Perşembe, Ocak 23, 2025

Nezahat Gündoğan: Dersim’in Kayıp Kızı Fecire (Koçer) Buke

Date:

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 289. sayısında yayınlanmıştır.

Bu yıl da Seyit Rıza ve idam edilen 6 yol arkadaşının anısına, birçok Avrupa şehrinde Dersim Soykırımı/Tertelesi anmaları düzenlendi. Unutmamak, unutturmamak ve hesap sormak için…

Üzerinden tam 87 yıl geçmesine rağmen, 15 Kasım 1937’de Elâzığ Buğday Meydanı’nda idam edilen Seyit Rıza ve 6 Dersim ileri gelenin mezar yeri hala bilinmiyor. Aynı mahkemede 72 kişiden 11’i idamla yargılanır. Dört kişi ömür boyu hapse mahkûm edilir, Türkiye’nin değişik hapishanelerinde yaşamlarını yitirirler. Onların da mezar yeri bilinmemektedir. Sadece onların değil elbette, Dersim Soykırımı/Tertelesi’nde katledilen binlerce insanın da mezarları yok. Kimileri öldürülüp Munzur Çayı’na atılarak, kimileri zehirli gazla boğularak mağaralarda, kimi üzerine gaz dökülüp yakılarak mezarsız bırakıldı.

Ölüye saygı gereği ölünün inanç ve kimliğine uygun ritüellerle gömülmesi gerekmektedir. Geride kalanların ise, yine inanç ve ritüellerine göre yas tutmaları bir evrensel insan hakkidir. Yasın bir parçası olarak geride kalanların mezarlık ziyaretini gerçekleştirmesi en doğal haklarıdır. Mezar ve mezarlıklar toplumsal hafıza mekânlarıdır aynı zamanda. Katledilenlerin mezar yerinin, mezarlıkların olmaması soykırımı politikasının bir parçasıdır ve soykırımın hala devam ettiğinin bir göstergesidir. Bu anlamda soykırım politikaları bir süreci kapsar ve kuşaklar boyu devam etmektedir… Kadrolar değişmiş olsa da soykırımı gerçekleştiren ideolojik politik temel değişmediği sürece devletin Dersim’e, Dersimlilere inanç ve etnik kimliğinden (Kürt, Zaza, Ermeni, Alevi-Kizilbas) dolayı bakış açısı değişmemiştir, değişmeyecektir. Devletin köklü yüzleşme sürecinin sonucundan mümkün olabilir. Bu da ancak toplumsal muhalefeti bu ve diğer insan hakları, demokrasi konusunda yürüteceği mücadele ile ilintilidir.

Katledilenlerin mezar yeri olmasa da tanıkların hafızasındaki gerçek nasıl yok edilebilir… mümkün değil…. Bu gerçek toplumsal hafızaya dönüştüğünde ise hiçbir güç bu gerçeği yok edemez…. Gerçekler de kuşaktan kuşağa aktarılarak toplumsal hafızanın parçası olur. Bugüne kadar kayıt altına alınan, belgelen tanık anlatımları en somut örneğidir.

Dersim Soykırımı’nda katledilenlerin toprağına gömülmesi istenmezken geride kalanlar da Türkiye’nin dört bir yanında Türk-Müslüman köylere sürgün edilerek, kız çocukları asker ve Cumhuriyet politikalarıyla bütünleşmiş eşrafa pay edilerek kültürünün, inancının, kimliğinin beslendiği topraklardan soykırım politikası gereği koparıldı. Son nefesine kadar, yaşadıklarını, tanık olduklarını unuttular ne de topraklarına hasreti son buldu… Tarih yazımında ve toplumsal hafızanın oluşmasında tanık anlatımları çok büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda onlardan birini anlatmak istiyorum…

Dersim’in Kayıp Kızı;

Fecire (Koçer) Buke’nin Munzur’a Hasreti

Hasretlik zor, belirsiz bir tarihte kalan hasretliği gidermek daha zor… Dersim’e bir süredir gidememe, uzun bir süre daha gidememenin sızısıyla baş etmenin bir yolu da oraya giden dostlarımın benim duygularımı yüklenip gitmesi oluyor. Dersim’e, Dersim katliamına dair yaptığımız alan çalışmaları ve filmlerin çekimleri sürecinde adım atmadığımız yer kalmadı gibi… Sadece bir coğrafyaya duyulan hasret değil, tarihsel ve toplumsal öneme sahip bir döneme dair yıllarca araştırma yapmak çok özel bir bağ oluşmasına neden oluyor o bölgeyle ve bölgenin insanlarıyla…

Geçen yıllarda benim hasretimi de yüklenerek giden bir dostum Munzur Gözelerinden bir fotoğraf çekip gönderdiğinde çok sarsıldım… bir yanı hüzün bir yanı mutluluk… Munzur’un kenarına konulmuş üzerinde şiir yazılı mermerin fotoğrafıydı… Altında Dersim’in Kayıp Kızı Fecire (Koçer) Buke yazılı… Şiir, Dersim sevgisinden ve hasretinden bahsediyor, çok derinden ve içten… Tarihi bir özlem… Onun Dersim’e olan hasretinin ve sevgisinin yanında benim hasretimden bahsetmek hafif kalır. Anlatayım…

Fecire ile ilk görüşmeyi 2010 yılında Elazığ’da Kazım Gündoğan yaptı. İkinci görüşmemizden (2011) kısa bir süre sonra yaşamını yitirdi… Anlatmadığı, anlatamadığı büyük acıları, yaşanmışlıkları onda saklı kaldı… Sağlığı iyi değildi buna rağmen kendini zorlayarak hatırladıklarını anlatmaya çalıştı. “Geçmişin acı tatlı şeyleri var, eşelersen çıkıyor. Eşelensin ama daha neye yarar. Çok geç kaldınız yavrum çok geç… Artık ben gidiyorum.  Arkamda kimim var?”  Bu haklı sitemine rağmen yaşadıklarının bir kismini anlattı yine de.  Bir o kadar da hatırlayıp da anlatmak istemediği vardı. Anlatmak istememesi, anlatmaması da bize çok şey anlattı…

Fecire’nin evlilik soyadı Buke, babasının adı Hüseyin… Hüseyin Ağa derlermiş, Koç Ağa’nın torunu… Seyit Rıza’nın sülalesinden. Dört kardeşin üçüncüsü… Ovacık Yoğunçam (Tillek) köyündenler. Dersim katliamı olduğunda 3-4 yaşlarında, en küçük kardeşi kundakta annesinin kucağında. Asker geldiğinde köydekiler ormana doğru kaçıyorlar. Asker saldırıyor… “Annemin kucağında bebek, oradan ötesini hatırlamıyorum. Nereye gittik, nasıl oldu…” Sonrasını hatırlamıyor ama hayatı boyunca bir erkeğin annesine yerlerini belli eder diye, “Keçe, çenek ne berbana” (Kız, bebek ağlamasın) demesini hiç unutmuyor. Dilini unutmamak için defalarca tekrarlıyor bu cümleyi… Belki bir gün kardeşlerini bulmaya yardımcı olur diye…

Bölük pörçük hikayesinden hatırladıkları, babasının o kaçış esnasında öldürüldüğü bir süre sonra annesinin öldüğü ve üç kardeşiyle ortada kaldığı, kardeşlerine ne olduğunu bilmediği ama kendisini Hozat’ta bir memura verildiği… Oradan Elazığ’a tayini çıkıyor memurun…

Neler mi yaşamış orada? Katliam tanığı, köklerin koparılmış diğer Dersim’in kayıp kızlarının yaşadıklarından farksız. “Beni okula vermediler yavrum, ben ortada kalmış bir insanım. Benim ona sormaya hakkım yok. Kimsesizim sahipsizim, almış beni bir lokma ekmeğimi vermiş, bakmış bana o yeter…Yanlarında bayağı kaldım 5-6 yıl kaldım herhalde… Onlar uzun hikâye, oralara girme… girmek istemiyorum, sergilemek istemiyorum bu yaştan sonra… Onların yanından da ayrıldım işte bir şeyden dolayı, ayrıldım… Ondan sonra boş ver oraları, evet oraları boş ver… (anlatmayı kesiyor- bn.)

15-16 yaşındayken bir kurtuluş olarak ilk eşiyle İstanbul’da evleniyor, 31 yaşında dul kalıyor. İkinci eşi de kendinden büyük. Bakırköy’de oturuyorlar, eşi Esenyurt Köy’ünün sahibi, hali vakti yerinde. İki evlilikten de çocukları olmuyor fakat kardeşlerini arayıp buluyor, sahip çıkıyor. Bulmasına buluyor da her birinin yaşadığı ayrı bir dram paylaşılmayan; “Sevgisiz kimsesiz büyüdüğümüz için kardeşlik sıcaklığını yaşayamadık. Bir araya gelip bir oturup konuşmadık ki, birbirimize hayatımızı anlatamadık ki, dertleşemedik ki… Çünkü sevgisiz büyüdük, beraber büyümedik ki, yabancıdan farkımız olmadı.”

Eşi yaşamını yitirdikten sonra Esenyurt Köyü belde oluyor, sahip çıkamıyor, arazileri belediye tarafından kamulaştırıyor. Yaşı ilerleyince Elazığ’da yeğenlerinin yanında kalmaya başlıyor. Hacca gitmiş, namazını kılan bir kadın… “Ben namazımı kılarım, orucumu tutarım, Hızır’ımı tutarım, Muharrem’imi tutarım… E, bende ne türlü yaparsan yap Allah’a dua duadır, aç ellerini de nasıl açarsan aç, ister secde et aç, ister yuvarlan çağır, ister otur çağır, ister yan dön çağır, ister yat çağır, ister ayakta çağır… Allah’ın yolunu seven bir insanım…” yaşama tutunmanın bu inançla mümkün olduğunu ifade ediyor…

Ne kadar asimile edilirse edilsin bazı inançları ve özellikleriyle direniyor. “Dersimli olduğum için ata, silaha düşkünüm. Onun için (silahı) kocam aldı, sonradan ruhsat çıkardı, yaşım büyüyünce… O da meraklıydı benim gönlümü hoş etmeye. Gittim fotoğraf çektirdim.”

Son görüşmemizde yazdığı şiiri okudu ve duygularını paylaştı… Dersim’in acılarını kendi kişisel acılarıyla harmanlayarak yaşayan Fecire Buke, şirinin bir dörtlüğünü anımsayamadığı ve bu şiiri Munzur gözelerinde okuyamadığı için çok üzgündü…

Bu şiiri 30 yıl önce İstanbul’da yazdım. Gece uykum kaçtı. Memleket hasretinden acı çekiyorum, uyuyamıyorum. Memleket gözümün önüne geliyordu. Öyle derinden…  İçimden, yüreğimden gelerek yazdım bu şiiri. Sonra kocama okudum, dayanamadı ağladı.  “Bu nasıl bir dile getiriliş hanım” dedi.

Kocam Munzur’u hiç bilmiyordu. Sonradan onu Munzur’a getirdim. Munzur gözelerini görünce “burada bin yıl yaşanır hanım” dedi. Bu şiirimin bir anı olarak kalmasını istiyorum. Belki merhametli biri çıkar bu şiiri Munzur gözelerinde bir taşa yazar. Ben artık son zamanlarımı yaşıyorum. Hastayım, kendimde o gücü göremiyorum.”

Munzur’um

Canımda gönlümsün
Gözümde yaşımsın
Başucumda taşımsın
Taşımın üstünde tacımsın
Munzur’um
Kan verdim gardaşım oldun
Can verdim candaşım oldun
Şahidim sen değil misin?
Munzur’um

Dersim’in kayıp Kızları- Tertele Çenequ kitabını okuyan merhametli biri -kim olduğunu bilmiyorum- Fecire’nin vasiyetini vicdanında hissetmiş şiiri Munzur gözelerine usulca yerleştirmiş. Gidip göremesem de Munzur kenarına konulan şiirin fotoğrafıydı hem hüzünlendiren hem mutlu eden. Hep orada kalmasını ve başka hikayelerin de yanına eklenmesini umuyorum. Her gelen geçen okuyup unutmasın ve unutturmasın diye… Ne önemli ve anlamlı bir tavır…

Bu bana Alman sanatçı Gunter Demnig’in, “Tökezleme Taşları” ismini taşıyan projesiyle unutmaya karşı verdiği mücadelesini hatırlattı. O, faşizm kurbanı Yahudilerin, Sintilerin, Romanların, eşcinsellerin, komünistlerin en son ikamet ettikleri bilinen evlerinin önüne özel parke taşları döşüyor. Küçük anma levhalarında kurbanlara dair bilgilerin dışında aynı başlığı taşıyan yazıtlar var: “Burada oturuyordu”.

 

 

 

 

 

 

 

Paylaş

spot_img

İlginizi çekebilir

Bunlara baktınız mı?
Benzer Başlıklar

Hasim Arslan: Munzura Atılan Taşlar

Aslında anlatmaya yeniden başlamak, tarihe tekrar tekrar not düşmekle...

Seyit Sönmez: Failler ve Fail Kalıntıları, İyiler ve Hayaletleri

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 290. sayısında yayınlanmıştır. “Bize mezar...

Yönetmen Mediha Güzelgün ile Röportaj “Niye Affedelim?”

Bu röportaj Alevilerin Sesi dergisinin 290. sayısında yayınlanmıştır. Röportajı Yapan...

Seda Alçınar: Bir Bellek Otopsisinin Romanı: Kayıp Gergedanlar

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 290. sayısında yayınlanmıştır. Suna Hanım...

Alevilerin Sesi dergisine abone olmak ister misiniz?