Perşembe, Mart 28, 2024

Pir Mehmet Turan: İnsanlık dışı dramın, bir acının adıdır Kerbela…

Date:

Mehmet Turan dede, Burdur’da yaşayan, doğum yeri Isparta Senirkent olan ve Şah Ahmet Sultan ocağının hizmetini yürüten bir pirimiz.. 1978 yılından itibaren başlayan bu görev ömrüm yettikçe devam edecektir anlayışıyla bu yola Turap olan bir yol hizmetkarı. Alevi anlayışının kendi içerisinde insana, doğaya, değer veren o güzel yapısı her zaman bizlerin mutluğunu sağlayandır. Ancak ne yazık ki çekilen acılar hele çoğalan acılar yüreğimizi yakmakta, içerimizi acıtmakta diyerek aydınlanma çırasını gittiği her yerde yakmaya çalışmaktadır.

Röportaj: Metin Kaçmaz

Yezit zihniyetine boyun  eğmedikleri için toprağa düşürüldüler.

Kerbela vakası acıların bizi matem sürecine getirmesinin adıdır.  Miladi  680 yılında Kufe’liler davet ederler Şah Hüseyin’i. Oraya giderken Yezit hemen tedbirini almış, 3 bin kişilik ordusunu gönderir ve ordu dikilir Şah Hüseyin’in önüne. Komutan Hür birşey yapmak istemez sevgisi saygısı vardır, bunları bir vahaya, köşeye çeker işte orası Kerbela’dır. Ker büyük, belada büyük beladır. İlk anlarda bunların başına birşey gelmez diye düşünür ama  onun bu hareketi Yezit tarafından öğrenildikten sonra Yezit komutanı değiştirir Hürü komutanlıktan alır. Böyle bir serüven süreci devam eder. Arkasından bildiğiniz gibi 10 günlük süreci geçirirler o 72  nefer ve Hüseyin ve çocuklar ve kadınlar ve ihtiyarlar. 8. gün ordu 3 bin kişi olan sayısını çıkarmıştır 7 bin kişiye ve yan taraflarında Fırat suyu vardır fakat susuz kalsınlar diye de su yolunu da keserler. 8-9-10 gün tamamen susuzdurlar ve biat etmedikleri için, Yezid’e boyun eğmedikleri için, öleceklerini bile bile o duruşu gösterdikleri için, o anlayışa hiçbir şekilde boyun eğmeyeceklerini bütün dünyaya haykırdıkları için toprağa düşürüldüler. Acı, hem de hunharca işlenen bir vahşettir Kerbela vakası. Ordu sayısı 7 bin kişi olmasına rağmen teke tek gelmiyorlar. Bu taraftan bir kişi çıkıyor Yezid’in ordusundan 30-40 kişi saldırıyor kılıçlarla oklarla şehit ediyorlar. Arkasından Şah Hüseyin çıkıyor meydan ve biliyorum ben de şehit olacağım ama şu elimdeki bebeğe bari bir yudum su verin diye seslendiğinde elleriyle havaya kaldırdığı kundağın içindeki yavrusu Ali Asker’e ok atıyorlar ve o minicik yavruyu boğazından vuruyorlar. Sonra Hüseyin meydanda üzerine çullanan yüzlerce kişiye karşı savaşıyor ama hançer, kılıç, ok yaralarıyla yere düşüyor Şimr lanet gelip o güzelim başını kesip mızrağın ucuna takıp Şam’a Yezid’e götürüyorlar. Kadınlar, çocuklar ve ihtiyarlarda beraber. Kadınların üstlerini başlarını yırtarak develere bindirip güya şan olsun diye Şam sokaklarında gezdiriyorlar. İnsanlı dışı dramın adı, bir acının  adıdır Kerbela.

Ama insanlık tarihi, Alevi tarihi bir kez yaşamadı ki Kerbela’yı. İnsanlık çok acılar çok Kerbela’lar gördü. Dik duranların, boyun eğmeyenlerin, köle olmak istemeyenlerin çektikleri acılar  ve katledilişleriyle dolu geçmiş. Ama Kerbela’dan sonrasına baktığımızda Alevi toplumunun üzerine ve belli aydınlık isteyenlerin üzerine hep ölümle gelmişler, hep kılıçla gelmişler binlerce kez Kerbela’lar yaşanmış

Yezid’in eğemen olduğu sürecin öncesinde Emevi sülalesi Ebu Süfyan’dan başlayan Yezit’le devam eden bir egemenlik varlığını geniş bir alana yaymış şu anki Türkiye’nin 10 misli büyüklüğünde bir saha ve 375 milyon civarında bir insana hükmediyor.Arkasından Eba Müslüm Horasani büyük bir gayretle etrafından topladığı yiğit  insanlarla Emevi saltanatına son veriyor fakat ondan sonrada çizgi olarak Abbasi hakimiyeti başlıyor. Abbasi, arkasından Selçuklu ve Osmanlı döneminde hep iyiler, aydınlık ve güzellik için insanları birbirini dost yapmak için düşünenler katlediliyor, yokediliyorlar ve günümüze kadar geliyor bu katliamlar.

Osmanlı döneminde Alevi katliamları bütün hızıyla devam ediyor.

Osmanlı kendi içerisinde o kadar çok katliamlar yapıyor ki bunların sayısını toplarsanız en azından bir milyon insan yapar. Yavuz denen o meretin yaptığı o insanlık dışı vahşette geçtiği yerlerde olan Alevi köylerindeki insanları kırarak en az 40 bin kişiyi katlederek gidiyor Çaldıranda yapılan savaşta hileyle, parayla kendi etrafına aldığı Şah İsmail’in adamlarını üzerine salıyor ve toplamda üç yüzbin kişi katlediliyor. Kuyucu Murat dönemi yine aynı. Kuyular kazılıyor içerisine insanlar dolduruluyor ve üzeri toprakla, taşla doldurularak katlediliyorlar. Katliamları yakın zamanımızda da görüyorsunuz. Cumhuriyet döneminde de katliamlar aynen devam ediyor. 1921’de Koçgiri’de, 37/38’de Dersim’de,devlet eliyle Alevi katliamı yaşanıyor. Devam eden süreçte günümüze kadar gelen pek çok katliamlar var, biliyoruz ki televizyonlarda canlı olarak izlediğimiz katliam var. Çorum olayları arkasından gelen katliam, Maraş’ta yapılan katliam ve 1993,  2 Temmuz’da bir otel içerisindeki insanlarla cayır cayır yakılarak 33 tane can toprağa düşürülüyor. Arkasından Gazi’de devam ediyor. Gazi’de polis kurşunuyla Alevi insanlar katlediliyor. Daha sonra Malatya’da, İstanbul’da, Ankara Garında insanlar katlediliyor.

Bu tarafta Uludere’de, Roboski’de, Kobani’de, insanlar katlediliyor biat etmedikleri, boyun eğmedikleri için. Ve insanlar darağacına gönderiliyor biat etmedikleri, bağımsızlık  istedikleri,  bütün insanların, halkların kardeşliklerini ilan ettikleri için, 3 tane yiğit daragacına gidiyor, yiğitler Kızıldere’de katlediliyor, işkencelerde ser verip sır vermeyen İbrahim’ler, Deniz’ler, Hüseyin’ler, Mahir’ler, Ulaş’lar, Sinan’lar, Taylan’ların hepsi bizim için birer Hüseyin canlar.

Muharremlerde bütün katledilenleri Hüseyin’le özdeşleştiriyoruz.

Kerbela yapılan zulümle bitmiyor gördüğünüz gibi Kerbela’lar sürekli halklar üzerinde, biat etmeyenler üzerinde yaşatılıyor. İnsanlar ölüyor. Şu an aynı Yezid’in anlayışı gibi bir kimsenin saltanatı için, saltanatı pekişsin diye insanlar katlediliyor.Kürdüde, Türküde, diğeri de insanlar ölüyor bir kişinin insana yakışmaz tavrı yüzünden.

Kerbela’yı Hüseyin’i anarken bunlardan bahsetmeden anarsak  Hüseyin bize kızar. Bir tek benmiydim dik durduğum için toprağa düşen. Oradaki o yiğitler ne oldu, cayır cayır yakılanlar ne oldu, kuyulara atılanlar ne oldu, bunları sorar Hüseyin. O yüzden biz Hüseyin’e olan saygımızı, sevgimizi onun duruşuna sahip çıkarak göstermek zorundayız. Yoksa ağlamayla, dövünmeyle yaparsak ibadet etmiş oluruz anlayışıyla ibadet etmiyoruz.

Muharremlerde Hüseyni ve Hüseyinleri onlarla beraber can veren akrabalarını, kardeşlerini hepsini anıyor bugüne kadar bütün katledilenleri onunla özdeşleştiriyoruz. Bu bağlamda acı hepimizin acısı. Acı sadece Alevilerin değil insanlığın acısı. Çünkü katledilenler sadece Aleviler değil. Aydınlık, ışık aşığı olanlar, dostluk aşığı olanlar, kardeşlik aşığı olanlar bunlara karşı düşman olanlar tarafından katlediliyor katledilmeye devam ediliyor hala.

Bırakın katledilen insanları, yersiz olarak kesilen bir ağacın acısı da bizim acımız, kırılan bir ağacın acısı, vurulan bir hayvanın acısı, taşla öldürülmeye çalışılan kedinin, köpeğin, tekme yiyen sokak hayvanlarının acısı da bizim acımız. Eğer içinde yaşadığımız doğanın her zerresinde olan o canlı varlıklara saygı duymuyor, göz ardı ediyorsak Alevi olduğumuzdan, insan olduğumuzdan   şüphe etmemiz gerekir. Çünkü doğadaki bütün canlılarla beraber yaşıyoruz, topraksız yaşamak, susuz yaşamak ve diğer canlılar olmadan yaşamak mümkün değil.  Buradan yola çıkarak Alevi anlayışının toplumcu, doğa sever, insan saygısı ve erenlere olan hürmetiyle yol yürüyen bir çizgi olduğunu görüyoruz.

Şahı Merdan Ali; Koskoca bir evren insan içinde gizlidir. Bakarsan görürsün, arasan bulursun, görürsen alırsın.

Aleviliği anlamak için önce kendimizi anlamaya çalışmamız lazım. Bir şeyi öğreneceksek önce kendimizi öğrenmeye çalışmamızla başlamamız lazım. Neden çünkü Hünkarı Pir diyor ki ‘Okunacak en büyük kitap insandır’. Evet insanda çok şey yazılı. Şahı Merdan Ali diyor ki; Sen kendini küçük bir zerre sanırsın oysa koskoca bir evren senin içinde, bakarsan görürsün, ararsan bulursun, görürsen alırsın. İşte buradan yola çıktığımızda kendisine okumak dediğimiz, kendi özümüzde bulunan varlığı, yani kendimizdeki deryanın farkına varmamız gerekiyor. Bunun farkına varılması içinde bir delil gerekiyor. İşte biz mürşit, pir, dede, rayber  dediğimiz,  bu yolda hizmette önder olan bu öğreticiler, yol göstericiler insanı kütüphaneye kadar taşıyor ondan sonra insanlar kendi kütüphanesine girebilirse eğer fazla uğraşmaya gerek yok diyor. Nedir bu kitap. Evrenin gerçeklerinden farklı bir şey değil,çünkü evrende ne varsa insanda var.

Birilerinde tanrı tasarımı olarak yaratan ve yaratılan var ama Alevilikte bu ikilik yok. bir başkası Allah diyor, Yahoda diyor, rab diyor, ne derse desin  ama biz diyoruz ki Hak. Ve her şey hak varlığından var oldu, hiçbir şey hak varlığından başka bir yerde değil, halk neredeyse hak da orada. İşte buradan Enel Hak dediğimiz anlayışa geliyoruz. Ama insanlar Enel Hak dedi diye, Hak alemde, ben haktayım dedi diye katledildiler, asıldılar, kesildiler. Fazullah Hurufi, Seyit İmamettin Nesimi ve Hallacı Mansur bunun üç ana örneği. Nesimi’yi derisini yüzerek katlettiler neden Enel Hak dediği için.

Alevilikte her şey vardan var oldu. O var ise hak ile hakikatin kendisi. Biz o nedenle hak diyoruz ona. Hak; gerçek demek, eşitlik demek bunların hepside güzel anlamlar ifade ettiği için

Aşık Daimi bunu ne güzel dile getirmiş; diyor ki

Kainatın aynasıyım / madem ki ben bir insanım, / Hakkın varlık deryasıyım / madem ki ben bir insanım, / İnsan hakta hak insanda, / Ne arasan var insanda, / Çok keramet var insanda / madem ki ben bir insanım.

Tevrat’ı yazabilirim, incili dizebilirim, Kuranı sezebilirim , / Madem ki ben bir insanım. Daimi’yem harap benim, / ayaklara turap benim, / Aşk ehline şarap benim, / Madem ki ben bir insanım.

Elbette insanım ama Enel Hak anlayışını belirlediği için ben tanrıyım demiyor. İnsanlar tanrıdan bir parça ama herkes tanrı değil. Hakkın varlığını kendisinde onu hissediyor ama yalnız başına böyle bir iddiası yok. Her şeyi ben yarattım lüksüne sahip değil. Ama bir şey söyleyebilir. Tanrıyı ben yarattım diyebilir. Neden; insanlar olmasaydı Tanrı, Allah diye bir şey olurmuydu, onların manevi açlık inançları olmasaydı böyle bir şey gündeme gelirmiydi, gelmezdi.

Tanrıyı insanlar yaratmışlar, dile getirmişlerdir.

O nedenle tanrıyı idrak edebilen, tanrı anlayışıyla hak anlayışını idrak edebilen varlıklardır insanlar.  Bu sebeple tanrıyı insanlar yaratmışlardır, dile getirmişlerdir. Bunu da Harabi söylüyor;

Daha Allah ile Cihan yok iken, / Biz onu var edip ilan eyledik, / Ana uygun hiç bir mekan yok iken  / Hanemize aldık mihman eyledik.

Onun henüz hiçbir ismi yok idi / İsmi şöyle dursun cismi yok idi /  Hiçbir kıyafeti resmi yok idi, / Şekil verip tıpkı insan eyledik.

Allah ile işte orda birleştik,/ Noktayı ahmaya girdik yerleştik / Sırrı, küntü kevser  orda söyleştık/ İsmi şerifini rahman eyledik.

Asikar olunca zat ü sifati / Kûn dedik var ettik bu semavati / Birlikte yarattik hep kainati /Rızkını verdik insan eyledik

Asilsiz fasilsiz yaptik cenneti / Huri gilmanlara verdik ziyneti / Türlü vaadlerle her bir milleti / Sevindirip sad ü handan eyledik

Bir cehennem kazdık gayetle derin / Laf atesi ile eyledik tezyin / Kildan gayet ince kılıçtan keskin / Üstüne bir köprü mizan eyledik

Vahdet sarayına giren için / Hakkı heykel yakın görenler için / Bu sırrı Harabi bilenler için / Birlik meydanında cevlan eyledik

Adı Vahdetnamedir. Vahdet, birlik demektir yani Birliknamedir.

Yine aynı şekilde Şah Hatayi;

Bir Kandilden bir kandile atıldım,

Turab olup yeryüzüne saçıldım,

Bir zaman Hak idim hakk ile kaldım

Gönlüme od düştü yandım da geldim.

Ezelden evveli bir Hakk’ ı bildik

Hakk’ dan nida geldi Hakk’ a Hakk dedik

Kırklar meydanında yunduk pak olduk

İstemeni taharet yundum da geldim

Şunda bir kardaşa düşmüşüm

Pirler meydanında yanmış pişmişim,

Kırklar meydanında hem görüşmüşüm

/İstemem Yanmayı Yandım da geldim.

Şah Hatayı eydür senindir ferman

Olursun her kulun derdine derman

Güzel Şahım sana bin canım kurban

İstemez kurbanı kestim de geldim

İşte biz kendi özünde kurbanı kesenlerdeniz. Biz hakkı kendimizde kendimizi hakta o büyük varlığın içinde gördüğümüz için diyoruz ki en büyük en küçük de gizlidir. Koca bir varlık insan ana rahmindeki ceninde gizlidir. Koca bir ağaç düşünün devasa varlığı, agacın meyvesindeki çekirdekte gizlidir.  O çekirdek tohum, atarsın toprağa geçer bir zaman koca devasa bir ağaç olur. Yani herşeyin bir ana noktası vardır işte biz o noktaya Sırrı kainat dediğimiz  Hak diyoruz. Buradan yola çıkarakta Evrende bütün varlıklar haktan gelir hakka döner, hiçbirşey kaybolmaz yok olmaz.  Ne diyor Aleviler de hiçbir şey yoktan var vardan yok olmaz onun için bizde ölüm yoktur, değişim vardır. Biz ona don değiştirme diyoruz.  Bugün insan bedenindesin yarın başka bir yerde başka görevler yapar. Bütün bunları eğer gönlümüzde şöyle bir ısıtıp harmanlayıp içselleştirebilirsek hakikatle işte o zaman buluşabiliriz.

Ve Alevinin ibadeti hak ile hakikatle buluşmak, özünü hakkın o yüce değerleriyle doldurmaya çalışmaktır. Bu nedenle yapılan bütün çaba ve çalışma karşılıklı muhabbet halindedir her muhabbet ibadet demektir. Çünkü her muhabbette insanlar kendi kesesine, düşüncesine güzel şeyler doldurur. Bu taneler çoğaldıkça , koca heybeler dolusu oldukça, insanlar o tanelerle özünü besledikçe insani kamil olurlar yani olgun insan olurlar. Bizimde gayemiz insani kamil olmaya çalışmak. Bu yolun ibadetinin tek amacı olgun insan olmak için gayret sarfetmektir.

Aleviler ortaya koydukları gerçeğe inanırlar.

Bu hale gelebilmiş pek çok can var. Derviş makamını geçmiş ululuk makamına yaklaşmış, bu yola düstur koymuş çok degerli bildiğimiz, önünde niyaz ettiğimiz, aşk ile eğildiğimiz pirlerimiz ulularımız var. Hünkarı Pirden tutun,. O bizim hakkımız, canımız herşeyimiz dediğimiz  Bozatlı Hızır. Yine Ali yüceliğinden tutun Baba Mansura, Baba Düzgüne gidin, , Baba İlyasa, Baba İshaka, Abdal Sultana, Hacim Sultan, Gülüm Sultan, Balım Sultan, Otman Baba gibi ulu erlere gidin bunların hepsi insani kamil mertebesini geçmiş hak ile hak olabilmiş kimlikler. Öyle kimlikler ki o an söyledikleri bugün geçerliliğini yitirmeyen hala bizleri güzelliğe, barışa, dostluğa, kardeşliğe  taşıyan kimliklerdir. İşte o nedenle biz onların makamlarına vardık mı niyaz ediyoruz.

O niyazi çoğu tapınma olarak görüyor ve söylüyor. Bizim tapınmamız ben sana niyaz eğliyeyim beni cennete gönder, cehennemden kurtar  diye degil.Ben sana niyaz ediyorum bu teşekkürdür. Bana geçmişten güzellikler aktarmışsın bende senin o göndediğin ışıkla aydınlanıyorum diye teşekkür etmektir. Toparlarsak herşey o mantıkla, akılla hareket eden kimlikte toplanıyor.  Akıl herşeyin önünde mi, inanç herşeyin önündemi yok. Bunlar beraberler. İnanç dediğimiz olgu iman degil (iman hiç sorgusuz sualsiz inanmak anlamına gelen ) ama inanç belirli bir sorgulamayı düşünmeyi, mantığa vurmayı ve ondan sonra kabullenmeye inanç dersin. Aleviler inanç sahibi insanlardır. Kendi araştırdıkları, inceledikleri, geliştirdikleri düşünceleri ile ortaya koydukları gerçeklere inanırlar. O nedenle biz gülbengler çekeriz ve sonunda Gerçege Hü deriz. Herşeyin bir anlamı vardır. Gerçek olmayana Hü denmez. Gerçeğe Hü, inanırız, kabul ederiz, boyun eğeriz demektir.

Paylaş

spot_img

İlginizi çekebilir

Bunlara baktınız mı?
Benzer Başlıklar

Pınar Selek: Şiddetin içindeki erkeklik…

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 285. sayısında yayınlanmıştır. Toplu intihardan...

AAGB’nin Serenay Yılmaz Röportajı: “Anadolu’nun Gizli Yolu”

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 285. sayısında yayınlanmıştır. Avrupa Alevi...

Dersim Tertelesi’nin 87. yıl anması Köln Dom Kilisesi önünde yapılacak.

Dersim Tertelesi’nin başlangıcı kabul edilen ve “Tunceli Tenkil Harekatı“...

Necdet Saraç: Solun Krizi ve Almanya

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 284. sayısında yayınlanmıştır. Geçtiğimiz hafta...