Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 289. sayısında yayınlanmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin belki de en kara sayfalarından biri 1937 ve 1938 yıllarında Dersim bölgesinde yaşananlardır.
“Tunceli tenkil harekâtı” olarak bilinen Desim halkına yönelik toplu imha kararı 4 Mayıs 1937 de yapılan bakanlar kurulu toplantısında alındı. Ve aynı gün Dersim toprakları bombalanarak, Erdoğan’ında itiraf ettiği gibi, 50 bin masum insan vahşice katledildi. İdam edilen Alevi Yol önderleri Seyit Rıza, oğlu Usen, Wusênê Seydi, Aliye Mirzê Sili, Hesen Axa, Findiq Axa ve Hesenê Ivraimê Qijî’ın yakınları bugün halen dedelerinin mezarlarını aramaktadırlar.
Yapılanlar BM Soykırım Sözleşmesindeki başlıklarla örtüşüyor
Önceden bütün ayrıntıları ile planlanan soykırım 37 baharında start aldı ve 4 Mayıs 37’de alınan karar ile Dersim Soykırımı başlatıldı. Onbinlerce Dersimli Kızılbaş Alevi çocuk, yaşlı, kadın ayırımına tabi tutulmadan kitlesel olarak katledildi. Dersimliler ölülerini gömme firsatına dahi sahip olamadılar. Soykırımdan Canlı olarak kurtulanlar önceden belirlendiği şekliyle yurdun her tarafına serpiştirildiler. Dillerinden, inançlarından, kültürel değerlerinden ve köklerinden arındırılarak; Türkleştirilip, Müslümanlaştırılmak istendiler. Yaşam alanları askeri yasak bölge ilan edildi. Kız çocukları zorla alınarak subay ve zengin eşrafa verildi. Dersim ileri gelenleri istiklal mahkemerinde yargılanarak ağır cezalara çarptırıldı. Üzerinden 87 yıl geçmesine rağmen, idam edilenlerin mezar yerleri açıklanmadı. Birleşmiş Milletler’in 1948’de, suçun engellenmesi ve cezalandırılması sözleşmesinin 2. maddesinde belirtildigi gibi: Etnik / Ulusal veya bir Din / İnanç grubunun bütününü veya bir bölümünün yok edilmesi politikalarının her biri Dersim’de yapılanlarla birebir örtüşüyor.
Yüzleşmeyi Beceremeyenler Yeni Fail Geleneğini Miras Bırakıyor
Bu ülkede milyonlarca insanın kolektif travması var. Travma geçirmiş insanlarla çalışan terapistler bilirler; hile yaparsanız başarısız olur ve kaybedersiniz. “Dersim’de isyan vardı, biz de o isyanı bastırdık” demek hile yapmaktır. Bu ve benzeri yaklaşımlarla yaşanan acıların dinmeyeceği kesindir.
Devletin Alevileri sevmediği bir gerçek. Buna rağmen «Öpüşün ve Barışın» demek hile yapmaktır. Yavuz’dan günümüze Aleviyi katledenlerin, “Cemevinin elektrik parasını biz ödeyelim de barışalım” demesi de hiledir. Bu kadar acıyı bir elektirik faturasına veya Dedelere maaşa bağlayarak halledeceğini düşünmek hokkabazlıktır. Barışmak güzel, ama çok zordur, gerçekleşirse de çok daha güzeldir. Barışın kapısı “Yüzleşmek”, “Suç Bilinci Geliştirmek”, “Bağışlanma Derdinde Olmak” asıl kendi içinde insanın kendisini bağışlama eğilimiyle aşılabilir. Yıkılanı onarmak mümkün değil, ama yıkılanı “Onarma Çabası” insan olma çabasıyla örtüşüyor çoğu kez. Yüzleşmeyi beceremeyenler fail geleneğini de miras bırakıyorlar gelecek kuşağa. Türkiye’nin yakın dönem toplumsal tarihinde gün yüzüne yeterince çıkarılmamış, belgeler ve tanıkların sunduğu veriler ışığında kamusal alanda tartışılmamış pek çok olayın olması, böylesi toplumsal travmaların kuşaktan kuşağa farklı biçimlerde yeniden yaşanmasına neden oluyor.
Bundan dolayı da Dersim de zulüm; 37-38’de soykırım, 2024’te kayyum olarak devam ediyor. Dersim halkı haktan ve özgürlükten mahrum bir şekilde hayata tutunmaya çabalıyor. Günlük yaşamına; Dersimliye hak değil katliamlar, hepimizi kendi formuna benzetmek için kırımlar, göç ve iskan politikaları, özgürlüğümüzü yok etmek için olağanüstü haller, kayyum belediyeciliği reva görülüyor. Durum öyle bir boyut aldı ki, bölge de olağanüstü haller olağanlaştı ve cumhuriyetin hukuku haline geldi.
Sonuç itibariyle, Dersim’de dinmeyen çığlık, devam ediyor.