Pazar, Mart 23, 2025

Ayten Kaya Görgün: Babasına Şaşırıyormuş!

Date:

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 292. sayısında yayınlanmıştır.

Üstünde hiç düşünmediğiniz bir konuyu, kendiniz hakkında bilmediğiniz bir şeyi sizden olma bir velet, karşınıza çıkıp genelde bu mutfakta olur, ağzındaki makineliyle sizi vurup geçer. Canınızın evinden vurulduğunu nice sonra anlarsınız.

Tabağında ıslak kek, ortada hiç konu yokken, “Sen ve kardeşlerin devletten korkuyorsunuz.  Üstelik içinizde hapse giren de yok ama babam ve kardeşleri devletten sizin kadar korkmuyor. Oysa onlardan hapse giren de var. Siz devletten niye bu kadar korkuyorsunuz ki?” dedi ve cevap beklemeden gitti. Elinizde bıçak, önünüzde sebzeler öylece kalakalırsınız. Kalakaldığınız yerden öteye gidebilmek için sadece kendinize değil, kendinizden öncekilere de bir ağıt yakmadan, derinden, kadın erkek bin kişinin sesinden “aah” gelmeden evet öteye geçemezsiniz. İsterseniz perdeleri çekip camları açın. Sadece hatırladıklarınız bile nefesinizi daraltacaktır.

Küçükken, babam akşamları televizyonu olan evlere gitmeyelim diye bir oyun kurardı altı çocuğuyla. Dizlerimiz üstünde bir çemberde oturur gibi otururduk babamın sağında solunda. Bu oyunu çok seviyordum, babam dizlerini dövüp öne arkaya sallanarak “Ali mürşit güzel şah. Şahım eyvallah eyvallah…” dedikçe, biz altı kardeş babamın arkasından dizlerimizi döverek tekrarlıyorduk “Sen Ali’sin güzelsin, şahım eyvallah eyvallah…” * Sonrasında babam yerinden kalkıp elinde süpürge ile dairenin içini süpürür gibi yapar, süpürge havada dönerdi. Arkasından anneme seslenirdi, “Lokmaları getir.” Annem her birimize ya bir elma ya bir portakal verirdi. Fazlası yoktu.

Yıllarca bu sahneler babamın kurduğu bir oyun olarak kaldı aklımda. Çok sonraları çözdüm babamın ne yapmak istediğini. Babam üç günlük okula gitmiş haliyle bizi bir araya getirip bildiğini, inandığını, gördüğünü aktarıyordu. Şimdi anlıyorum ki çabası çok kıymetliymiş.

Sokağa çıkarken bir yandan annemin bir yandan babamın usanmadan her gün kulağımıza taktığı küpelerin sesi hala peşimde, “Size okulda, yolda Alevi misiniz, Kürt müsünüz diye sorarlarsa, “Hayır” deyin ve çok konuşmayın, uzaklaşın oradan.”

Pirsultan’dan, Maraş’tan, Çorum’dan bahsetmeyip sadece işyerlerinde yaşadığım, yaşadığımız ayrımcılıkları anlatsam. Bir saatten sonra nasıl patolojik bir duruma dönüştüğünü dillendirsem, sıcağından reisin rakibine yaptıklarını hatırlatsam, konuyu Madımak’a hiç getirmesem bile, bu kadarı cevap olur mu benim velette?

Bir ortama girdiğinde nerelisin sorusunun, bu topraklarda evvelden beri sıradan bir soru olmadığını bilir misin evlat? Sen demesen bile, ağzındaki dil gibi kaşını gözünü de okurlar. Günün sonunda aynılar, tedirgin yürüyüşlerinden tanıyıp sokulurlar birbirlerine.

“…Ne başka yer ne başka zaman
Bizler için hala bir yerlerde çalınan
Sis çanları var
Belki bir gün buluşur diye
Aynı ormanda kaybolan çocuklar.”

**

Korku deyip geçme, dededen toruna, torundan evlada. Kaç aile dizimi yaparsan yap, köklerin arasında dolaş dolaşa bildiğin kadar, kolay kolay silemezsin bunu, çünkü kemiğe değil ta iliğe işlemiştir. Yanlışın var diyebilseydim keşke, ne yazık ki doğrusun evlat. Korkuyorum bu devletten. Müfredata, tarih derslerine geçmeyen, dersi alınmayn ve kabuk bağlamasına fırsat verilmeyen, kimsenin üstüne giymediği orta yerde utançlar var. Sıkıştıkları zaman altına odun attıkları bir kazanı yıllar yılları kaynatıyorlar. Korkan sadece ben ve kardeşlerim değil evlat, biz sandığından da çoğuz, farklı farklı kazanlarda kaynatılan.

Hani günün sonunda erkeklerdeki çoğu maraz için analarını suçluyorlar ya seni okula gönderirken de korkuyorum oğul. Ders diye seni elimizden alıp özünü bozuyorlar. Okuldan geldikten sonra eteğimin boyuna karışıyor, anneannenin ağzındaki dili beğenmiyorsun. Yolda senin sen olmana yoldaşlık etmeye çalışırken görüyorum ki hamurundan bambaşka bir şey pişirmeye niyetleniyorlar. Evet, devletin okulundan da korkuyorum.

“İkilik kinini içimden atıp
Özde ben bir insan olmaya geldim
Taht kuralı ariflerin gönlüne
Sözde ben bir insan olmaya geldim
Serimi Merydana koymaya geldim…”

***

Sabrediyorum, diliyorum ki okulun kapısını çekip geldiğinde insan yanın çok hırpalanmasın. Gerçi geçecek öyle çok kapı var ki!

Velet bilgisayarın etrafında biriken tabağı bardağı getirirken bu kez söyle dedi “Babamı bir de Figen Teyze’yi hiç anlamıyorum. Alevi değil, Kürt değil neden bu kadar koşturuyorlar ki? Yok şu miting, yok bu işçi hakkı, İnsan ticareti, insan hakkı, neymiş demokratik haklarmış. Sen koştursan neyse, evin azınlığı sensin babama ne oluyor?”

“Baksana” diyorum, “Babanın ve Figen Teyze’nin koşturması çok daha kıymetli değil mi?”

Tam kapıdan çıkarken eşikte durup yüzüme baktı, “Haklısın onların bunu tercih etmesi çok daha kıymetli. Ama yine de bu evin azınlığı sensin.” Sırıtıp gitti.

Bir sevinç payı çıkarıyorum kendime, bu cümleleri kurduğuna göre demek ki bütün gün oyun oynamıyor. Ve geçti artık o kapıyı, eteğimin boyuna karışmıyor.

* Kul Himmet
** Murathan Mungan’ın Sis Çanları şiiri.
*** Nimri Dede

Paylaş

spot_img

İlginizi çekebilir

Bunlara baktınız mı?
Benzer Başlıklar

Prof. Dr. Nazire Akbulut: Canlı ve Taze Kadınlar

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 292. sayısında yayınlanmıştır. Bir edebiyatçıya...

Yaşar Seyman: Kadın Mücadelesi Yaşam Mücadelesidir!

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 292. sayısında yayınlanmıştır. “Eğer tahtta...

Emel Sungur Uzman: Kadınlar Güçlüdürm Hele Çocukları ve İnandıkları Dava Söz Konusu Olursa

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 292. sayısında yayınlanmıştır. Kaktüsler Susuz...

S. Nazik Işık: Aile Yılı’nın Defterinde Yazanlar Kadınlara Ne diyor?

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 292. sayısında yayınlanmıştır. Cumhur iktidarı,...

Alevilerin Sesi dergisine abone olmak ister misiniz?