Bu yazı Alevilerin Sesi dergisinin 291. sayısında yayınlanmıştır.
Bugün dünya, tarihsel bir dönüm noktasından geçiyor. Politik, ekonomik ve toplumsal düzende büyük bir değişim yaşanıyor. Ancak bu değişim, insan hakları, demokrasi ve özgürlükler açısından büyük bir gerilemeye işaret ediyor. Küresel ölçekte otoriter yönetimlerin güç kazandığı, milliyetçiliğin ve aşırı sağın yükseldiği, ekonomik sistemin ise büyük tekellerin ve sermaye sahiplerinin lehine yeniden şekillendiği bir dönemdeyiz.
Ağır ve beraberinde yeni bir dönemin eşiğindeyiz. Deyim yerindeyse dünyada politik, ekonomik ve toplumsal düzende büyük bir değişim yaşıyoruz. Maalesef bu değişim, insan hakları, demokrasi ve özgürlükler açısından büyük bir gerilemeye işaret ediyor. İnsanlar kendilerini güvensiz, tedirgin ve hırpalanmış hissediyor. Özgür düşüncenin bastırıldığı, bireylerin yalnızlaştırıldığı ve biata zorlandığı bir süreç bu.
Bu dönemin en belirgin stratejilerinden biri, “bekle ve gör” politikası. Dünya genelinde siyasetçiler ve medya tarafından sürekli olarak bir belirsizlik atmosferi yaratılıyor. “Bekleyin ve görün, Trump göreve geldiğinde neler yapacağını göreceksiniz” dediler ve hemen ardından ticari yaptırımlarla küresel dengeleri değiştirecek adımlar atıldı. “Öcalan ne açıklama yapacak, bekleyin görün” dendi, ama halkların barış içinde yaşamasına yönelik somut bir adım atılmadı. “Suriye’de yeni bir yönetim kuruluyor, bekleyin görün” söylemiyle eski IŞİD üyelerinin meşrulaştırılmasına göz yumuldu. Avrupa’da aşırı sağın yükselişi için de benzer bir söylem hakim: “Sonuçları bekleyin, görün.” Ancak beklemenin ve görmenin ne anlama geldiğini artık biliyoruz: Demokrasi, insan hakları ve özgürlükler adına ağır bedeller ödeyen halklar için daha fazla acı, daha fazla baskı ve daha fazla belirsizlik.
Bu dönemde, özelleştirme politikaları artık yalnızca ekonomik sektörlerle sınırlı kalmıyor. Adeta, ülkeler toptan özelleştiriliyor. Arjantin’den ABD’ye, Libya’dan Suriye’ye kadar, halkların kaderi uluslararası güçlerin ve büyük sermaye sahiplerinin çıkarlarına göre şekillendiriliyor. Küresel düzen, yalnızca ekonomik ve politik model açısından değil, ideolojik olarak da bir dönüşüm geçiriyor: “Ya bizdensiniz ya da bize karşısınız.” Eleştirenler, farklı düşünenler, mücadele edenler hedef gösteriliyor.
Suriye’de yaşananlar bu durumun en somut örneklerinden biri. Savaşın harabeye çevirdiği bir ülkede, geçmişte terör listelerinde yer alan, insanlığa karşı sayısız suçları işleyen, Alevi düşmanı katil isimler şimdi yeni yönetimin başına getiriliyor. IŞİD’in vahşetine tanık olanlar, şimdi onların eski kadrolarından insan hakları ve demokrasi beklemek zorunda bırakılıyor. Daha da vahimi, Suriye’nin geleceğine dair yapılan görüşmelerde Alevilere, Ezidilere, Ermenilere, Rum Ortodokslara ve diğer azınlıklara hiçbir şekilde yer verilmiyor. Onlar için belirlenen tek rol, kendilerine sunulanla yetinmek ve biat etmek.
Bugün buradan dünya kamuoyuna soruyoruz: Biz buradayız, peki ya siz neredesiniz? Suriye’de, Ortadoğu’da ve dünyanın her köşesinde demokratik, laik ve özgürlükçü bir düzen kurulana dek sürecek olan mücadelemizde, siz de var mısınız? İnsan haklarını, eşitliği ve adaleti savunan herkesin bu mücadelede yer alması gerekmiyor mu?
Bilinsin ki; ana akım medyanın Suriye’nin özgürleştiği yalanına karşı, bizler asla susmayacağız. Ezilenlerin, azınlıkların, kadınların, emekçilerin, aydınların, evrensel değerlerin, solcuların sesi olmaya devam edeceğiz.
Unutmayın, sessiz kalmak zulmü onaylamaktır, suç ortaklığıdır!