Pazar, Mart 23, 2025

Ayhan Yalçınkaya: Feyzullah Çınar’ın Bağından-3 “Kınamalı Sizi Hakkı Sevmeyenler”

Date:

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 290. sayısında yayınlanmıştır.

Bu bölümde Feyzullah Çınar’ın yorumu dışında, aynı demenin (KBHS) birkaç farklı yorumunu kısa kısa da olsa ele almaya çalışacağım. Tahmin edilebileceği gibi, bu yorumların hemen tümü F. Çınar yorumundan köklü farklılıklar içeriyor. Bu farklılıkların en başında en kötü biçimde, yerli yersiz demenin sözleriyle oynamak, bütün anlamını boşaltmak geliyor. Kuşkusuz bir eseri, hele de artık anonimleşmiş bir eseri bence icracı farklı sözlerle okuyabilir; bunda bir beis görmüyorum kişisel olarak. Ama eğer sözleri değiştiriyorsa, bu değişikliğin belirli bir bağlama, ortama uyması beklenir. Keyfekeder bir değişiklik yapılamaz. Değişiklik öyle yapılmış olmalıdır ki değişikliği yapanın demeye ilişkin reflekslerini, demenin bağlamı, ortamı içinde ya da o kültürel sahada karşılığını bulabilmeliyiz ve elbette değişikliği yapanın bu kültürel sahada az çok yetkinliğini de beklemeliyiz zannımca. Bir örnek vermek gerekirse Feyzullah Çınar da kimi icralarında demenin sözlerini değiştirir. Örneğin bunların en ünlülerinden biri “Aşktan başka din ve iman gerekmez” adlı İbreti’nin ünlü deyişinin bir dizesindeki sözcüğü tümüyle başka bir bağlama çekmesidir. Deyişte “Kuş dili okunur irfanımızda/ Arabi Farisi lisan gerekmez” denirken, Feyzullah Çınar bunu “Türk dili okunur irfanımızda” diye değiştirir.[1] Kuşkusuz, bu vurgu Kemalist bir vurgudur ve şiirin yapısına tümüne aykırıdır. Ama yine de o günkü Alevi dünyasının sosyal demokrat eğilimlerinin kemalist tezahürü içinde bu değişiklik kolayca anlamlandırılabilir; yani karşı çıksak da, bu değişikliğin ortamı ve bağlamını anlamlandırmakta güçlük çekmeyiz. Üstelik Arabi ve Farisi olanın dil olduğu gözetildiğinde deyişin yapısına da uygundur; bir dil kaldırılmakta, öteki dil konulmaktadır. Fakat tevile gelmeyecek olan şey, İbreti’nin dilleri aşan deyişini ve aşmaya çağıran tutumunu Türk diline sıkıştırılmış olduğudur. Yine de İbreti’nin bir başka deyişinde “Arapçam kısadır biraz, safi Türkçedir lisanım” dediği gözetilirse bu bile anlaşılabilir. Bir diğer ünlü örnek Feyzullah Çınar’la Davut Sulari’nin karşılıklı okuduğu ünlü Nesimi deyişi, Minnet eylememdir.[2] Feyzullah Çınar’la karşılıklı bir muhabbetle Minnet Eylemem’i icra ediyorlar. Ancak deyiş Feyzullah Çınar’da, şah beyitiyle bitiyor. Bunun üstüne Sulari, hem Nesimi’nin hem kendi adının geçtiği yeni bir dörtlük ekliyor bu ünlü deyişe. Eklenen dörtlüğe bakıldığında hiçbir uyumsuzluk olmadığı görülüyor; hem biçimsel, hem tematik olarak. Bu anlamda icra edilen deyişlerin sözlerinde değişiklikler beklemek, hele de “sözlü kültürün” icralarda kulaktan kulağa taşındığı düşünülürse, olağan sayılmalıdır. O yüzden değil midir zaten birden fazla Pir Sultan’ımız ve Şah Hatayi’miz olması ve bu ne güzeldir? Ama bu, o günün koşullarında ve bağlamında anlamlıyken, aynı ortam ve bağlamı deneyimlememiş, hatta onun üstüne iki satır okuma lütfunu göstermeyenler tarafından yapılınca, karşımıza çıkan şey, deyişi yenileme, nefes aldırma, canlandırma, zenginleştirme değil, düpedüz çarpıtma sonucunu veriyor  ve dahası, bu çarpıtılmış ürünler giderek “aslının” yerine geçmeye başlıyor; bir virüs gibi yayılıyor. Öyle ki Celali Baba’nın başına gelen şey, Çınar’ın yorumladığı KBHS’nin de başına geliyor. Alevi Bektaşilikten Nakşiliğe devşirilen Celali Baba gibi, bu deyiş de “tasavvufi türküler”e devşiriliyor.

Kestirileceği gibi KBHS’nin tasavvufi bir yorumuyla başlayacağım ama öncelikle deyişin saptayabildiğim kadarıyla tam metnini yazayım ki neyin üstüne konuştuğumuz biraz daha açık hale gelsin.

(Kınamayın beni) “Beni kınamayın Hakk’ı sevenler/ Rüzgâr esmeyince dal ırganır mı/ Küllî boş değildir aşka düşenler / Katre düşmeyince sel uyanır mı// (F.Ç-E.E.D.A-İ.Ö-Ö.Ç-C.D-N.A-E.E-Z.K-Ü.D)

Dil meftun olmazsa âşık yârine /Yanar mı pervane şem’in nârına /Ah u zâr çekmese Hak dîdârına/ Uyanıp hâbından su dolanır mı//(C.D)

Öyle bir Leylâ’ya Mecnûn’um billâh/ İsminde okunur harf-i Bismillah/ Tutuştu  her yanım hasbeten-li’llâh / Mevlâ’yı zikreden kul kınanır mı // (F.Ç-E.E.D.A-C.D-E.E-Ü.D)

Nice birâlemin Perverdigârı / Mevlâm her kuluna vermez bu kârı / Gûn-be-gün artıyor bülbülün zârı /Goncasız gülşene gül yamanır mı //(İ.Ö-Ö.Ç-N.A-Z.K-Ü.D)

Buldu Celâli’yi Kırklar Yediler /Erkânı öğretip hizmet verdiler /Haşre dek bu çarhı çevir dediler /Sormadım ki buna kol dayanır mı” (F.Ç-E.E.D.A-İ.Ö-Ö.Ç-N.A-E.E-Z.K-Ü.D)[3]

Üzerinde duracağım ilk icracı Cevat Dursun ve KBHS yorumuna Bülbüllerden Güle Tasavvuf Türküleri içinde yer veriyor. Klişe tasavvufçular yıllar yıllardır “bülbülden/gülden” ötesini göremiyorlar anlaşılan; tam da “kargayı güle kondururken” hem de. Albümün adı neden “türkü” olarak konulmuştur bilinmez; belki seçtiği eserlerin müzikal formu yüzünden ya da belki icraların sabitlenmiş anonim bir tarzı olduğu imasının arkasına saklanmak için. Aşırı yoruma gerek yok ama Cevat Dursun, albümdeki diğer icralarında şah beyitleri mutlaka söylerken, nedense KBHS icrasında şah beyiti söyleme gereği duymuyor ki böylece eser zaten en azından bu albüm için anonim kalıyor; albüm bilgisi içinde Celali Baba Divanı’nın adına yer verilmiş olsa bile ki zaten böyle bir divan şimdiye kadar saptanabilmiş de değil. Dursun’un icrai farkı adından başlayarak kendini gösterdiği gibi, en başta çalgılar değişiyor ve kudüm, ney, ud, kanun gibi tasavvuf müziğinin klişeleşmiş çalgıları karşımıza çıkıyor. Aynı şekilde müziğin ritmi de alışkın olunduk tasavvuf ritmine göre ilerliyor. Bu çalgıların bu alışkanlıklar içinde kullanımı daha baştan Feyzullah Çınar yorumunda alışık olduğumuz havanın yerine daha yazgıcı, teslimiyetçi, esasen bütün yaygın tasavvufi ekollerde karşımıza çıkan uyguncu tavrı deyişe içkin kılıyor. Ama öbür yandan deyişin sözleri de ortada ve tasavvufi bir beste olarak Dursun’un okumasıyla okuduğu arasındaki gerilim baştan sona yorumu kat ediyor. Elbette hiç şaşırtıcı olmadığı gibi, Feyzullah Çınar yorumundan tümüyle farklı sözler var. Öncelikle başka hiçbir yorumda karşımıza çıkmayan ikinci dörtlük Dursun’un yorumunda karşımıza çıkıyor. Daha en başta, Feyzullah Çınar “Kınamayın beni Hakkı sevenler” diye başlarken Dursun, bunu yazılı kayıtlarda karşımıza çıktığı (ve birkaç başka örnekte görüldüğü) gibi “Beni kınamayın Hakkı sevenler”e dönüştürüyor.  İkisi arasında hiçbir fark olmadığı ileri sürülebilir ama “Beni kınamayın”ın tınısı ve isteği ile “Kınamayın beni”nin tınısı ve çağrısı ve hatta isyanı arasında bir fark olduğu açık. Birincisi, doğrudan yalnızca bir dileği, isteği dile getirirken ikincisi, hele de Feyzullah Çınar yorumu gözetilirse, tam anlamıyla bir çağrı ve meydan okumaya davet içeriyor. Ancak asıl değişiklik üçüncü dörtlükte karşımıza çıkıyor. Üçüncü dörtlükte iki önemli fark var Dursun’da. Feyzullah Çınar ve hemen tüm diğerleri üçüncü dörtlük birinci dizeyi “Öyle bir Mecnun’um Leyla’ya billah” biçiminde seslendirirken Cevat Dursun bunu “Öyle bir Leyla’ya Mecnun’um billah” biçimine dönüştürüyor. İslamcı dijital kaynaklarda deyişin sözleri bu haliyle sıkça karşımıza çıkıyor zaten. Aynı şekilde ikinci dize Feyzullah Çınar’da “Okudum harfini ismi bismillah” iken Dursun’da bu “İsminde okunur harfi bismillah” biçiminde karşımıza çıkıyor. Tasavvufa uygun bir değişiklik bu ama Celali’ye ne kadar uygun orası biraz tartışmalı. Çünkü başta Celali’ye ilişkin verdiğim kısa bilgi ve bir iki örnek bile Celali’nin pek de tasavvufi bir miskinlikle malül olmadığını gösteriyor. Ne alakası var peki bunun? Şöyle ki F. Çınar yorumu Mecnun’u başa alarak hem aşığı, hem maşuğu yüceltirken, aşkın ikili yapısının altını çiziyor; maşuğun yüceliği aşıktan gayrı değildir; aşığın aşıklığı maşuğuyla bellidir; bir, iki olmadan bilinemez. Kendisi, ancak kendisi-olmayanda kendini bilir; o yüzden iki birdir; bir ise iki. Dursun yorumunda söz konusu olan ise yalnızca maşuğun yüceltilmesidir; mecazen tanrının. İkinci dizedeki değişiklikte de Çınar, maşuğun isminin bir harfini okumuş olmakla, ismin diğer harflerinin varlığına da gizli bir gönderme yaparken, Dursun ismin tamamında bismillah okunduğunu söyleyerek tüm olasılıklara kapıyı kapatıyor. Cevat Dursun KBHS’yi icra ederken, her ne kadar Alevi Bektaşileri “İslam’la ilişkilendirse bıyık, İslam’ın dışına atsa sakal aralığında kalanların” uzlaşma noktası olarak içeriği nasıl doldurulduğu belli olmayan bir ezoterizm hanesine yazanların hoşlanacağı bir girişimde bulunsa da, ilgili albümünde bu kez adlı adınca Celali Baba’nın adını anarak bir başka icrasıyla Celali’nin hangi dünyaya ait olduğunu işaret ediveriyor: “Celali cemalin cimdir/ Muradın elifle mimdir/ Sorsalar mürşidin kimdir/ Hızır Babadan almışam”[4]

Cevat Dursun’un icrasını ne kadar eleştirirsek eleştirelim, deyişin soysuzlaştırıldığından söz etmek mümkün olmadığı gibi, ilginç bir icra olarak da dinlenmeye değer. En kötüsünden devam edersek, deyişin içinin nasıl boşaltıldığını görmek için herhangi bir Nakşi’ye ya da “tasavvuf meraklısına” hiç gerek yok. En kötü örnek olarak İsmail Özden yetiyor da artıyor bile.

İsmail Özden’in okumasında tam bir felaketle karşı karşıyayız; tam bir egosantrik, narsisist, bencil, aklınıza ne gelirse…işte onun okuması.  Sanki deyişin sözlerinin ait olduğu Celali Baba yanlış biliyor da Özden bu sözlerin “kuyruğunu düzeltmeye” girişiyor. Zaten daha en başta Feyzullah Çınar’ın müzikal yorumunda karşımıza çıkan üç ana unsur Özden yorumunda budanıveriyor. Feyzullah Çınar yorumu şu üç şeyi birden içerir: Bir çağrı, bir sitem ve bir meydan okuma ya da hesap vermeye davet! Diyelim ki Celali Baba bir güzel sevdiği için kınanmış; önce sitem ediyor, sonra sorular sorarak meydan okuyor ya da yanıtlarını istiyor ve nihayet kınanmamaya çağrı çıkartıyor. Feyzullah Çınar’ın hem sesi hem müziği üst üste binerek bu üç şeyi birden içeriyor. Feyzullah Çınar’ın benzeri icralarında karşımıza çıkan bu tavrı “sitemkar erlik” diye ifade etmeyi tercih ediyorum. Özden ise “yurttan sesler korosu solisti” edasıyla deyişi sıradan bir türküye indirdiği gibi, sözleriyle oynamaktan da çekinmiyor. En başta daha ilk dizeye, sesi yetmediği için hem “dost, dost” yinelemesini ekliyor, hem de deyişin anlamını bozacak şekilde, “Kınamayın beni Hakkı sevenler” yerine “Kınamayın beni candan sevenler” diyerek, kendi bencilliğini deyişe giydiriveriyor. Özden, Hakkı sevenlerdense, kendini candan sevenlere çağrı çıkartıyor. Bununla da yetinmiyor. İlk dörtlüğün sonundaki dizeyi beğenmemiş olacak ki “seli uyandırmak” yerine “gölü uyandırıyor.” Zaten bu dizedeki “katre” sözünü de kaldırıyor, yerine “damla” sözünü koyarak bize Türkçe dersi vermekten de geri kalmıyor; olur a, neme lazım, anlamayız filan. Dolayısıyla bu dize şöyle oluyor: “Damla düşmeyince göl uyanır mı?” Selin uyanması ile gölün uyanması arasındaki farktan bihaber Özden’in şimdi “süt uyur, peynir olur” desem bunu anlayacağı da şüpheli. Göl vardır, oradadır, uyanmasına ihtiyaç yoktur. Göl uyanmaz. Oysa sel, bir kuvve, bir potansiyel olarak her an, her yerde olabilir; yeter ki onu kuvveden fiile yükseltecek bir katre olsun. Bununla da yetinmiyor; sel’i göl yaptıktan sonra yinelemelerle “can uyanır mı?” diyerek iyice hedef şaşırtıyor ve bencilliğine bir katre daha katarak “benim sevdiğim” diyerek soruyu sevdiğine yöneltiyor ki böylece deyişin bütün anlamı berheva oluyor elbette. Hiç kimse, biri kendisini seviyor diye kınamaz çünkü; belki sevmiyor diye kınayabilir. Feyzullah Çınar söyleyişinde karşımıza çıkmayan bir dörtlük, başkalarında da olduğu gibi, Özden’de karşımıza çıkıyor ki bu dörtlük şöyle Özden’e göre: “Nice bin alemin perverdigarı/ Mevlam her kuluna vermez bu karı/Gün be gün artıyor ömrümün zarı/ Goncasız gülşene gül yamanır mı?//” Üçüncü dize ile son dize arasında görüldüğü gibi hiçbir bağlantı yok; Özden’in kendine tapması dışında. Çünkü esasen üçüncü dize şöyle: “Gün be gün artıyor bülbülün zarı.” Bülbül olmaksızın gülşene gül yamamak, kendisinden başka kuş bilmemekle mümkün olabilir ancak. Özden’in Celali Baba ve Feyzullah Çınar’a katkıları bununla sınırlı değil ama hepsi aynı narsisizm etrafında dönüyor. Feyzullah Çınar, deyişin son dörtlüğüne Celali Baba’ya uygun olarak devrik başlıyor: “Buldu Celali’yi Kırklar Yediler”. Özden bunu beğenmemiş olacak ki “Celali’yi buldu” diye düzeltivermiş. Ancak Özden’in bencilliği nihayet son dizede şahikasına ulaşıyor. Son dize hatırlanacağı gibi “Sormadım ki buna kol mu dayanır?” iken Özden bu dizeyi tümüyle kendine yontuyor ve şöyle diyor: “Sormadılar bana kol mu dayanır?” Bu dizenin yineleme kısmında da aynı soruyu “can mı dayanır, hal mı dayanır” diye çoğaltarak egosantrizmini tavan yaptırıyor.

Bir diğer yorumcumuz Önder Çuhadar. Çuhadar, diğer örneklerinden farklı bir giriş yapıyor deyişe ve adeta bir semahın pervane ya da hızlanma bölümüne tanık olacakmış gibi bir duyguyla dinleyiciyi sarıyor. Ancak deyişin sözüne gireceği yerde o hızlı tempo birden yerini, Feyzullah Çınarvari bir “konuşur gibi söylemeye” bırakıyor; müzik hem yavaşlıyor, hem arka plana atılıyor. İlginç bir bireşim olduğu kesin. Çuhadar’ın sesi de, hani azıcık daha eskilerin tabiriyle “yanık yanık” olsa İhsan Güvercin’in sesini andırıyor gibi. Ancak deyiş boyunca, sesin sözden bağımsızlaşması Çuhadar’ın deyişin sözlerine ne ölçüde kulak verdiğine dair kuşku uyandırmıyor değil. Çuhadar da hemen hepsi gibi, deyişin sözüne müdahale edip Celali Baba’yı ve Feyzullah Çınar’ı düzeltmekten kendini alıkoyamıyor. Birinci dörtlüğün ikinci dizesi yani “Rüzgar esmeyince dal ırganır mı?” dizesini, sanırım yine biz anlayalım diye “dal uyanır mı” biçiminde söylüyor. Ama bunu söylediği anda dizenin bütün anlamının değiştiğinin farkında değil. “Irganmak” ile “uyanmak” birbiriyle alakasız sözcükler. Basit bir örnek vereyim: “Orada ırganıp durma, kaldır kıçını buraya gel” dediğimi varsayın. Şimdi bunun yerine “Orada uyanıp durma, kaldır kıçını gel” dersem pek saçma bir şey söylemiş olurum, değil mi? İlk örnekte kastettiğim şey “sallanıp durmadır.” Kubbealtı Lügatı’na göre ırganmanın anlamı şudur: “Dönüşlü f. (< ırga-n-mak) E. T. Türk. ve halk ağzı. Irgalanmak, sallanmak: Yağar yağmur serin serin bâd eser / Irganan selvinin dalları bir hoş …” Görüldüğü gibi, “uyanmak” sözcüğüyle hiç ilgisi yoktur ve ikisi birbirinin yerini tutmaz. Çuhadar’ın bir diğer müdahalesi de bunun gibi yersiz ama en azından anlaşılabilir duruyor. Şöyle ki dördüncü dörtlükte, üçüncü dize olan “Günbegün  artıyor bülbülün zarı” dizesini ilk söyleyişte doğru söylerken ikinci söyleyiş ve bunun yinelemesinde “bülbülün darı” biçiminde söylüyor. Belli ki dinleyicisinin zar sözcüğünü ya anlayamayacağını ya da yanlış anlayabileceğini düşünerek  “dara düşmek”ten hareketle bülbülün darından söz ediyor. Oysa dar ve zar da birbirinin yerine geçebilir şeyler değil. Aynı sözlüğe göre, dar/dara düşmek “sınırlılık, yetersizlik, güçsüzlük, mücadele, yoksunluktan bunalmış hali, vb.” gibi birçok anlama geliyor. Bunlar düşünüldüğünde zar yerine dar kullanılsa da kısmen uyuyor ama bağlam değişiyor. Çünkü zar burada özellikle bülbülün ağlamasından söz ediyor, göz yaşlarından; bunalımından ya da yetersizliğinden değil.

DEVAM EDECEK: GELECEK SAYIDA SON BÖLÜM, KINAMALI SİZİ HAKKI SEVMEYENLER 4

[1] Bkz. https://www.youtube.com/watch?v=unxxnbdHfrk

[2] Bkz. https://www.youtube.com/watch?v=2OcAy_agkZw

[3] Bunlar benim saptayabildiğim, çeşitli albümlerde yer alan icralar. Dörtlük sonundaki kısaltmalar üzerine söz kuracağım yorumcuların adlarının kısaltmalarıdır. İlgili dörtlüğün sonundaki kısaltmalar, ilgili adın o dörtlüğü icra ettiği anlamına gelmektedir. Hem bu kısaltmalar, hem de ilgili icralar şunlardır. F.Ç. Feyzullah Çınar, https://www.youtube.com/watch?v=O73IGPxhrSw; E.E.D.A. Erdal Erzincan Orkestrası ve Dilan Akıncı, https://www.youtube.com/watch?v=CKnZx9SZKQQ; İ.Ö. İsmail Özden, https://www.youtube.com/watch?v=9-5TkrUB1sw; Ö. Ç. Önder Çuhadar, https://www.youtube.com/watch?v=aoPNBCrF_2k; C.D. Cevat Dursun, https://www.youtube.com/watch?v=OBlvFWeVNTk; N. A. Nida Ateş, https://www.youtube.com/watch?v=NPqrdbcGFH4; E. E. Erdal Erzincan, https://www.youtube.com/watch?v=ngS8Qw5k5UE; Z. K. Zeynep Karababa, https://www.youtube.com/watch?v=qouiHDfVf3c; Ü. D. Ünsal Doğan, https://www.youtube.com/watch?v=KYqN_r5PIOg. Burada yer verdiklerim dışında KBHS’nin albümler dışında yapılmış icraları ile Saz belgeseli içinde de Engin Arslan tarafından yapılmış bir icrası da var. Bkz. https://www.youtube.com/watch?v=rw3etY3vKtQ.

[4] Bkz. https://www.youtube.com/watch?v=_jwV9RQLvcg.

(E. Prof. Dr.) Ayhan Yalçınkaya

Paylaş

spot_img

İlginizi çekebilir

Bunlara baktınız mı?
Benzer Başlıklar

Prof. Dr. Nazire Akbulut: Canlı ve Taze Kadınlar

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 292. sayısında yayınlanmıştır. Bir edebiyatçıya...

Yaşar Seyman: Kadın Mücadelesi Yaşam Mücadelesidir!

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 292. sayısında yayınlanmıştır. “Eğer tahtta...

Emel Sungur Uzman: Kadınlar Güçlüdürm Hele Çocukları ve İnandıkları Dava Söz Konusu Olursa

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 292. sayısında yayınlanmıştır. Kaktüsler Susuz...

Ayten Kaya Görgün: Babasına Şaşırıyormuş!

Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 292. sayısında yayınlanmıştır. Üstünde hiç...

Alevilerin Sesi dergisine abone olmak ister misiniz?