Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 292. sayısında yayınlanmıştır.
Kaktüsler Susuz da Yaşar
Ağıtlar hangi dildenmiş ne önemi var bu topraklar da analar ağlıyor, bazen gözyaşları içe aksada.
Mamak’lı Kadınlarla Dayanışma ve 1 haftam mı 1 ömür mü?
Yalnızlık bazen değerlendirme yapmaya neden olurken bazen de istemesen de eskiye dönmenin aracı oluyor. İki haftadır hummalı bir maraton yarışında buldum kendimi ona hazırdım benim sözüm olmamasına rağmen kendimi için de çok hissettiğim Mamak’lı Kadınlarla dayanışmanın heyecanıydı bu. Frene basmama engel olmuştu, söz vermeden söz vermiş oldum destek olmaya. Bir tiyatro izleyecektik hep birlikte kadınlar. 70’li yıllar ve 80’li yıllardan bahsederken çok anımsanmayan kadınlara ait bir hafıza yenilemeydi bu tiyatronun konusu. İstedim ki tarihi yazanların sadece erkekler olmadığının izlerini geleceğe teslim edecek bir oyunu herkes izlesin ve yoğun bir çaba gösterdim. Aslında isteyince yapmayacağımız iş yoktur.
Yaş aldığımız yıllarda bedenimizin de ruhumuzun da pek kıymetini bilemedik ama inandık ya yürüdüğümüz yola, söz verdik ya hedefe ulaşmaya ne yapalım tek yol vardı artık yürünecek önümüzde açılan zorlu ama bir o kadar da güvendiğimiz yol.
Cumartesi günü KAKTÜSLER SUSUZ DA YAŞAR oyununu izlemek için hazırdım, kadınlar öbek öbek gruplar halinde geliyor, kucaklaşıyorlardı. Pamuk Yıldız’ı uzaktan gördüm, Pamuk Yıldız mı kim, 80’li yılları yaşayanlar bilir o dirençli, o fidan bir kadının yaşadıklarını. Oyunu izlemeye girdim salon doluydu yaşdaşlarımla, kimi arkadaşını görmeye kimi anılarını tazelemeye, kimi ‘istemiyorum o günleri hatırlamayı’ diyerek de olsa bu buluşmaya gelmişti.
Profesyonel olmayan kavgaya inanmış kadınlardan oluşan bir kadro ile oynanan oyunu izlemeye başladım. Bazen kendimi kontrol edemedim. Necdet Adalı ve Erdal Eren’i anlatırken gözlerimden yaşlar dökülürken Raci Tetik’in adı geçince kontrolsüzce ‘ŞEREFSİZ’ diye bağırdım. Kah oturdum kah kalktım.
Ve birden yıl 1983 oldu, takvim sayfaları geri döndü.
O günlere devrettim bugünü 26 yaşımda genç bir kadındım. 2 minik çocuğumla zıplayarak yürüyen biraz çelimsiz kadın, biraz iri çocuk.
Soğuk bir gündü hayatımın o gün bu denli değişeceğini bilemedim alışıla gelmiş bir gün gibi uyanmıştım aslında. Kızım ilkokul 1. Sınıftaydı, oğlum 3 yaşında. Etibank Blokları 5. Kat .
Kızım okuldan gelmişti oğlum evde sıkılmıştı dışarı çıkmak istedi üstlerindeki kabanları ve o üç günü hiç unutamadım ki ama hiç.
Kışın erken kararır hava üzerine korku ve belirsizlik dahil olursa karabasandır o gün bilemedim soğuk ve parlak güneşin bulut ardına saklandığı o günün beni yeni bir yolculuğa taşıdığını, bilemedim tek başına yaşayacağım iki günün ömrümün tüm yıllarına yayılacak iz bırakacağını.
Yıllar önce o gün yaşamımda unutmadığım o iki gece 3 gün; Çocuklar evde sıkılmıştı çocuk bahçesi sitenin içindeydi oraya gittik oyalanmak için. Apartmanın girişinde ki otopark kolay izleniyordu oradan ama bir hareketlilik filan sezmemiştim. Çocuklar üşümeye başlayınca eve gidelim dedik ve kabus o an başladı. Bir yanım tiyatro sahnesiydi bir yanım 183 yılı. Asansörün düğmesine bastım Kat 5, bakmaya bile gerek yoktu artık ezberimdi o kat evimin katıydı. Asansör durdu elimden sıyrıldı oğlum koştu evimizin olduğu yöne doğru, O da neydi kapıda üç adam bekliyordu. Anahtarı cebimden çıkarıyordum ki bir tane de arka taraftan geldi ‘ kapıya dokunma ‘ dedi. Neden diyerek hiç tahmin etmeden bu benim evim dedim. Polisiz dediler ve devam ettiler ‘ kapıya elektrik vermişler, sayaç çok hızlı dönüyor’ diye. Şaşkındım hala, şimdi düşününce ne kadar hazırlıksızmışım o günlere diyerek kaşlarımı çatıyorum.
‘ Yok benim evim o ev öyle bir şey yok ‘dedim ve anahtarı deliğine elim titreyerek yerleştirdim ‘ içeride elektrikli radyatör var soğuk diye kullanıyoruz dedim Onu bile akıl etmezdim ama fatura yüksek olunca nedeninin bu olduğunu konuşmuştum aklımda kalmış.
İşte benim için ağır romanın sayfaları açılmaya başlamıştı çocukları kendi yatak odama yerleştirdim, oyuncaklarını da oraya götürdüm oğlum minicikti civa gibiydi bir yerlere sığmıyordu. Onlar mı neresi olacak evimizin en özel yeri salona yerleştiler. Evi gezdiler ve beklemeye koyuldular. Hala tam olarak kavrayamamıştım ne olduğunu ve nasıl davranmam gerektiğini.
Onlar geldikten yarım saat sonra evin telefonu çaldı, çocukların kapısını kapadım minik mutfaktaki ocağın üzerinde çaydanlık kaynamaya başlamıştı bile hizmet edecektim evimde ki yabancılara, neden mi tek yanıtı vardı çocuklarım hissetmesin.
Telefonu açtık koltuğumun altına silahı dayadı ve asla belli etmeyeceksin dedi polis.
Tamam ben belli etmeyecektim de telefonun karşısında ki eşim Feridun biliyor muydu evde polisin karargah kurduğunu hiç haberi yoktu elbette onlardan.
Hiç aralıksız kelimeler döküldü ağzından zorla laf çıkan Feridun’un, ‘ Polis iş yerini bastı beni almak için ben ofiste değildim, Sünger ile Hoşdere’den geçiyoruz ve gidiyorum belki eve de gelirler çocukları al çık istersen’ dedi ve telefon kapandı. Aman ben nasıl bir durumdaydım polis o anda telsizden sözleri dökmeye başladı, Profesör diye hitap ettiği adama ‘ aranmakta olan şahıs Hoşdere Caddesinden aşağıya iniyor gerekirse vur emri verin’ diyordu. Bu bir film sahnesi miydi, rüya mı görüyordum uyandım çocukların sesi ile onlara çay ikram ettim. Tek derdim çocuklara bir şey yaparlar mıydı, kalbim gümlüyordu her damarı ayrı atıyordu, kaçan bir eş ardından vur emri, 2 minik çocuk ve ben tecrübesiz bir kadın. Şimdi olsa belki de kartal kesilirdim ama nerde o günkü tecrübesizlik ve zalimler karşısında ses çıkarmak mümkün müydü.
Ve gecenin ağırlığı çöktü evin içine nasıl geçecekti bu gece bir bilinmez karanlık yolun içine dalmıştım bir aydınlık kapı vardı iki çocuğumun parlayan gözleri minicik elleri
Onların yemeklerini hazırlayıp tepsiye koydum ve yatak odasına geçtim bunlar da açız demezler mi beynimden kaynar su döküldü.
Çocuklar pirzola yiyecekti ve pilav onlara da 2’şer kalem pirzola koydum. Bu arada 4 kişiden 1 tanesi gitmişti 3 kişilerdi.
Yemek yedi minicikler biraz oyalandık bizim yatağa yatırdım. Tuvaletim çok gelmişti gidemiyordum ben odadan çıkarsam onlar odaya gelir mi diye ah gece ah ağır romanın sararan sayfaları ben o sayfaları hiç sarartamadım bugün yazılmış gibi duruyor satırlar, saatler. Ses geldi salondan ‘battaniye var mı’ diye götürdüm iki battaniyeyi teslim ettim onlara birisi ikili koltuktaydı, biri yan tarafa bakan camın önündeki koltukta diğeri kapıya yakın koltukta.
Çocukların yanına geçtim hızla, yatak odasında ki camın önünde radyatör dilimleri vardı onun üzerine oturdum saatin akrep ve kovanını hızlı döndürebilsem diye düşünürken aklıma bir şey daha takıldı ya eve birisi haber alıp gelirse ya misafir gelirse diye ikinci bir korkumda buydu artık geleni alacaklar ve bu zincir kim bilir nerelere uzayacaktı of.
Saat 20:00 gibiydi camdan oturmuş dışarı seyrederken bir arabanın birkaç gez caddeden inip tekrar geri geldiğini fark ettim araba da camdan bu tarafa kafasını çevirip bakan da tanıdıktı, çocukların halası Nedret’ti umarım evin kapısını çalmazdı. Ve doğru yaptı çalmadı 3 kez evin önünden geçtikten sonra artık o da yoktu.
Yalnızdım doğduğum, büyüdüğüm, okuduğum, gelin geldiğim çocuklarımın doğduğu bu evde de dünyada da yalnız ve çaresiz. Su bile içmeden kaloriferin üzerinde geçmişti gece.
Sabah daha da soğuktu herhalde açlık mı yok hiç öyle bir duygu.
Ama tuvalete gitmek zorundaydım parmak uçlarıma basarak gittim kapıyı kapattım tuvaletin kapısını kilitleyemedim ses olursa yetişemem diye.
Saatler ilerledikçe çocukların yan odaya geçmesine izin verdim salon koridorum sonundaydı onları bir odada tutmak mümkün değildi.
Sinan susamıştı minicik ayaklarıyla mutfağa yöneldi salona girdi çıktı ben mutfaktaydım babamın arkadaşlarının tabancası var dedi. Hiç konuşmadık bunları yıllar geçtikten sonra üzeri kapalı anımsadığımız da onlarda iz yoktu herhalde mutlu oldum.
Babanın arkadaşları diye ben söylemiştim çocuklara ne diyebilirdim Polisler evi bastı babanı arıyorlar mı, ne diyebilirdim?
Zaman dünden daha mı hızlı akıyordu, kahvaltı yemek derken saat yaklaşık
17: 30 sularında korktuğum başıma geldi ve kapı çaldı. Daha önce ekmek için gelen apartman görevlisiydi polis kapının arkasına geçti silahı yandan dayadı yine kapıyı tam açmadım sakın belli etme dedi öyle de yaptım. Bu kapı çalması iyiye delalet değildi, açtım kapıyı karşımda işten çıkmış anacığım elinde bir torba ile duruyordu, polisin silahı mı yine kolumun altına dayanmıştı. Annem içeri girdi kapı kapanınca bütün çirkinliği ile polis elindeki silahı anneme doğrultarak duruyordu. Zihnime yer etmiş bir sesle ‘damadının arkadaşıyım ‘ dedi annemse ben bilirim ‘Polisten dost ayıdan post olmaz’ dedi ve yere serildi.
İşte Mamak’lı Kadınların Cezaevi acıları ve dayanışması, Kaktüsü susuz yaşatma benim zihnimin silinmeyen tarihine kelepçe vurmuş.
Ah analar evlatları için dayanmayacakları acı olmayan canını veren ah analar ne çok üzüldük, ne çok üzdük sizi.
O nedenledir ki bizler bu dünyadan alacaklı gideceğiz yaşamlar birer birer toprağa düşerken çocuklarımızın adı Sinan, Deniz, Dilan, Helin oldu fide verdiler. 09.02.2025 Emel
Not: Arkadaşımız Mustafa Erdem’li ‘bu kadar ayrıntıyı nasıl anımsıyorsun ‘ diye sorunca yanıtım ‘bazı günler unutulamıyor’ oldu sadece.