Bu röportaj Alevilerin Sesi dergisinin 296. sayısında yayınlanmıştır.
Bir dağın yamacında, unutulmuş gibi görünen bir sessizlik, bazen bir ülkenin en gür çığlığı olabilir. Zini Gediği, yalnızca bir coğrafi nokta değil; bu toprakların belleğinde derin izler bırakan, üzeri örtülmeye çalışıldıkça daha da belirginleşen, bastırıldıkça haykıran bir yaradır. Bu sayımızda yer verdiğimiz Zini Gediği dosyası, 1938 yılında hiçbir yargı sürecine dâhil edilmeden, sadece kimlikleri ve inançları nedeniyle katledilen 97 Alevi yurttaşın susturulmuş hikâyesinin izini sürüyor.
O yılın ağustosunda, Erzincan ile Dersim arasında, 3.000 metre yükseklikteki bir dağın başında, sadece inançları ve kimlikleri nedeniyle bir araya toplanan köylüler, üç gün boyunca aç ve susuz bırakıldıktan sonra topluca kurşuna dizildiler. Ne adları yazıldı resmi kayıtlara, ne bedenleri onurlu bir mezara kavuşabildi. O günden bugüne bir tek özür dahi gelmedi.
Zaman her acıyı unutturur derler. Oysa bazı acılar vardır ki, zamanla değil silinmek; aksine daha da derinleşir. Zini Gediği’nde yaşananlar da böyle bir acının parçasıdır. Aradan geçen 87 yıla rağmen, yakınları hâlâ yalnızca bir mezar istiyor. Bir taş, bir isimlik, bir çerağı uyandırma yeri… Çünkü bir insanı unutmak, onu ikinci kez öldürmektir.
Bizler biliyoruz ki adalet, sadece geçmişle değil, bugünle de ilgilidir. Bir halkın anıları, hafızası ve yas hakkı tanınmadan, gerçek bir yüzleşme olmaz. Anıtlarımız, sadece taş değil; belleğimizin, direnişimizin ve saygımızın ifadesidir. Devletin bu talepleri karşılaması, toplumsal vicdanın onarılması için en asgari sorumluluktur.
Taleplerimiz nettir: Zini Gediği’nin katliam alanı olarak tanınması, buradaki toplu mezarın tescil edilmesi, bir anıt ve hafıza mekânının oluşturulması, kurbanların yakınlarına mezar hakkının tanınması ve en önemlisi, resmî bir özrün kamuoyuna açıklanması.
Çünkü tarih susabilir, devlet susabilir; ama toprak, taş ve insan hafızası susmaz. Zini Gediği hâlâ orada, sessizce bekliyor. Beklediği yalnızca anılmak ya da anlatılmak değil; adaletle buluşmak. O dağ başında susturulan sesler, bugün hâlâ vicdanı olan herkese soruyor: Bu adaletsizlik ne zaman sona erecek?
Unutturulmaya çalışılan her acı, hatırlandıkça iyileşir. Biz bu satırları bir çığlığın yankısı kulaklarımızdan hiç gitmeden yazıyoruz. Çünkü yasımız, bizim ışığımızdır. Çünkü biz sussak bile, tarih susmaz.
Zini Gediği, bu toprakların yüzleşmesi gereken bir gerçeğidir. Ve adalet ancak hatırlamakla, yüzleşmekle ve onarmakla mümkündür.
Saygıyla ve sorumlulukla,
Erdal Kılıçkaya
Alevilerin Sesi


