Salı, Şubat 11, 2025

Hasim Arslan: Munzura Atılan Taşlar

Date:

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 290. sayısında yayınlanmıştır.

Aslında anlatmaya yeniden başlamak, tarihe tekrar tekrar not düşmekle birlikte devreden toplumsal bir travmayı da tetiklemektedir. Sosyal psikiyatrideki bu terim, Alevi toplumunun kapanmayan yaralarını tam anlamıyla tarif etmektedir. Kalu beladan bu güne, Kalender Çelebi’den boynu vurulup derisi yüzülen Nesîmî’ye, halka zorla taşlattırılan ve sonra da asılan Pir Sultan’dan, Serez meydanında boynuna urgan dolanılan Şeyh Bedrettin’e kadar kadar sayısız kıyım ve katliama maruz kalmıştır Alevi toplumu.

Ortadoğu, farklı olanın, kendine özgü olanın ve özgün kültürel dokulara sahip olanların öğütüldüğü, kör kuyulara atıldığı, yakıldığı ve kılıçtan geçirildiği bir coğrafya olagelmiştir. Tarihin hangi evresine bakarsanız bakın, mevcut iktidar dinine ve ırkına mensup değilseniz, katliniz vacip olmuştur. Hakkınızda fermanlar çıkarılır, üstünüze ordular gönderilir veya en iyi ihtimalle sürgün edilirsiniz.

Hem içerden hem de dışarıdan saldırılara açık olan Alevi-Kızılbaş toplumu da bu saldırılardan nasibine düşeni fazlasıyla almıştır.

Tarihler 1937’yi gösterdiğinde Dersim; inancını, kimliğini ve dilini özgürce yaşamak isteyen canlarımızın üstüne kana susamış olanların ölüm saçtığı bir coğrafyaya dönüşmüştür. Katliamcı Osmanlı’nın genç mirasçısı olma “gururunu” göğüslerinde bir madalya gibi taşıyan yeni cumhuriyetin katliamcı veliahtları, atalarından kalır bir tarafları olmadığını kanıtlamışlardı. Görünürde modernize olmuş ancak fikriyatındaki gericiliği hiçbir zaman elden bırakmayan bu güruh, Koçgiri katliamından sonra yönünü Dersim’e çevirmişti. İlk yüzyılını yakın tarihte tamamlayan cumhuriyetin kanlı tarihi, boynuzun kulağı geçtiğine dair sarsıcı bir kanıttır.

Dersim’de yakılan köyler, yıkılan evler, toplu kıyımlar, çocukların evlatlık verilmesi, kalanların sürgün edilmesi ve son olarak da sahte bir tarih yaratılmasının altında yatan neden, vahşetin boyutlarının çarpıtılması ve saklanması anlamına gelmektedir. Türkiye Cumhuriyeti devleti, tüm Alevi katliamlarında olduğu gibi; gerçeklerle yüzleşmek yerine, tarihi çarpıtmak için sahte bilgiler yaymış, gerçeklerin üstünü örtmek için özel bir çaba sarf etmiştir. Dersim Katliamında da resmi tarih elinden geleni yaparak katliamın gerçek boyutlarının üstünü kapatmak istemiştir.

Seyit Rıza bizim pirimizdir. O, ikrarlaştığı canlarla Halvori’de cem tutmuş ve coşkun akan Munzur’a bir söz vermişti. O ve yol arkadaşları, ikrar verip Munzur’a, sonra birbirlerine niyaz olup Haq kıllesi kestiler. Her bir can üç çakıl taşını Munzur’a atıp, rızalık aldılar. Munzur Bawa şahitliğinde, Hak ve hakikat aşkına yola revan oldular. Xızır’ın gayreti, itikatlerine her daim rehber oldu.

İnançlarını, dillerini, kültürlerini, itikatlarını asla ama asla düşürmediler. Yoldan düşmektense, ikrardan düşmektense, serden vazgeçmeyi ve kefensiz yatmayı kabul ettiler.

Cumhuriyeti beraber kurdukları, sözler aldıkları, misafir ettikleri ve davet aldıkları eski “ortaklar” artık onlara bilenmiş, canlarına kast etmeye gelen azılı bir düşmandı. Dönemin emperyal güçlerinden(Fransa ve İngiltere) istenilen yardım çağrıları da cevapsız kalmıştı. Hatta gelen taze cumhuriyetin düzenli ordusunun belinde Sovyet silahlarının olması tartışma gerektiren bir konudur. Açıkçası, savunmasız ve suçsuz Dersim halkının katledilmesine bütün dünya gözlerini yummuş, kulaklarını kapatmıştır. Ortada bir isyan var denilerek katliamı meşrulaştırmaya çalışan Kemalist rejim, gerginliğin fitilini ateşleyen asıl olayın, Türk Silahlı Kuvvetleri’nden bir askerin yöre halkından bir kadına tecavüz etmesi olduğu gerçeğinin üstünü örtmeye çalışmıştır.

Bizler atalarımızın, pirlerimizin ve ocaklarımızın tarihlerini araştırmakla sorumluyuz. Kendi tarihimizi başkalarından dinleyerek bir yere varamayacağımız gibi kendimize de düşmanlaşırız. O yüzden Alevi’lerin kendi tarihlerini yazmaya başması gerekmektedir. Madımak Katliamı projesiyle atılan adımın, Çorum, Maraş, Koçgiri ve Dersim katliamları ile devam etmesi ve sadece katliamlarla sınırlı kalmaması gerekmektedir. Bugün tarihe düşüren bir not, elli yıl sonraki ardıllarımız için bir referans noktası olacaktır. Dersim’i yaşayan son tanıkları da kaybettik ancak, toplu katliamların olduğu bölgeler ve hâlâ görülen insan kemikleri bizim için hâlâ bir çalışmanın yapılabileceğinin göstergesidir. Başı dik, alnı açık atalarımızın bu özveriyi hakkettikleri ve gereken değerin verilmesi gerekmektedir.

Boynumuzdaki başka bir urgan olan kötünün iyisine razı olma halinden vazgeçmeli ve Alevi toplumunu gerçeklerle yüzleştirmekten uzaklaştıran siyasi eğilimlere kapılmadan şu sözleri yüksek sesle dile getirmek gerekiyor:

Unutmayacağız, dönemin Nazi Almanya’sından, Dersim’in üzerine yağdırılmak için kimyasal gaz alınması emrini veren Mustafa Kemal Atatürk’ü!

Unutmayacağız, bir Ermeni kız çocuğu iken evlatlık alınıp bir canavara dönüştürülen Sabiha Gökçen’i!

Unutmayacağız, savaş hukukunu bile hiçe sayan düzmece mahkemelerini, onursuzca ve pervasızca saldırmalarını!

Varsın mezar yerlerini bile açıklamaktan korksunlar. Onların anısı, dört metrelik bir beze, iki metrekarelik bir çukura sığmayacak büyüklükte. Şimdi anıları, isimleri ve resimleri Paris’in banliyölerinden Pazarcık’ın bir dağ köyüne, Toronto’nun buzlu kaldırımlarından, Melbourne’nin kavurucu sıcağını soluyan ve dünyanın dört bir tarafına yayılan her Alevi’nin kalbinde.metrekarelik bir çukura sığmayacak büyüklükte. Şimdi anıları, isimleri ve resimleri Paris’in banliyölerinden Pazarcık’ın bir dağ köyüne, Toronto’nun buzlu kaldırımlarından, Melbourne’nin kavurucu sıcağını soluyan ve dünyanın dört bir tarafına yayılan her Alevi’nin kalbinde.

Aşk ile..

Paylaş

spot_img

İlginizi çekebilir

Bunlara baktınız mı?
Benzer Başlıklar

Orhan Gazi Ertekin: Aleviler ve Suriye’de anayasacılık: Kurban olmak ile Fenikecilik arasında

Orhan Gazi Ertekin: Aleviler ve Suriye’de anayasacılık: Kurban olmak...

Seyit Sönmez-Orhan Gazi Ertekin: Hepimizin Konustugu, Pek Azimizin Bildigi

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 290. sayısında yayınlanmıştır. MARAŞ KATLİAMI:...

Seyit Sönmez: Failler ve Fail Kalıntıları, İyiler ve Hayaletleri

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 290. sayısında yayınlanmıştır. “Bize mezar...

Yönetmen Mediha Güzelgün ile Röportaj “Niye Affedelim?”

Bu röportaj Alevilerin Sesi dergisinin 290. sayısında yayınlanmıştır. Röportajı Yapan...

Alevilerin Sesi dergisine abone olmak ister misiniz?