Cuma, Mart 29, 2024

Ortadoğu’daki güncel savaşlarıyla Avrupa’daki 30 yıl mezhep savaşları arasındaki benzerlikler

Date:

Almanya’daki 30 yıllık mezhep savaşları, Vestfalya Barış Anlaşması’ndaki önemli ayrıntılar ve günümüz Ortadoğu savaşlarını sonlandırmak için alınacak dersler [i]

İsmail Kaplan
Hamburg Alevi Kültür Merkezleri Diyalog Sorumlusu

1980 den başlayarak 8 yıl süren Irak-İran savaşı, 1990 yılında Irak`ın Kuveyt`i işgali ile başlayan 2. İran-Irak Savaşı, 2003 yılında Amerika`nın Irak`ı işgali ve „Arap Baharı“ ile başlayan Arap devletleri Libya ve Suriye`yi çökertme süreci 100.000 lerce insanın ölümüne ve milyonlarca insanın ülkelerini terk etmelerine neden olmuştur.

Bu felaketlerin nedenini, 20. Yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti`nin dağılması sonucunda batılıların baskısı ile sınırların oluşturulmasına bağlamak yeterli değildir. Ayrıca petrol kaynaklarının bu bölgedeki varlığını savaş nedeni göstermek de felaketin her boyutunu açıklamaya yetmiyor.

İçinde bulunduğumuz 2017 yılında, Luther`in Hristiyanlık`ta başlattığı Reformasyonun 500. Yılı olarak kutlanıyor. İslam`da reform yapılmadığı iddiası; Kerbela Katliamı sonrasında İslam`da da önemli bir reform hareketinin başladığı ve sonuçta; Sünnilik ve Şiilik gibi iki ana akımın oluştuğu gerçeği ile çelişmektedir.

Ayrıca bugünkü Alevilik, İslam coğrafyasında dinde reform hareketinin en ileri boyutunu oluşturmaktadır.

Şiiliği temsil eden İran devletinin ve İslam kutsal değerlerinin üzerinde kurulmuş olan Sünni Suudi Arabistan`ın Ortadoğu savaşlarındaki rollerini kabaca incelediğimizde, mezhepsel korumacılık ya da mezhepsel düşmanlık çok açık olarak göze çarpmaktadır. Bu iki devletin kendi içindeki diğer mezhepten insanlar, dini baskı altında tutulmaktadırlar. Bu iki devlet; Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen`de yaşayan kendi mezheplerinden insanların hamiliğini yapmak bahanesiyle o devletlerin iç politikalarına taraf olmaktadırlar.

Sadece var olan devletlerin sınırlarını değiştirmek, o devletlerin aralarında barışı sağlamaya yetmeyecektir. Önemli olan; devlet yönetimlerinin karşılıklı olarak kendi vatandaşlarının tüm mezhep ve inançlarına saygı göstermelerini ve ayrım yapmaksızın korumalarını sağlamalarıdır. Ortadoğu coğrafyasında var olan devletlerin sürekli barış için gerekli olan bu temel koşulu sağlamaları mümkün müdür?

Bu sorunun cevabını tek kelime ile vermek yerine; tarihsel acılara bakalım ve cevabı bulmaya çalışalım:

Almanya`da 30 yıl mezhep savaşları

1618-1648 yıllarında 30 yıl boyunca Almanya`da halkın üçte birinin hayatını kaybettiği mezhep savaşlarını ve 1648 de yapılan Vestfalya barış anlaşmasını biraz olsun tanıyalım.

Bundan 500 yıl önce 1517 yılında Luther`le başlayan reform hareketi sonucunda, Hristiyan dünyası katolik ve protestan olarak bölündü. Ancak, Sünni- Şii mezheplerinde olduğu gibi, bu bölünme coğrafik olarak tam bir bölünme değildi. Birçok yörede bu mezheplerden insanlar birlikte yaşıyorlardı. Prensler ve derebeyler kendi mezheplerinden olan insanları korumak için komşu derebeyliklere saldırıyorlar ve bu durum savaş nedeni sayılıyordu.  Bu şekilde devam eden savaşları durdurmak için, Alman İmparatoru 1555 yılında din barış anlaşması imzaladı. Buna göre her derebeylik inanç konularını kendi içinde çözecek, başka bir derebeyin komşusuna savaş açması merkezi krallık tarafından engellenecekti. Böylece ilk defa teolojik tartışma geri plana itiliyor ve dini sorunlar her ülkenin ya da prensliğin içişleri olarak görülüyordu. Bu anlaşma, bir çok prense, kendi ülkesinde yaşayan insanların kendi mezhebine geçmelerini dayatma olanağını sağladı. „Yani kimin ülkesinde yaşarsan, onun dinine geçeceksin ya da orayı terk edeceksin.“ İlkesi yani zorunlu asimilasyon yasal hak oldu.

Bu durumda ülkeler arası göçler arttı. Bu sonuçtan öncelikle en çok Protestan nüfus etkilendi. O dönemde yeni olarak ortaya çıkmış Kalvanizm akımı şimdiki Alevilik gibi „dinsizlik ve dinden sapma“ olarak algılanmış ve yasal çerçevenin dışında bırakılmıştı. İmparatorluğun meclisinde çoğunlukta olan Katolik derebeyler, Protestanların reform hareketlerine karşı bir dizi önlem alarak onlara dini baskılar yapmaya başlamışlardı. 1618 yılında Orta Almanya`da böylesi tek yanlı baskılara karşı başkaldıran Protestan Bohemya soyluları Katolik Kral askerlerine karşı ayaklandılar. Bu ayaklanma 30 yıl sürecek olan mezhep savaşlarını başlattı.

Savaşların başlangıcı mezhep kavgaları olsa da zaman içinde savaşa her taraftan katılımlar oldu. Bohemya, Kurpfalz, Danimarka, İsveç ve Fransa Krallıkları 30 yıl süren savaşlara katıldılar. Köyler yakıldı, insanlar öldürüldü, kadınlara tecavüz edildi. O zamana kadar rastlanmayan bir yıkım yaşandı. 1631 yılında sadece Magdeburg şehrinde 20.000 insan öldürüldü.

Sadece krallara bağlı askerler değil, bugünün terör gruplarına benzer özel paralı toplama çapulcular da savaşın etkisini artırdılar. Savaş bölgelerinden kaçanların sayısı birçok şehirde yerlilerin sayısına ulaştı. Örneğin; 1634 yılında o zaman 10.000 insanın yaşadığı Ulm şehrine 8.000 den daha fazla savaş mağduru sığındı.

1648 Münster ve Osnabrück Vestfalya Barış Anlaşmaları

Bu kadar uzun ve yıkıcı bir savaş esnasında 1643 yılında barış görüşmeleri başladı ve ancak 5 yıl sonra1648 yılında tamamlanabildi ve barış anlaşması imzalanabildi.

Barışın kalıcı olarak sağlanmasında; tüm soyluların, prenslerin, dini liderlerin, derebeylerin ve serbest şehir yönetimlerinin barış görüşmelerine katılmış olmaları etkin oldu. Böylesi geniş bir katılımlı barış konferansı daha önce görülmemişti ve bu yeni yöntem herkes için ilginçti.

Barış görüşmeleri dışındaki zamanlarda katılımcıların kendi aralarındaki ilişkiler ve konuşmalar ayrıca başarıya giden kapıları açtı.

En önemlisi de „3. Kişi“ denilen ve Katolik ve Protestan prenslerden oluşan arabulucu bir grup; kral ve yabancı devlet temsilcileri arasında uzlaşma sağlanmasına önemli katkılarda bulundu.

Bu anlaşmanın gerçek başarısı, bağımsız bölgelerin ve ülkelerin kurulması değil; tam tersine var olan eyalet devletlerine koşullu özerklik getiren bir hukuk düzenin kurulmasındaydı.

Şimdi bu yeni oluşturulan koşullara bakalım: Öncelikle „Kimin ülkesinde yaşıyorsan, onun dinine geçeceksin ya da orayı terk edeceksin.“ ilkesine dayalı yani zorunlu asimilasyona olanak veren 1555 din anlaşması yürürlükten kaldırıldı. Mezheplerin 1624 yılında ellerinde bulunan mal varlıkları (kilise, dergâh, araziler) onlara geri verildi. En önemlisi de; bir soylunun mezhep değiştirmesi durumunda onun topraklarında yaşayanların da mezhep değiştirmesi zorunluluğu ortadan kaldırıldı. Bu kurala göre herkes mezhebini seçmekte serbest olacaktı. Bu kuralla, soyluların savaştan önce var olan hâkimiyetleri azaltıldı. Soylular, kendi topraklarında yaşayanların inançlarına ve toprak sahibi olma haklarına saygı göstermek zorunda kaldılar. Ve bu hak yasalarla ve mahkemelerle korunma altına alındı. Birleşme ve örgütlenme hakkı; imparatorluğa, krala ve yasal düzenlemelere karşı olmamak kaydı ile kabul edilmiş oldu.
İmparatorluk mahkemeleri, bu anlaşma ile kabul edilen tüm hakların gerçekleştirilmesinde önemli bir yetki sahibi oldular ve barışın kalıcı olmasında belirleyici rol oynadılar.

Ayrıca Fransa ve İsveç Devletleri, bu anlaşmaya karşı oluşacak ihlallere karşı, garantör devlet statüsüne sahip oldular ve anlaşmaya göre gerektiğinde halka yönelik anlaşmanın hükümlerini uygulamak istemeyen soylulara ve prenslere karşı zor kullanabileceklerdi.

Kalvenizm akımı da bu anlaşma ile yasal olarak kabul gördü ve yasalarla korunma altına alındı. Bundan böyle yeni oluşacak dini akımların da kendilerini savunabilecekleri bir yasal zemin vardı.

Vestfalya Barış Anlaşması; bağımsız devletlerarasındaki dengeyi sağladı ve mezhepler arası anlaşmazlıkları zor kullanmadan inceleyerek çözmeyi yasal bir zemine oturttu. Böylece mezhepler arası sorunların çözümü savaş yapmadan yasal ve diplomatik yollarla görüşmelerle ve mahkemelere bırakılmış oldu.

Kral, soylular ve garantör devletler barış anlaşmasının garantisi oldular. Sonuç olarak, 1648 yılından bu yana Orta Avrupa`da artık bir din ve mezhep savaşı yaşanmadı. Anlaşma sonrası dönemlerde ortaya çıkan mezhep anlaşmazlıkları sadece görüşmeler ve anlaşmalarla çözüldü.

Vesfalya Barış Anlaşması örneğinde Ortadoğu savaşlarına çözüm önerileri

İslam dünyasındaki mezheplerin ana tarafların İran ve Suudi Arabistan olduğu herkes tarafından kabul görmektedir. Ortadoğu`da, geçmişteki ve zamanımızdaki çatışmaların ve savaşların ana nedeni, Suriye, Irak ve Suudi Arabistan gibi devletlerin sınırlarının 1. Dünya savaşı sonrasında „haksızlık“ yapılarak belirlenmesi değil, bu devletlerin iç yapılarının dengesizlikler ve haksızlıklar içermesidir.

Vestfalya Barış Anlaşması, var olan prensliklerin ve devletlerin sınırlarına hemen hemen hiç dokunmamış; sadece bu sınırlar içinde yaşayan mezhep gruplarının birbirleri ile olan ilişkilerinin çerçevesini belirlemiş ve devlet yöneticilerinin bu farklı grupların varlığını yasalarla ve gerektiğinde garantörler tarafından zor kullanılarak kabul etmelerini sağlamıştır.

Vestfalya Barış anlaşmasından hareketle; örneğin Suudi Arabistan Krallığının, Şii öğretisini İslam`ın bir yorumu olarak kabul etmesi ve İran yönetiminin de Suudi Arabistan`ın İslam`ın kutsal bölgelerinin hâkimi olduğunu kabul etmesi, sorunları savaş düzeyinden görüşme düzeyine çekmek için önemli bir adım olabilir.

Dünya`da savaş bölgelerindeki sorunların barışçıl çözümü için Cambridge`de bulunan Jeopolitik Forum son yıllarda „Dünya düzeni laboratuarı“ adıyla bir proje oluşturdu. Bu forum ve Hamburg`daki Körber Vakfı, son zamanlarda Ortadoğu`dan, Avrupa`dan ve Amerika`dan gelen uzmanlarla birlikte Ortadoğu sorununu Vestfalya Barış Anlaşması`ndan ilham alarak çözmenin yollarını arıyorlar.

Alman Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeyer,  Dışişleri Bakanlığı döneminde bu projeye destek vermiş, bu yönde Ürdün Kralı`nın, Birleşmiş Milletler Suriye Temsilcisinin ve Arap Birliği`nin bu çalışmaya desteğini sağlamıştır.

Bu çözüm önerileri arasında; barışın önemli paydası olarak  „3. Kişi“ denilen bir grup oluşturma görüşü önem kazanıyor. Bu grupta teolojik tartışmalar yapmadan sorunları yasal zemine çekmek için savaşın doğrudan mağduru olan kesimlerden temsilcilerin olması gerekiyor.

İşte tam bu noktada; bu bölgenin halkları olmalarına karşın, korunmasız ve savaşın mağdurları Ezidiler, Kürtler, Süryaniler, Türkmenler ve Aleviler Suriye ve Irak savaşlarını sonlandıracak barış görüşmelerinde „3. Kişi“ denilen grup içinde yer almalılar ve kalıcı bir barışın alt koşullarının oluşmasında görüşlerini ortaya koymalıdırlar.

Savaş mağdurlarının katılmadığı, sadece savaşan devletlerin yapacakları görüşmeler sonuncunda oluşacak bir barış kalıcı olmayacaktır.

Aleviliğin uzun vadede korunmaya alınması

Alevilerin, sadece Türkiye`de yaşadıklarını düşünenler olsa da, Irak Türkmenlerinin bir bölümünün Alevi olmasının da başka, Aleviliğin gelecek yıllarda her ülkede korunabilmesinin ve Alevilerin gerek Türkiye`de gerekse de Ortadoğu coğrafyasında korkusuzca var olabilmelerinin yasal bir yapıya kavuşması şarttır.

Aleviliğin ana düşmanı olan; El Kaide, IŞID ve Selefi gibi radikal ve terörist grupların, önümüzdeki 50 yıl içinde de Ortadoğu`da ve Türkiye`de etkin olabileceklerini hesap etmemiz gerekmektedir. Sadece bu tehlikeye karşı bile, Aleviliğin yasal bir zeminde korunma altına alınması, Türkiye ve Avrupa Alevi temsilcilerinin en önemli amaç ve görevleri olmalıdır.

Bu nedenlere dayanan bir çözüm olarak; Suriye Savaşı sonrasındaki Ortadoğu’nun yapılanmasında Alevi temsilciler, „3. Kişi“ grubunda mutlaka yer almalıdırlar.


[i] Bu makale, 11.05.2015 tarihli „Die Zeit“ gazetesinde „Geschichte“ bölümünde Brendan Simms, Michael Axworthy ve Patick Milton`un „Ein Westfälischer Friede für Nahost“ Ortadoğu için Vestfalya Barışı adlı yazıdan esinlenilerek kaleme alınmıştır.

Paylaş

spot_img

İlginizi çekebilir

Bunlara baktınız mı?
Benzer Başlıklar

Pınar Selek: Şiddetin içindeki erkeklik…

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 285. sayısında yayınlanmıştır. Toplu intihardan...

AAGB’nin Serenay Yılmaz Röportajı: “Anadolu’nun Gizli Yolu”

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 285. sayısında yayınlanmıştır. Avrupa Alevi...

Dersim Tertelesi’nin 87. yıl anması Köln Dom Kilisesi önünde yapılacak.

Dersim Tertelesi’nin başlangıcı kabul edilen ve “Tunceli Tenkil Harekatı“...

Necdet Saraç: Solun Krizi ve Almanya

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 284. sayısında yayınlanmıştır. Geçtiğimiz hafta...