumuyor.
Avrupa’nın bazı ülkelerinde yüz binlerce “ikinci”, “üçüncü” ve “dördüncü” kuşak Türkiye kökenli gençler; ana dillerini ve kültürlerini, gelenek ve göreneklerini, ulusal ve kültürel kimliklerini unutmuş ve yaşadıkları toplumsal yapıları içinde ya tamamen “asimile” olmuş ya da olmak üzeredir. Devlet, bu kuşakların kaybı konusunda kayıtsız kalamaz. Öncelikli olarak genel sorunlarını temelden çözecek alternatif demokratik bir göçmen politikası üretmelidir.
Size göre, «üçüncü» ve «dördüncü» kuşakların önemi nedir?
Bugün, siyasi iktidarların resmi kurumları aracılığıyla yurt dışında yaşayan göçmen emekçileri ve çocuklarını kendi milliyetçi, ırkçı ve şovenist çıkarları için kullanıyor. Devlet, Anayasanın 62. maddesinde belirtilen bu sorumluluğunu yerine getirmediği gibi, dikkate de almıyor. Türkiye kökenli göçmen emekçi ve çocuklarının bulundukları ülkelerde karşılaştıkları, bin-bir türlü sorunlarını; temelden çözecek kalıcı ve demokratik bir proje üretemiyor.
Kaldı ki, devlet yurtdışında yaşayan özellikle «ücüncü» ve «dördüncü» kuşaklardan; Türkiye’nin çıkarlarını savunan ve yaşadıkları ülkelerde güçlü «lobicilik» faaliyetleri başta olmak üzere, birçok alanlarda yararlanabilir. Ancak, devleti yönetenler kendi öznel çıkarlarını ön plana alarak bu gerçeği görmemezlikten geliyor ve bu bağlamda gereken etkinlikleri göstermiyor.
Bilimsel çalışmalarınızda, hep «göçmenler ve uyum» bakanlığından söz ediyorsunuz?
Bugün, yurtdışında, 6.5 milyondan fazla göçmen işçi bulunduran; yurt içinde yine bir o kadar yabancı işçi barındıran günümüz Türkiye’inde; böyle iç ve dış göçlerle ilgilenen bir “göçmen ve uyum Bakanlığı”nın olmaması gerçekten utanç vericidir. Bu sorunların önemini kavrayan ve sorunu temelden çözmeyi hedefleyen bir kuruluşun varlığı söz konusu bile değildir.
Yurtdışında ve yurtiçindeki göçmen emekçilerin sorunlarıyla kimin ve hangi bakanlığın ilgilendiğini üst düzey yöneticiler dahi bilmiyor. Göçmen emekçilerin ve çocuklarının genel sorunlarına, kalıcı ve kesin bir çözüm yolu bulunması gerekiyor. Göçmem işçilerin ve çocuklarının genel sorunlarını yakından izleyen, takip eden, kesin çözüm yolu bulan, çeşitli projeler üreten ve sunan; bir “göçmen ve uyum Bakanlığı’nın” kurulması artık kaçınılmazdır.
Avrupa ülkelerinin göçmen politikaları hakkındaki görüşünüz nedir?
Avrupa’nın bazı ülkeleri, göçmenlere yönelik yeni göçmen karşıtı politikalarıyla, başta ekonomik kriz ve işsizlik olmak üzere; içinde bulundukları tüm zorlukların baş sorumlusu olarak göçmen emekçileri gösteriyor. Bu durum, giderek göçmenlere karşı yabancı ve göçmen düşmanlığı, islam karşıtlığı, ırkçı ve faşist saldırıları beraberinde getiriyor. Ucuz iş gücünü daha fazla sömürmek için; onlara karşı baskı, dışlama ve yıldırma politikaları uyguluyor.
Bu ırkçı, faşist, “ötekici”, dışlayıcı ve ayrımcı politikalarla göçmen emekçileri “elleri kolu bağlı” bir duruma sokuyor. Güncel yaşamda kendilerine karşı yapılan, her türlü haksızlığa ve adaletsizliğe karşı seslerini çıkaramayacak bir konuma getiriyor. Bu durumda, göçmen emekçileri sırf geçimlerini sağlamak için “modern köleler” gibi çalışmaya zorluyor.
O halde, sorun siyasi bir sorun değil mi?
Gayet tabii. Bu sorun göründüğü gibi sadece eğitsel ve kültürel değildir. Aynı zamanda, bu sorun siyasidir. Soruna siyasi bir bakış açısıyla ele almak, yaklaşmak, köklü bir çözüm aramak ve demokratik çözümler üretmek gerekiyor. Bu duruma kesin bir çözüm yolu bulunmazsa, gelecekte milyonlarca Türkiye kökenli kuşakların kaybedilmesi kaçınılmazdır.
Son sorum, bu kitabı neden yazma gereği duydunuz?
Bunu yazmadaki asıl amacım, yıllardır “döviz makinesi” olarak algılanan ya da “çantada keklik” gibi görülen, bulundukları ve kendi ülkelerinde dışlanan, horlanan, «ötekileştirilen”; toplumsal yapının dışına itilen, emekleri sömürülen ve “ikidil ve kültür” arasında kaybolan, ulusal ve kültürel kimliğini yitiren; “birinci”, “ikinci”, “üçüncü” ve hatta “dördüncü” kuşak Türkiye kökenli göçmen emekçilerin karşılaştıkları genel sorunlarını dile getirmektir
Bu kitabın, Avrupa’nın farklı ülkelerinde yaşayan göçmen emekçilerin ve çocuklarının, genel sorunlarını inceleyen ve bunların temelden çözümüne ilişkin somut çözüm önerilerini üreten bir proje çalışması olduğu söylenebilir. Özellikle de, sözü edilen bu sorunlara temelden çözümler bulunması gerektiğine ilişkin devletin ilgili kişi ve kurumlarının dikkatini çekmeye, bu kounda onları uyarmaya ve demokratik bir göçmen politikasi üretmeye yönelik büyük bir çabadır.
Gündüz Yalçınkaya, Sosyolog ve araştırmacı
* Bkz.: Ali Arayıcı,Nos voix ne sont toujours pas entendues -Générations perdues d’origine de Turquie en Europe-, Le lys Bleu yayınevi, Paris, Mayıs 2024, 410 s.