Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 288. sayısında yayınlanmıştır.
Zini ismini ilk duyduğunda
Çiçek gül ismi diye oğluna kızına isim koyarsın.
Seversin, koklarsın.
Ama doksan yedi yürek acısı
Doksan yedi kurşun süngü yarası.
Bu yıl ekinler her yılkinden
Daha iyi bire on, on beş verir.
Saman da çok, otlar da bol bereketli bir sene.
Dersim’in çığlığı Munzur’u aşıp Mercan suyu ile sulandı tarlaları.
Oysa Munzur’a kan karışmış Fırat’a
Ordan Basra Körfezi’ne tüm deryalara akmış.
Çocukların, kadınların, genç kızların, bıyığı terlememiş gençlerin kanı.
Bu sessizlik mağarada ölen çocukların sesi sustu.
Ondan sonra kuşlar bile ötmez oldu.
Ceylan kurt kuş gitmez oldu.
Bu köyler birbirini iyi tanır ya yaylada ya düğünde ya cemde ya musahip ya da kirve kız oğlan evlendirmişler. Bu köyler birbiri ile hısım olmuş, ayrı gayrısı yok.
Ankara’dan ferman gelmiş
Öldürmeye yemin içmiş
Bunlar bizi düşman seçmiş
Nedir bu zulmün adı nedir?
Birer ikişer topladılar
Baba oğul amca dayı
Aylardan temmuz ayı
Ekin biçme vakti geldi
Sürüler yaylada kaldı
Zulüm kapıları çaldı.
Doksan yedi can
Doksan yedi kurban
En yakışıklılarını seçtiler.
Ferman Ankara’dan geldi
Kurban seçer gibi seçtiler
Hava sıcak
Ter değil kan kokuyor
Munzur’dan esen yelde.
Önce bir ahırda topladılar
Karakola çevirmişler
Doksan yedi can doksan yedi kurban
Kimse konuşmasın önünüze bakın
Niçin neden topladılar
Bilen de yok
Asker başlarında
Alman mavzeri elinde
Pür dikkat bakıp bağırıyor
Kimse kimseyle konuşmasın.
Hepsi birbirini iyi tanıyor
Ama o kadar uzak ki kalp atışı duyuluyor, sesleri duyulmuyor. Gözler bile göz göze gelmesi yasak!
İki gün kaldılar ahır karakolda
İki gün aç susuz uykusuz
Neden hiç soran yok, bilen yok.
Sabah gün doğmadan asker sesi ile bozuldu sessizlik.
Kalkın dizilin ellerden ve belden bağladılar.
Doksan yedi can.
Hepsi tanıdık
Birçoğu Seyit Rıza ile
Ruslara karşı direnmişler
Erzincan Erzingan’dan
Geçit vermişler yıllarca
Gözlerini kırpmadan korkusuzca savaşmışlar.
Seyit Rıza valiliği bile savunmuş.
Tüm memurlar korkudan kaçmış.
Seyit Rıza’yı asalı bir yıla yaklaştı.
Devlet madalyası almıştı
İnsan nasıl asar böyle birini?
İki üç can geride oğlumu bağladılar.
Ben onun saçının teline kıyamam, nasıl bağladılar ellerini?
Dönüp bakamıyorum bile aslan parçama.
Mercan suyunun sesi içimizden geçiyor
O bizden yiğit korkmadan çağlıyor
Ananla bacılar kızlar eşler
Evde ağlıyor
Doksan yedi yürek ellerinden bağlı.
Nereye gittiğini bilen yok
İki adım önde babam altmışa
Dayandı yaşı
Onu kollarını az sıksalardı.
Onlarca asker yürütüyorlar bildiğimiz yayla yolunda çok gidip gelmişiz Munzur’a.
Ama bu yolculuk başka yolculuk.
İki adım geride oğlum.
Gözleri kara oğul
Ciğerim pare oğul
Benim şu ömrümü
Hak sana vere oğul.
İki adım önde babam
Yüzü solgun hali yorgun
Bir göz göze gelsek
Bir başımızı kaldırıp
Şu Munzur’a doğru
Bakabilsek.
Yürüdük dağ taş demeden
Askerlerin arasında
Önünüze bakın
Kimse konuşmasın.
Bu bir emirdir.
Emir Ankara’dan gelmiş
Doksan yedi kurban
Doksan yedi can
Aç susuz dizler dermansız asker vicdansız.
Ah oğul belki Aziz’in kızını isterdik sana bu güz belki düğün kurardık.
Aziz’in kızı güzel anasına çekmiş
Benim bibi tarafından akrabam
Oğlumu da çok severler.
Dönüp bir baksam aslanıma
Baban sana kurban olsun.
İlk günde demişlerdi
Rusların bir kamyonu dereye düşmüş sizi görüp onu yola çıkacaksınız.
Niye böyle birbirimize bağlarlar
Ki hiç anlayamadım.
İki adım önde babam
Aç susuz uykusuz
Dizleri dermansız
Asker vicdansız
Mercan Dağı’nın karları erimiş
Dereler daha kar dolu Mercan suyu ondan çok akıyor.
Yeni bahar geliyor
Nevrozlar yeni çıkmış
Sümbül nergis al yeşil Munzur’a sırtını yaslamış Mercan Dağı.
Keşiş Dağı’nda Mercan’a, Mercan’dan Munzur’a.
xğ baba dağına. Kuş uçsa herkesin haberi olurdu.
Üç gündür bir kuş bile kanat çırpmıyor üstümüzde.
Babam yorgun
Babam yaşlı
Niçin bu suskunluk
Niçin bu sessizlik?
Anam, babam için dünyayı yıkardı. Dişi aslan gibi kükrerdi. Babama biri söz etse dikilirdi karşısına anam.
Babam Bin Ali’nin tek oğlu
Anam onun hem eşi hem gardaşı hem yoldaşı.
Kaç gündür niçin gelmedi neden poşisini yere çarpmadı
Karşı koymadı şu komutana?
Ankara’dan emir gelmiş
Doksan yedi kurbana
Doksan yedi can
Sabahın ilk güneşi üstümüze vurdu hem ısıttı yüzümüzü.
Ama içimiz buz kesmiş korku her yanımızı sarmış
Asker sesi tüm sessizliği bozuyordu.
Bir çığlık tüm Mercan Dağı’nda yankılandı
Taa geride bir ses
Bunlar bizi öldürecek
Bu haykırışla herkes o yöne baktık.
Askerler üstüne hücumladı
Vurmaya başladılar mavzer dipçiği ile.
Bir asker süngü ile vurdu tam karnına.
kanlar karıştı toprağa taşa.
Feryadı çıktı ta arşa
Öldü diye attılar taştan uçurumdan
Bıraktılar.
Yine askerler bağırdı
yürüyün herkes önüne baksın.
Her yanımızı korku sardı
Ne tutunacak dalım vardı
Zalim asker nasıl vurdu
Düşman bile böyle yapmaz.
Askerler daha sert sesle
Bağırıp çağırmaya başladı
Yanlış yapanı böyle yaparız
Onun için susun yürüyün.
Oğlum iki adım geride
Nefes alışını duyuyorum
Ama elim uzanamıyor
Gurban olduğum oğul
Beni ne yaparlarsa razıyım
Aslanımı bıraksalar bari.
Doksan altı can
Doksan altı insan
Ferman Ankara’dan.
Bu dağlarda Yaylacılar katar katar sürüler olurdu.
Birtane ne kuzu sesi
Ne bir çoban köpeği
Yurtlar boş yerlerinde yeller esiyor.
Nereye gittiler oba oba çadırlar?
Bu dağlar onlarca
Eşkiyayı barındırırdı onların rızası olmazsa kuş uçmazdı
Nerdeler bunlar bizi görmez mi?
Ah babam çok yorun
Günlerdir aç susuz uykusuz
Oğlunun elleri bağlı çaresiz
Şafaktan önce çıktık
Güneş yükseldi
Bir tek bulut yok gökyüzünde
Birtek güneş şahit cırıl cıplak gökyüzünde o görüyor bir de Mercan Dağı.
Ellerim bağlı
Bir çoğunu tanırım düğünde halay çeker gibi dizdiler
Katlimize fermanları yazdılar.
Ayaklarda çarık şalvar toz toprak.
Beden yorgun nedir neden bilen yok.
İki adım geride oğlum
Ya Hızır ya Pir ya Düzgün Bave
Erenler siz yetişin şu talibinizin
Çarına.
Sessiz sedasız yürüyor doksan altı can.
Birini attılar kurdun kuşun önüne.
Dönüp bakamadım bile haline
Dur diyemedik zalim oğlu zalime.
Yürüdük yürüttüler saatlerce
Güneş bile vazgeçti şahitlikte
Munzur’un arkasında yavaş yavaş batmaya başladı
Topladılar bir kuytuya bir çukura.
Issız bir yamaç bir tek hafif esen rüzgar sesi var.
Bir de komutanın sesi çınladı çökün yere diye duyuldu
Önünüze bakın.
Bakamadık birbirimize uzatamadım elimi oğluma. Sahip çıkamadım kuzuma. Beni bin defa öldürün yavrumu bırakın gitsin diyemedim.
Mavzerler üstümüze döndü.
Feryat göğe yükseldi Mercan Dağları inledi Munzur Dağı bile duydu bu feryadı
Susmadı mavzer sesi tüm sesler susana dek.
Üst üste düştü doksan altı can
Doksan kurşun yarası.
Kanları birbirine karıştı.
Zini Gediği mezar oldu doksan altı cana.
Arkasına bakmadan döndü gitti askerler emir yerine gelmişti.
Katiller her şeyi hesaplamış Zini Dersim’de yasak ilan edilen bölge. Dersim topraklarında kanunsuz yaptıkları katliamlarda yargılanmamak için böyle bir kanun çıkarır.
Bu canları Erzincan’ın köyünde on saat yürütüp yasak bölgede katliamı yapar.
Belki mahkemeleriniz sizi kurtarır.
Ama bu vicdanlar asla!
Sürgün ettiler geride kalan aileleri.
Yetim öksüz eşsiz gardaşsız. Sürdüler bilinmedik diyarlara
Sahip çıkmasın ölülerine diye
On yıl geçti bir ömür yasak kalktı birazı döndü dönenler koştular
Zini Gediği’ne
Geldiklerinde kurda kuşa yem olmuş geriden.
Kalan doksan altı canın
Kemikleri kalmış
Taşların arasında çukurun içinde.
Ağıtlar yükseldi ilk günkü gibi.
Duyan olmadı ilk günkü gibi.
Oysa Aleviler bu vatanı savunmak için hiç bir zaman geri durmadılar.
Yemen’den Çanakkale’ye,
Kurtuluş Savaşı’nda varlarını yoklarını ortaya koydular.
Paşa Erzurum, Sivas, Hacı Bektaş’a giderken bile onu gözü gibi korudular.
Dergahta postniş tüm altınlarını verir Paşa’ya bunu kabul et der
Ve Paşa sayalım der. Efendimiz sayarsak ödünç olur bu bir hibedir hibe
Sayılmaz!
Bu ülkenin her yanında kanı canı olan Aleviler. Tek tek saydı ve katliam emrini verdi.
Koçgiri’den başlar
Katliama.
Aylarca sürdü bu zulüm. Ardında Cumhuriyet kurulur kurulmaz İkinci Anayasa.
1924 Anayasası ile önce dergahlara el konuldu sonra da tüm Alevi yolunu, inancını, pirinci, mürşidini, cemini yasakladılar.
Diyanet’i kurar. Tek Millet, tek devlet, tek dil, tek din.
Ve bitirmeye zulüm sürer. Yemin içmişler bitirmeye. Dersim’de bir yıl sürdü katliam.
Taş taşın üstünde kalmadı çoluk çocuk demeden ya öldürüldü ya sürgün etti bitmedi bitmeyecek.
Ardından Zini Gediği Katliamı. Bin yıldır sürüyor ve de sürecek.
Bu ağıtlar bu sürgünler.
Biz bir olmadıkça düşman bunu yapar yapmaya devam eder.
Ankara’dan ferman geldi
Doksan yedi canı aldı
Zini Gediği zulmünde
Bir tek bize ağıt kaldı.
Erzincan’dan Erzingan’dan
Böyle zulüm yok cihandan
Bre zalim zulüm Paşa
Doksan gülü kırdın dalda.
Erzingan’ın Mercan Dağı
Yaralı canların bağrı
Bre zalımın evladı
Mezar ettin bize dağı.
Ankara’da zalım Paşa
Erzingan’da buldu maşa
İnsan olan yapmaz bunu
Hasret bak bacı gardaşa.
Zini senin yolun yokuş
İçimize atın ateş
Emir veren şu Paşa’nın
Yürek değil sanki bir taş.
********
Zini
Nice mazlumun canını alan
Vatan deyip hayatı çalanlar başta
O gün de aynıydı şimdi de aynı
Vatan deyip koca yalanlar başta.
Zini Gediği’nde canlar vuruldu
Kanları aktı kemikleri kurudu
Ne gören ne bir tanık var idi
Vatan deyip kara yılanlar başta.
Kimi kahraman kimisi paşa
Düşman alevi koydular başa
Hasret kaldı gardaş gardaşa
Devlet deyip böyle talanlar başta
Koçgiri’de bizi başa koydular
Ne Dersim ne Zini’de kana doydular
Planlı şekilde Alevilere kıydılar
Devlet deyip bunu bilenler başta
Zini yamacında Munzur Dağı’nda
Yaz ayında temmuzun sıcağında
Hepsi bir pir ocağında
Devlet deyip derde salanlar başta.
Ağa Akgüç