Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 294. sayısında yayınlanmıştır.
Yaklaşık on beş yılı aşkın bir süredir kolektif hafıza, travmatik geçmişlerin kamusal alandaki temsilleri, anıtlar ve anma mekânları üzerine disiplinlerarası bir çerçevede çalışmalar yürütüyorum. Bu süreçte, dünyanın farklı coğrafyalarında gerçekleşmiş toplu katliamlara ilişkin anıtlar, anma mekânları, müzelerde gözlem ve analizler gerçekleştirdim. Erzincan’ın Kılıçkaya köyünde Zini Katliamı’na atfen tasarlanan “Ateş Çemberi” anıtı ve Zini Gediği’ndeki anma mekânı ile Paris’te inşa edilen Alevi anıtı, bu bağlamda yürüttüğümüz hafıza çalışmalarının somut örnekleri arasında yer alıyor. Bu deneyimler, anıtların yalnızca geçmişi hatırlama ve hatırlatma işleviyle sınırlı olmadığını, aynı zamanda toplulukların travmalarını dönüştürdükleri birer iyileşme alanları olarak işlev gördüğünü ortaya koyuyor.
Bu bağlamda, 4 Mayıs 2025 tarihinde Berlin’in Blücherplatz meydanında açılışı gerçekleştirilen Dersim Soykırım Anıtı, hem tarihsel bir kırılmanın tanıklığını üstleniyor hem de Alevi topluluğunun kolektif hafızasını mekânsal olarak görünür kılıyor. 1937-1938 Dersim Tertelesi’nin 88. yıldönümünde, sanatçı Ezgi Kılınçaslan’ın tasarımıyla inşa edilen Dersim Soykırım Anıtı, Berlin Dersim Kültür Derneği ve Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu’nun inisiyatifiyle yükseldi. Çağdaş sanatın ifade olanaklarından yararlanılarak inşa edilen bu yapı, Alevi kimliğinin yalnızca acıyla değil, direnç ve umutla örüldüğünü de vurguluyor. Anıtın tasarımı, sanatın travma sonrası hafızayı yeniden inşa etme gücüne işaret ediyor.
Anıtın merkezinde, Dersim’in Hozat bölgesinden getirilen sembolik bir taş yer alıyor. Bu taş, yalnızca fiziksel bir nesne değil, aynı zamanda hafızanın taşıyıcısı ve aktarıcısıdır. Üzerine yerleştirilen kalp formu, anıta hem duygusal bir derinlik hem de ritüelistik bir anlam katıyor. Belirli günlerde açılarak acının, yasın ve anmanın paylaşılabildiği bir alan sunan bu yapı, bireysel travmaları kolektif bir anlatıya dönüştürme potansiyeli taşıyor. Aynı zamanda, “Taş olsa çatlardı” atasözüyle ilişkilendirilen bu biçimsel yaklaşım, bastırılmış hafızanın dile gelme arzusunu estetik bir düzlemde ifade ediyor.
Anıt, yalnızca 1937-38 Dersim Katliamı’nı anmakla kalmıyor; aynı zamanda Alevi kimliğinin direncini, sürekliliğini ve geleceğe dönük umudunu temsil ediyor. Alevi topluluğu için bu yapı, kimliğin sadece acıyla değil, bu acıya karşı geliştirilen dayanıklılık ve dirençle kurulduğunu gösteriyor. Anıtın Berlin’de, Nazi döneminde direniş hareketlerine tanıklık etmiş Blücherplatz’da konumlandırılması, mekânın tarihsel yüküyle yeni bir anlam katmanını buluşturarak evrensel bir dayanışma çağrısı oluşturuyor. Böylece iki farklı direniş hafızası —Nazi karşıtı mücadeleler ve Dersim Tertelesi sonrası oluşan toplumsal travma— aynı mekânda kesişiyor.
Açılışın kamusal alanda gerçekleştirilmiş olması, hafızanın sabit ve geçmişe hapsedilmiş bir olgu değil; sürekli inşa edilen, tartışılan ve yeniden yazılan bir toplumsal süreç olduğunu gösteriyor. Anıt, bu yönüyle geçmişi temsil etmekten öte, hafızanın güncel politik, kültürel ve kimliksel yönelimlerle ilişkisini açığa çıkarıyor. Genç kuşakların anıtla kuracağı ilişki, sadece tarihsel bilgi edinimi değil; aynı zamanda kolektif kimliğin yeniden üretimi ve toplumsal travmanın kuşaklararası aktarımına dair eleştirel bir farkındalık yaratma potansiyeli taşıyor.
Dersim Soykırım Anıtı; hafızanın mekânda cisimleşmiş hali olarak, geçmişin sessizliğini bozan, inkârın gölgesinden çıkarak toplumsal iyileşmeye katkı sunan bir yapı niteliğindedir. Travmanın kolektif boyutunun tanınması ve bu tanıklığın sanatsal bir biçimde görünür kılınması, hem topluluğun kendisi için hem de uluslararası kamuoyu nezdinde önemli bir etik ve politik duruşu temsil ediyor. Anıt, yalnızca bir yas nesnesi değil; aynı zamanda bir direniş estetiği ve umut pratiğidir.
Hafıza, geçmişi değil, geleceği inşa eder. Bu anıt, acıların gölgesinden şefkate ve umuda uzanan bir köprü olarak, insanlığın ortak vicdanına sesleniyor.