Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 291. sayısında yayınlanmıştır.
Yanı başımızdaki Suriye devleti yok edildi ve bir El Kaide devleti inşa edilmek isteniyor. Suriye’nin yıkılışı çok hızlı oldu. Eski adı Cephetül Nusra, yeni adı Heyetül Tahrir el Şam (HTŞ) adlı el Kaideci örgüt öncülüğünde cihatçı gruplar Haleb’i ele geçirmek üzere harekete geçti ve ne yazık ki 72 saat içinde Haleb düştü. Çünkü Suriye ordusu çekildi. Bu çekil 1 Aralık 2024’ten 8 Aralık 2024’de kadar Hama ve Humus’ta devam etti ve HTŞ’li cihatçı gruplar, 8 gün içerisinde çatışmasız bir şekilde Şam’a girdiler. 8 gün içinde çöken Suriye’de 8 Aralık itibariye azınlıklar ve özellikle Aleviler ciddi anlamda bir soykırım tehlikesiyle yüzleşmeye başladılar. Korkulan buydu ve bir gün dahi kaybetmeden bütün cihatçı gruplar Alevi mahallelere kanlı saldırlar başlattılar. Alevilere dönük bu katliamlar, yaklaşık olarak 1,5 aydır şiddetli bir şekilde devam ediyor.
Neden Alevilere yönelik bir soykırım bekleniyor ve korkuluyordu? Çünkü bunun arka planı var ve bu arka planda Suriye’ye açılan cihat savaşı tamamen Alevi nefretiyle başlatıldı ve “din kardeşlerimize zulmeden Şam’daki Nusayri’ye karşı cihat” argümanıyla Esad’ı devirme planı devreye sokuldu. Aslında Suriye devrik Cumhur Başkanı Beşar Esad’ı mezhebinden dolayı ilk hedef gösteren ve üstelik aşağılama amacıyla kendisine “Nusayri” diye hitap eden, dönemin Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Neden aşağılama amaçlı olduğuna gelince, öncelikle Nusayrilik diye bir mezhep yoktur, ancak Arap Alevileri için önemli bir kanaat önderi olan Şeyh Muhammed bin Nusayr, tarihsel bir kişilik ve önemli bir rehber olarak kabul edilir. Aleviler Muhammed bin Nusyar’ı reddetmezler, lakin Manda döneminde Fransızlara karşı ilk kurşunu sıkan Suriye Alevileri olduğu için, Fransızların bu halkı “şeytanlaştırmak” için “Nusayri” dediler, “Nusayriler Alevi değil, Müslüman bile değil, sapkın mezhep yanlısıdırlar” tanımlaması yaptılar ve kayıtlara geçirdiler. Bu şeytanlaştırma amaçlı isimlendirme, kitap sayfaları arasından ilk olarak AKP lideri tarafından çıkarıldı ve mütemadiyen Suriye cihadına çağrı için kullanıldı. Alevilere dönük bu nefret duygusunun karşılık bulduğu on binlerce radikal islamcı Suriye’ye akın etti. Alevilere dönük kin ve nefret 13 yıl boyunca beslendi, cihatçı gruplar Suriye Ordusu tarafından her püskürtüldüklerinde Alevilere karşı nefretleri katlandı, her yenilgide intikam ateşi harlandı.
Rejime yüklenen suçların faturası Alevilere kesiliyor!
Savaş boyunca işlenen Alevi nefreti ve “Alevilerin katli vaciptir” gibi selefi şeyhlerin fetvaları, maalesef şu an katliam ve soykırıma sebep olmuştur. Aleviler bu nefret ve intikam ateşinin içindeler. “Rejimin kalıntılarını temizleme” adı altında Alevi yerleşimleri adeta bir soykırım çemberine alınmış durumda. Dünyanın gözü önünde ama uluslararası kamuoyunun gözünü kapattığı saldırılar için HTŞ ve destekçisi medya “meşruiyet” sağlamak için iki araç/argüman kullanıyor.
Birincisi, “13 yıl boyunca Aleviler Sünnileri katlettiler!” argümanının sıklıkla işlenmesi. İkincisi, Sednaya Hapishanesi üzerinden kurgulanan ve aşırı abartılan vahşetin sorumluluğunun/suçunun Rejimin yanı sıra Alevilere de yüklenmesi…
Birincisinden başlayalım. Esad’ın mezhebinden dolayı savaş boyunca Alevilerin Sünnileri katletti söylemi ciddi bir algı çalışmasıyla zihinlere kazınmış durumda. Oysa Alevilerin karıştığı hiçbir katliam olmadı, ama cihatçıların Alevi katliamları bir gerçektir. Hem de onlarca Alevi katliamı oldu ve hepsi belgelidir. Çünkü zaten Alevileri öldürmek için Suriye cihadına gelmiş olan bu canilerin Alevilere başka türlü davranmaları mümkün değil. Örneğin Savaşın başında ilk büyük katliam, Cisril Şüğur’da oldu. 12 polisin boğazı kesilerek Asi nehrine atıldı. 2013 Lazkiye katliamında, tamamı Alevi olan 190 kişi bir gecede katledildi. Bunların 57’si kadın, 18’i daha çocuktu. 200 Alevi de rehin alındı, çatışmada 30 Suriye askeri de ölmüştü. Bu katliamdan kısa bir süre sonra Doğu Guta’da kimyasal saldırı kurgusu yapıldı ve “kimyasl kurbanları” olarak onlarca ceset servis edildi. Lazkiyeli aileler bu sergilenen cesetler arasında rehin alınan yakınlarını teşhis ettiler. Yani rehin aldıkları her yaştan 200 Alevi’yi hem öldürdüler, hem de kendileri öldürülmüş gibi cesetlerini araçsallaştırdılar.
Diğer katliamlardan bazıları şöyle:
2015’te Cisril Şüğur katliamı: 100 Alevi öldürüldü.
2015: Adra katliamı,
2015 İştebrak Katliamı ve İkrime katlıamı: İkrime’de 41 İlkokul çocuğu, okul çıkışında iki bombalı saldırıyla katlediler.
2016’da Hama-Zara katliamı: 100’ün üzerinde ölü ve daha birçok katliam var. Hepsi belgeli, çoğu toplu katliamları Nusra Cephesi (şimdiki Şam’da olan HTŞ) ve Nusra’nın kardeş örgütü IŞİD gerçekleştirdi. Sadece İkrime katliamını ÖSO üstlendi. Ama sanki bu insanlık suçlarını cihatçılar işlememiş gibi öyle bir algı yaratıldı ki, Suriye’deki bütün Aleviler adeta şeytanlaştırıldı, adeta her bire bir cani gibi gösterildi. Böyle bir algı çalışmasının sonuçları şu an şu şekilde karşımıza çıkıyor: “Cani Esad Sünnileri katlederken niye sesiniz çıkmadı?” Şu anlama gelen bir argümandır bu; Aleviler hakediyorlar, Esad zulmüne karşı sustunuz, şimdi de susacaksınız!.. Ve dolayısıyla Alevi katliamın tepki gösteren Türkiye ve dünyadaki bütün Aleviler de hedef gösterildi, bu insani tepkilerin hepsini boşa çıkarmak için “Siyasi Aleviler” kavramı üretilerek bütün Aleviler hedef gösterildi. Bu, tamamen katliamları görünmez kılmak, ortaya çıkan tepkileri sönümlendirmek ve etkisizleştirmek içindi. Maalesef bu tutum, HTŞ’yi ve canilerini daha çok cesaretlendirdi.. Oluk oluk Alevi kanının akıtılmasında bu algı üreticilerinin çok büyük payları vardır.
İkinci algı çalışmasına gelince; Sednaya hapishanesinin kapılarının açılması ve bunun üzerinden dünya kamuoyunu dehşete düşüren kurgulu görüntüler üretilmesidir. Üretildi diyoruz, çünkü gerçek anlamda fabrikasyon görüntüler servis edildi, bir algı Alevi katliamlarına “meşruluk” sağlamak için her şey için aşırı abartıldı, olmayan şeyler de varmış gibi gösterildi. Ama hiçbiri kanıtlı değil. Örneğin yerin altı mahkum dolu iddiası ortaya atıldı, Türkiye’den AFAD beton kırıcı ve hiltilerle çalışmada poz verdiler, ama ortada bir yeraltı hücreleri yokturdu. Tıpkı İsrail’in Filistin direnişi için ürettiği “40 bebeğin başı koparılmış” yalanını İsrail’i taklit ederek ortaya attılar, ama bunun için ne bir belge ne bir fotoğraf sunamadılar. 150 bin kişilik toplu mezar iddiası keza öyle.. Ayrıca çok sayıda tutuklu kadın ve çocukların serbest bırakıldığı görüntüleri de tamamen yalandı. Zira hemen sonra gerçek ortaya çıktı. Olan şuydu; Kadın sığınma evine cihatçılar baskın düzenlediler. Adı DAFA olan bu kurumun bütün elektronik eşyalarını yağmaladılar, kadınları ve çocukları silahla tehdit ederek ve korkutarak binadan kovdular, dışarıda bekleyen kameramanlar da “hapishaneden dehşet içinde kaçan kadın ve çocuklar” şeklinde servis ettiler. Ama kurumun müdürü Fida Dakuri, kuruma yönelik saldırıların tamamının kamera görüntülerini yayınladı. Evet yalanları ortaya çıktı, “Sednaya Hapishanesindeki dehşet” diye servis ettikleri fotoğrafların kiminin belgesel karesi olup yapay zekayla dönüştürüldüğü, kimi Viyetnam Savaşı Balmumu Müzesinden alınan fotoğraflar olduğu ortaya çıktı. Ama gerçekler kimin umurunda!.. Bir kere o istedikleri algı oluşmuş oldu, kamuoyunda dehşet duygusu ve travma yaratıldı, Alevi katliamlarına karşı duyarsızlık/tepkisizlik oluşturuldu ve hatta meşrulaştırıldı..
Alevilere yönelen vahşetin boyutları
HTŞ’nin Harekat İdaresi “silahlardan arındırma amaçlı teftiş” adı altında güvenlik operasyonu ve başlattığını duyuruyor, ama operasyonlar sadece Alevi mahalle ve köylerine yapılıyor. HTŞ cihatçıları Alevi köylerine tanklar ve ağır silahlarla giriyor, çoğu HTŞ’linin yüzleri maskeli. Önce halkı korkutmak için saatlerce rastgele ateş ediyorlar. Sonra evlere baskılar düzenleyerek, erkekleri köy meydanında topluyorlar, evler yağmalanıyor, telefonlara, altın ve paralara “bunlar size helal değildir, haram paradır” diyerek el koyuyorlar, evin eşyalarını, camlarını kırıp dağıtıyorlar, sonra köy meydanında işkencelere başlıyorlar. Ailelerine seyrettirilerek köyün erkeklerine işkence yapıyorlar, “Alevi misin, o zaman havla!.. yok iyi, havlamıyorsunuz, eşek taklidi yapın!.. Domuz Aleviler, Hepiniz bitireceğiz, Esad’ın köpekleri Şebbihalar…” şeklinde mezhepçi aşağılamalar yapıyorlar ve erkekleri insan onuruna asla yakışmayacak şekilde arabalara istifleyerek bir meçhule götürüyorlar. Çoğu tutuklanıyor, ama çok sayıda katliam da oluyor. Bazı cesetler yol kenarına bırakılıyor, bazı cesetler sokakta kurşunlanmış olarak bulunuyor, bazı cesetler elleri bağlı ve boğazı kesilmiş olarak bulunuyor. Örneğin Humus el Vaar mezrasında terkedilmiş harabe bir evde dördü kardeş beş gencin cesetleri toplu bırakıldı. Çoğunlukla girdikleri Alevi köylerinde bütün bu işkence ve tutuklamaları yapmanın yanı sıra evleri el koyuyorlar, kadın ve çokçuları köyü terk etmeye zorluyorlar. Örnek; Hama Matnin köyü: “Batı mahallesindeki (Alevi mahallesi) tüm evler soyulduktan sonra yakıldı, tüm malları çalındı, insanlar köye dönmeleri halinde ölüm ve idamla tehdit edildiler. Silahlı kişilere katılan ve aynı köyde yaşayan bazı Sünni aileler de Alevi sakinleri dövüp, silahla tehdit ettikten sonra evlerine el koydular. Sivil Sünni halkın Alevilere yönelik katliamlara katıldığı söylenemez, bunun gibi küçük istisnalar var.
HTŞ’nin Alevilere yönelik bu suçları, istisnasız operasyon çekilen her köyde aynı şekilde tekrar ediyor. Ancak Suriye’deki Sünni toplum ile diğer azınlıkların Alevilere dönük bu katliamlarına (korkudan dolayı) sessiz kalmalarından, uluslararası toplumun da katliamları yok saymasından, keza medyanın bu katliamların bir tür “bireysel saldırı” olarak sunmasından kaynaklı bir özgüvenle HTŞ yaklaşık 25 gündür özellikle Humus’un doğu, kuzey ve batı kırsallarındaki Alevilere yönelik adeta bir toplu imha operasyonları yürütüyor. Ve şiddeti her geçen gün daha artan operasyonlar, her bir köy özelinde toplu katliamlar arkasında bırakıyor. Örneğin Humus’un batı kırsalındaki sadece bir köyde (el Fahel köyü) 52 kişi katledildi. Cenazelerini alamayan köylülere 2 gün sonra (25 Ocak tarihinde) sadece 15 cenaze teslim edildi. Yaralılara tıbbı müdahale yapılması yasaklandı. Aynı sistematik katliamlar şu anda artarak ve sahil bölgesine doğru genişleyerek devam ediyor. Ve utanç verici ki, insanlık adına da olsa, uluslararası toplum hala tepkisiz!…